Trabzonspor'un şampiyonluğu: Bir avuç genç yüreğin yazdığı destan

Kazım Koyuncu'nun o marşta söylediği gibi: "Bir avuç genç yürek yazdı bordo mavi destanını". Peki bordo-mavi destan nasıl yazıldı, şampiyonluk nasıl geldi?

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - "Dozer Cemil’in penaltı noktasındaki topa ayağının değdiği an, Atay’ın PTT kalesine kornerden gönderdiği topun ağlara değdiği an, Ali Kemal’in Ordu’da dizine kırıcı tekmenin değdiği an, Hüseyin’in ağır çekimde yükselip topa alnını değdirdiği an… Bütün bunlar ve diğer anlar toplanıp şimdi yeni bir an olduğunda, Cornelius’un vurduğu gol olduğunda Boztepe’den bir çocuk kendisini boşluğa bırakıp bıldırcın sürüsüne katılır. O anda o şehir sen olursun, sen de o şehir..."

Yönetmen Tayfun Pirselimoğlu, şampiyon şehri bu satırlarla tasvir ediyor...



Hami Mandıralı'nın frikiklerini hatırlayacak yaştakiler 95-96 sezonundaki şampiyonluğun 'direklerden' döndüğünü bilir. 2011 sezonunu yaşayanlar da her Trabzonsporlunun gerçek şampiyonun bordo mavi olduğuna inandığını bildiği gibi.

'Trabzonspor nasıl şampiyon oldu?' Belki de ilkin kulüp resmi sitesinin ön şampiyonluk fotoğrafını beğenmesi mesele edilen Ekrem İmamoğlu'nun 2. İstanbul seçimlerini kazandığı gibi denebilir: Yani rakiplerine fark atarak.

Ahmet Ağaoğlu'nun doğru planlaması, Abdullah Avcı'nın sistemi, futbolcuların katkısı ve tabii ki sadece 61'e değil tüm dakikalara damga varan ve o meşhur sloganla yalnız şehre değil tüm ülkeye ve fazlasına yayılan Trabzonspor taraftarı. Hepsinden biraz biraz ya da hepsinden çok çok.

Kazım Koyuncu'nun o marşta şöylediği gibi: Bir avuç genç yürek yazdı bordo mavi destanını. Ve yine aynı marşta 'şampiyon kimdir diye sorma' dediği gibi biz de Spor yazarı Uğur Vardan, Ajanspor Yayın Yönetmeni Kenan Başaran ve Ajanspor Haber Müdürü Cüneyt Muharremoğlu'na, kim değil de nasıl diye sorduk.

UĞUR VARDAN: ENDÜSTRİYEL ÇAĞLARIN ŞAMPİYONLUĞU

Bizim futbol coğrafyamızdaki hâkim manzara uzun süredir şöyle bir görünüm arz ediyordu: 1959’da start alan bir lig serüveninde zirveyi hep ‘Üç İstanbullu’ görüyordu. Denklem Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş arasında kuruluyor, arada bir Eskisehirspor, Boluspor, Bursaspor ışıklar saçıyor ama nihai sonuçta ‘mutlu son’a hep bu üçlü ulaşıyordu.
1973-74 sezonunda Türkiye Ligi’ne iki Karadeniz temsilcisi dahil oluyordu. Biri Batı’dan Zonguldakspor, diğeri Doğu’dan Trabzonspor. Hırçın dalgaların temsilcileri olarak katıldıkları bu yarışta özellikle Bordo-Mavili kanat, dengeleri ve de tarihin akışını değiştirecekti.
60’lar ve 70’ler boyunca yaşanan göç rüzgârında ülkenin birçok bölgesinde yaşama umudu arayan, emeğin peşine düşen onca Trabzon kökenli vatandaşın kalbine ve ruhuna da seslenen, gurbetteki yalnızlığına son veren bir takım futbol tarihimizde yükselecek, ilk lig yarışını (yani 1974-75 sezonu) dokuzuncu sırada tamamlayacak ve ertesi sezon da ipi göğüsleyerek muhteşem bir zafere imza atacaktı. Evet, 16 takımın sürüklediği şampiyonluk yarışında son gülen taraf Karadeniz temsilcisiydi ve inanılmaz bir öyküye imza atıyorlardı. Üstelik kulüp, tarihe yörenin yetiştirdiği teknik direktör ve futbolcularla derin bir imza atıyordu.
Böyle başladı Trabzonspor’un futbol belleğimizdeki derin yeri. 1977-78’de araya Fenerbahçe’nin şampiyonluğu girse de uzun bir süre zirveyi Bordo-Mavililer domine etti. Kendi coğrafyasının ürettiği futbolcular ve Ahmet Suat Özyazıcı-Özkan Sümer ikilisinin dönüşümlü teknik direktörlüğü öncülüğünde futbolumuzun dördüncü büyüğü olarak tarih sahnesindeki yerlerini aldılar.
İlk şampiyonluklarından itibaren genellikle yarışı Fenerbahçe’ye karşı sürdürdükleri için Sarı-Lacivertliler onlar için, onlar da Sarı-Lacivertliler için hep özel bir rakip oldu. 1995-96 sezonundaki yarış ve Avni Aker’de 2-1 kaybedilen maçtan sonra Sarı Kanarya’nın şampiyon olması ve bu maçın travmatik etkileri, ardından 2010-11 sezonundaki benzer rekabet, sonrasında işin için giren ‘Şike soruşturması’, nihayetinde aklanan Fenerbahçe derken mesele eski ‘güzel rekabet’ ortamının çok uzağına düştü.
Bütün bunlar geçmişten hatıralarda yer eden izler. Bugünün gerçeği ise şu: Trabzonspor, yeniden eski unvanıyla buluştu. En son 1983-84 sezonunda oturduğu koltuğa yeniden kuruluyor. Bu, 38 yıllık bir özlemin sonu demek.
Arada, Trabzonspor’a ait olan ‘Üç İstanbullu’ dışında şampiyonluk gören takım hüviyetini Bursaspor ve yine İstanbul temsilcisi olan Başakşehir de üzerine geçirdi. Ama şu yargıda bulunabiliriz elbet: Bordo-Mavililer bu sezon itibariyle genleriyle bir kez daha buluştu. Bu sezonki şampiyonluğun anlamı da farklı; şöyle ki bu başarıyla Karadeniz temsilcisi bir anlamda ’21. yüzyıl’a ‘Merhaba’ dedi! Öte yandan geçmişin başarıları biraz da futbolun ülkede nispeten amatör bir ruhla oynandığı, seyircinin de oyuna benzer duygularla ve tutkuyla sarıldığı dönemlerin ifadesiydi. Bugün artık futbol denen oyun fazlasıyla ‘Endüstriyel’ bir kimlik kazanmış durumda. Bu açıdan Abdullah Avcı ve öğrencilerinin şampiyonluğu, Trabzonspor’un da bu çağda kendisini var ettiğinin göstergesi bence…
‘Kutlarım, Avrupa’da da başarılır dilerim’ diyerek son noktayı koyayım…"


CÜNEYT MUHARREMOĞLU: KASKETTEN ŞAMPİYONLUK ÇIKTI!

Bordo mavililer, özellikle 3 büyük rakibi Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın aksine sezon planlamasını doğru bir şekilde yaptı. Transferlerini sezon öncesi kampına yetiştirdi.
Avrupa kupalarında İtalyan temsilcisi Roma'ya elenmesi belki de Trabzonspor'un şansı oldu. Beşiktaş Şampiyonlar Ligi'nde, Fenerbahçe ve Galatasaray Avrupa Ligi'nde hafta içi maçları oynarken Karadeniz Fırtınası, Süper Lig'e odaklandı.
Başkan Ahmet Ağaoğlu önderliğinde Teknik Direktör Abdullah Avcı, hem tribünleri hem takımı iyi yönetti. Trabzonspor'un stadında aykırı sesler gitti, rakipleri boğan bir taraftar geldi. Bunun sonucu olarak Trabzonspor, bu sezon kendi sahasında yenilgi yüzü görmedi.
Abdullah Avcı, taktığı 'şampiyonluk kasketi' gibi hem taraftarı motive edecek yöntemler buldu hem de takım sezon içinde sakatlık konusunda büyük şanssızlıklar yaşamalarına rağmen bunları bir şekilde telafi etmeyi başardı.
Başta kaleci Uğurcan Çakır olmak üzere futbolcular şampiyonluğa odaklandı ve hafta hafta güçlerini rakiplerine gösterdi.
Öne çıkarılması gereken daha birçok unsur varken maalesef hakemler konusunda yaşanan gelişmeler, TFF ve MHK'daki istifalar Trabzonspor'un başarısını değil ama Türk futbolunu tartışmaya açtı. Trabzonspor 38 yıl sonra kasketten şampiyonluk çıkarırken keşke 'gölge' etmeselerdi.

KENAN BAŞARAN: YENİ ŞAMPİYONLUĞUN DA EN BÜYÜK FAVORİSİ

Süper Lig'de şampiyonluk öyküleri esasen benzerdir. Bir sezonluğuna sağlanan hedef birliği mutlu sona götürebiliyor. Trabzonspor da işin özünde bunu gerçekleştirdi.
Tüm bileşenleriyle amaca odaklandı ve başardı. Genel olarak şöyle maddelendirebilirim:

-Ahmet Ağaoğlu, önceki başkanlara göre daha farklı bir yol izledi. Öncelikle, Fenerbahçe maçlarında Trabzonspor'a zarar veren gerilimi bitirdi. Nitekim Ağaoğlu ile birlikte Trabzonspor, 8 yıl sonra Fenerbahçe'yi yenebildi.
-Bu şampiyonluk esasen 2019'da gelecekti ama hem pandemi hem de teknik heyette yapılan hatalı değişim, geciktirdi.
-Abdullah Avcı'nın göreve getirilmesi ve geçen sezondan itibaren bu sezonun planlamasının yapılması, uyumlu ve çok alternatifli bir kadro kurulması şampiyonluğun mihenk taşı oldu.
-Avcı, takımı olduğu kadar, taraftarı da medyayı da sahaya odaklanacak şekilde iyi yönetti. Yönetim de şampiyonluk garanti olana kadar, Fenerbahçe ile olan 2011 kavgasını bu sezon öne çıkarmadı. Böylece tamamen şampiyonluk yarışına konsantre olundu.
-Üç büyüklerin yarıştan bir şekilde erken kopması da Trabzonspor'un işini çok kolaylaştırdı.
-Puan farkına rağmen, devre arası çok sayıda transfer yapması büyük avantaj sağladı.
-Üç büyükler, hakemlerin Trabzonspor'u kolladığını savunuyor ancak yıllardır aynı iddialar, onlar şampiyon olduğunda da öne sürülüyor.

Peki Sergen Yalçın'ın sürdürülebilir olmayan başarı Abdullah Avcı için ne gibi işaretler barındırıyor?

Beşiktaş neden devamını getiremedi? Önce Beşiktaş'ın çifte kupalı başarısını doğru analiz etmek lazım. Sürdürülebilir bir başarı değildi. Beşiktaş, çok Avrupai işler yaparak şampiyon olmadı. Eğrisi doğrusuna uydu ve oldu. Bir tuhaf şampiyonluktu esasen.
Neden?
-Kariyerinde bir tam sezonu olmayan Sergen Yalçın, tarihin en uzun ligini hem de çifte kupayla bitirdi!
-Kendi ifadesiyle bu başarıyı yönetimde arkasından kuyu kazanlar olduğu halde kazandı!
-Cep telefonundan 2 dakika izleyip "Alın" dediği Ghezzal'ın sıra dışı performansı şampiyonlukta etmen oldu.
-Takımı tamamen 80'ler 90'lardaki iş modeliyle yönetti. Ya Guordiola, Klopp, Tuchel gibi hocaların çalışma yöntemleri yanlıştı veya Yalçın'ın! Ama şampiyon yaptığı için sorgulanmadı.

-Ezeli rakiplerine göre daha düşük bütçeli ve dar bir kadroyla şampiyon olundu. Bu kısıtlı durum esasen Sergen Yalçın'ın avantajıydı. Çünkü bu sezon daha zengin bir kadroyla Şampiyonlar Ligi'nde sıfır çekti, ligden de erken koptu.

Beşiktaş, çifte kupayı getiren modeli sorgulamadan yeni sezona başladı. Üstelik 'kuyu kazanlar'la birlikte (!) Yalçın ile 40 gün yeni sözleşme yapılmadı. İki taraf sosyal medya üzerinden birbiriyle savaştı. Ve kerhen yola çıkıldı. Takım sezonu hocasız açtı ve iyi bir hazırlık dönemi geçiremedi. Sonuçta da zoraki birliktelik yürümedi. Beşiktaş, Sergen Yalçın'ın yerine Valerien Ismail'İ gitirirken 'modern ve bilimsel idman'a vurgu yaparak, bir özeleştiri de yapmış oldu ama son Şampiyonlar Ligi'ni de fena harcamış oldu bu arada.
Abdullah Avcı sistematik çalışan bir isim. Onun takımı gelecek yıl Beşiktaş gibi bir dalgalanma yaşamaz. Yine yarış içinde olur. Hatta şampiyonluğun en büyük favorisi olur.
Ancak Türkiye'de her sezon kağıtlar baştan karılır. Uzun vadeli planlar işlemez. Sezonluk planlamayı en iyi yapan kazanır. Toplamda futbol düzenimizin ülkenin bir izdüşümü olduğunu; ekonomik ve politik konjonktürden de fena halde etkilediğini unutmamalıyız.