Trump dönemi göç-3: Müslüman yasağı, kalifiye göç ve öğrenci göçü

Trump bir yandan yüksek kalifiye emek piyasasındaki rekabeti Amerikalılar lehine çevirmeye uğraşırken, öte yandan da puan sistemini göç politikasının bir parçası yapmak istedi.

Google Haberlere Abone ol

Seçil Paçacı Elitok*

Bir önceki yazımızda Trump döneminde sayıları ve görünürlükleri artan göçmen karavanlarından, sığınmacı ve mültecilere getirilen kotalardan ve ‘yakala-bırak’ uygulamasının nasıl “yakala-geri gönder” politikasına dönüştüğünden söz etmiştik. Öte yandan, Latin Amerika ve ABD arasındaki sömürgecilik geçmişine ve neoliberal yeniden yapılanma döneminde Latin Amerika'nın yaşadığı siyasi istikrarsızlık ve ekonomik geri kalmışlık problemlerinde ABD’nin rolüne ve bugünkü göç akımlarındaki payına işaret etmiştik.

Genellikle, gerek seçim kampanyalarında yasadışı göçe yaptığı vurgu, gerek medyadaki manipülasyon nedeniyle Trump’ın yoğunluklu olarak uğraştığı göç grubunun yasadışı göçmenler olduğu düşünülür. Fakat Trump aslen tüm göçmen gruplarını hedef aldı ve adeta 1930’ların dünya ekonomik bunalımının içe kapanmacı ve korumacı politikalarını anımsatır bir şekilde, Büyük Buhran yıllarının göç politikalarına bir geri dönüş yaşattı. O dönemde sıkça kullanılan “Gerçek Amerikalılar için gerçek Amerikan işleri” (Real Jobs for Real Americans) sloganı yaklaşık yüzyıl sonra “Amerikan malı al, Amerikalı istihdam et” (Buy American, Hire American) olarak geri geldi. Brexit döneminden (Britanyalılar için İngiliz işleri sloganı) veyahut 2008 finansal krizi sonrası palazlanan göçmen düşmanı söylemi hatırlatır biçimde, Trump'ın en çok vurgu yaptığı şey göçmenlerin Amerikalıların işlerini çalıyor olduğu idi. Amerika'nın eskisi gibi zengin ve büyük olamamasının faturasını ise göçmenlere yükledi. Bu fatura sadece kirli, tehlikeli ve zor (3D- dirty, difficult, dangerous) düşük nitelikli işleri yapan ve enformel sektörde yasadışı yollarla çalışan göçmenler için çıkarılmamıştı. Trump nitelikli emeğin göçünü de elinden geldiğince kısıtlamaya, hatta mümkünse sıfırlamaya çalıştı.

NİTELİKLİ GÖÇE DAİR UYGULAMALAR

Trump 2020 yılının yazında bir kanun hükmünde kararname yayınlayarak ABD’ye belli bir iş akdi ile gelen eğitimli ve yüksek nitelikli yabancı emeğin vize türlerini durdurdu. Bu uygulamaya mazeret olarak, kalifiye göçmen emeğinin Amerikan emek piyasasında rekabete yol açarak, Amerikalıları dezavantajlı konuma soktuğu ve istihdamda Amerikalıların yerine geçtiği argümanı kullanıldı. İlgili vize türleri H1 gibi bilim, teknoloji, mühendislik (STEM) alanlardaki araştırmacılara verilen, ya da L1 gibi firma içi transferlerde yönetici düzeyindeki yabancılara sağlanan, veya J1 gibi sağlık çalışanı, akademisyen, araştırmacı ve misafir öğretim görevlilerini verilen vize türleriydi. Bu vizeler aynı zamanda eş ve çocuklara da vize vererek ABD’de kısa süreli yaşama olanağı sağlıyordu. Nitelikli emek gerektiren pozisyonlara göçmenler yerine Amerikalıların getirilmesini hedefleyen yeni uygulama yarattığı rahatsızlık nedeniyle özellikle göçmen kültür derneklerinde ve sosyal medya gruplarında tartışıldı. Yeni uygulama halihazırda bu vize türleri ile ABD’de bulunanları etkilemeyecek olmasına rağmen ve sadece yeni başvuru alınmayacak anlamına gelmiş olsa da, kurum avukatlarından yabancılara ABD’den çıkış yapmaları uyarısı geldi. Tedbir amaçlı ABD sınırları içinde kalınması, geçerli bir vize ve çalışma iznine rağmen havaalanlarında tamamen keyfi bir şekilde ülkeye geri alınmayabilecekleri söylendi. Bu durum, bu kategorilerde vizesi olan ve çalışma vizesinin süresini uzatması gereken yüksek kalifiye binlerce çalışan için terror etkisi yarattı. Trump yüksek kalifiye göçmen emeğini ürkütmekte başarılı olmuştu. Çoğunluğu uluslararası olan şirketler kararnamenin çıkmasına günler kala pek çok çalışanın apar topar Amerika'ya dönmesini istemek zorunda kaldı. Bu durum 2020 yılının sonuna kadar devam etti. Kendi seçmen tabanı açısından bakıldığında ise Trump sadece seçilmeden önce verdiği sözleri tutarak “Önce Amerikalılar” prensibi etrafında göçmen emeği istihdamını sınırlıyordu. Yine bu bağlamda Trump yeşil kart başvurularını da dondurduğunu açıkladı. Niteliklerden bağımsız olarak, yeşil kart, kura veya başvuru yoluyla alınan, ABD’de süresiz oturma ve çalışma hakki veren kalıcı ve uzun dönem bir yasal statü. Üstelik 5 yılın sonunda ABD vatandaşlığı sağlaması açısından da önemli. ABD’de yaklaşık 14 milyon yeşil kart sahibi yaşıyor. Yeşil kartın kura ile olanı “Çeşitlilik Vizesi” (diversity visa) olarak adlandırılıyor, ki bu uygulama da Trump döneminde rafa kaldırıldı. Kurayı kazanmış on binlerce göçmen ABD’ye gelemedi. Bütün bu vize iptalleri ve yeni başvuruların bloke edilmesi pandeminin gölgesinde gerçekleştiği için kamuoyunda fazla tepki çekmedi. Amerikalılar bu sağlık krizinin içinde kendi sağlıklarını, hayatlarını, işlerini ya da gelirlerini kaybetmenin sıkıntısı içinde oldukları için bu politikalara tepkiler cılız kaldı.

Trump bir yandan yüksek kalifiye emek piyasasındaki rekabeti Amerikalılar lehine çevirmeye uğraşırken, öte yandan da puan sistemini göç politikasının bir parçası yapmak istedi. “Güçlü bir Ekonomi için Amerikan Göç Reformu” (RAISE Act-Reforming American Immigration for a Strong Economy) kapsamı altında belli kalifikasyonları nedeniyle belli miktarda puanı toplayan göçmenlere oturma ve çalışma izni yolunun açılmasını öngörüyordu. Nitelikli göçü özendirmek için icat edilmiş ve aslında en iyi örneklerine Kanada ve Avustralya’da rastladığımız puan sisteminin bir kopyası olan bu uygulama bir anlamda global emek piyasasında en iyi beyinleri ve yetenekleri çeken ülke yarışında öne geçme gayesi olarak yorumlanabilir.

SEÇİCİ GÖÇ

Bununla dolaylı açıdan bağlantılı olan ve kamuoyunda daha az bilinen bir başka öneri de doğumla kazanılan vatandaşlık (ebeveynler yasadışı göçmen olsa da) konusunda geldi. Trump, ABD sınırları içinde doğanların otomatikman Amerikan vatandaşı oluşu ilkesini sorgulayan açıklamalarda bulundu ve bunun yasadışı göçü özendirdiğini öne surdu. Amerikan anayasanın 150 yıllık temel kurallarından birinde değişiklik yapmak isteyen bu öneri, vatandaşlıkla ilgili 14 nolu anayasa değişikliği ile çelişkiye düştüğü için başkanın bunu kanun hükmünde kararname ile değiştirme hakki olmadı. Uygulamada denge denetleme ağına ve anayasal düzene takılan bu öneri, yine seçmende ve kamuoyunda kafa karışıklığı yaratma hedefine ulaştı. ABD sınırları içinde doğmakla otomatikman elde edilen vatandaşlık üzerinden yine göçmenlerin “kazanılmış vatandaşlık"larını sorgulatan bir yapay gündem yaratıldı.

Bir başka bloke etme de ABD’de sağlık nedeniyle bulunan göçmenler için geldi. 2019 yılında burada tedavi gören hasta yakınlarından, hastanın tedavisi sürüyor olsa dahi, bir aya yakın bir süre içinde ülkeyi terk etmeleri istendi. Oluşan ciddi protestolar karşısında, Beyaz Saray uygulamayı yürürlükten çekmek zorunda kalsa da, bir başka yabancı grubuna daha “istenmedikleri” mesajı gitmiş oldu. Son olarak, çalışma izni ve vize masrafları ile sığınma başvuruları ücretleri arttırılarak potansiyel göçü zorlaştırmak ve caydırmak amaçlandı.

MÜSLÜMAN YASAĞI

Trump’ın başkanlığının en akılda kalır kısıtlamalarından biri olsa da, Amerika’da Müslüman karşıtlığı ve İslamofobi Trump görevi almadan çok daha önce, özellikle 11 Eylül sonrası dönemde çok şiddetlenmiş durumdaydı. İkiz kuleler saldırısını takiben sınır güvenliğinin artışı, Müslümanlara karsı işlenen nefret suçlarındaki sıçrama, Arap ülkeleri vatandaşlarının vize başvurularındaki zorluklar gibi daha görünmez biçimde ve daha küçük ölçekli de olsa benzer kısıtlamaları gözlemlemek Trump’tan önce de mümkündü.  Trump bunu doğrudan terör saldırıları ile bağlantılandırarak seyahat kısıtlaması boyutuna yükseltti.

2016 yılında Rudy Giuliani ile Trump’ın Müslümanları, daha doğrusu “terör” ile ilintilendirebilecekleri ülke vatandaşlarını ABD’ye nasıl sokmayız şeklindeki planlamaları ve konuşmaları basına sızmıştı. Kamuoyunda oluşabilecek tepkiyi göz önünde bulundurarak Cumhuriyetçi parti bu göç uygulamasını din teması üzerinden sunmanın doğru olmayacağını, bunu “terörizm” kisvesi altında pazarlamanın daha işlerine geldiğini fark etti. Müslüman Yasağı tasarlanırken Amerikan vatandaşlığı olan Müslümanları kapsamayacağı ve Amerikan ordusunda görev alan Müslümanlara etki etmeyeceğinin altı çizildi. İlk etapta Irak, Iran, Libya, Somali, Sudan, Suriye ve Yemen’den oluşan 7 ülkelik bir liste açıklandı ve bu ülkelerin vatandaşlarına ABD’ye giriş yasağı getirildi. Müslümanlara özel bu seyahat kısıtlaması Kongre’nin 1965 yılındaki temel kararlarından “Hiç kimsenin ırkından, cinsiyetinden, doğum yerinden ve ulusundan dolayı göçmen vizesi verilirken ayrımcılığa uğramayacağı” prensibi ile çelişkiye düştü. Bu çelişki kararın dava edilmesine yol açtı ve hatta bazı mahkememeler bu karara geçici durdurma uyguladılar. Bu arada söz konusu prensibin tek istisnası Kuba göçmenleriydi. Listenin içeriği zaman zaman değişti. Örneğin 2017’de Sudan listeden cıktı, Kuzey Kore ve Venezuela eklendi. 2020’de seyahat kısıtlaması genişletilerek Nijerya, Myanmar, Eritre ve Kırgızistan eklendi. Amerikan göç rejimi tarihinde 1960’lara kadar Asyalılara benzer yasak ve kotaların uygulandığını biliyoruz. Bu bağlamda daha once izlediğimiz bu filmde yeni olan hedef grubun aynı ulustan değil, aynı dinden oluşuydu.

ULUSLARARASI ÖĞRENCİ GÖÇÜ

Nitelikli göç kategorisinde tartışabileceğimiz bir başka kategori de ABD’ye kısa süreli olarak eğitim almak için gelen yabancı öğrenciler. Genellikle F1 vize türündeki öğrencilere eğitim programı tamamlandıktan sonra özel bir vize (OPT-Optional Practical Training) ile staj imkânı tanınıyor ve bu vize uzun dönemli oturum ve çalışma iznine dönüşüyor.  Aslında ABD kalifiye emeğini dolaylı beyin göçü ile içeride eğiterek ve öğrencileri derecelerini aldıktan sonra, onlara anavatanlarında elde etmeleri daha zor olan maddi olanaklar sunarak oluşturuyordu. ABD’nin çok bonkörce dağıttığı öğrenci bursları uzun yıllar yumuşak güç (soft power) politikasının bir parçası olarak hem kültürel emperyalizm hem de süper güç olma rolünü pekiştirmek için insan sermayesinin kıtaya transferinde büyük rol oynadı. Sayıları yaklaşık 1 milyona yaklaşan yabancı öğrencilerin ABD’nin özel üniversite sistemine yaptıkları katkı ve sonrasında da ABD ekonomisine girdileri nedeniyle rolleri göç politikasında oldukça önemli.

Öğrenci göçüne getirilmek istenen yeni düzenlemenin birkaç boyutu vardı. Birinci boyut, süreydi. Trump’tan önce eğitimleri boyunca yasal olarak ABD’de bulunma hakkı olan öğrencilere Trump 2 ila 4 yıl olarak değişen süre kısıtlamaları getirmek istedi. Doktora programlarının ortalamada 4 yıldan çok sürdüğü, yabancı öğrencilerin çoğu durumda lisans eğitimlerini birkaç sömestr daha uzattıkları düşünülürse, bu, yabancı öğrencilerin mezun olabilmeleri için imkânsız bir süreydi. İkinci boyut, vizenin yenilenmesi oldu. Yabancı öğrencileri ABD’de kalmaya özendiren, staj ya da yarı zamanlı işler aracılığıyla onları iş piyasasına yönelten sistem yerine, öğrenci vizeleri biter bitmez ülkeden çıkış ve vizenin yenilenmesi/uzatılması için yeniden başvuru kuralı önerildi. Bu da yine özünde “yerlilerinin yabancılardan üstün tutulması” diye özetleyebileceğimiz, kökleri “yerlicilik” düşüncesine dayanan yabancı öğrencilere "istenmedikleri" mesajını veren bir tasarıydı. Trump yeni mezun yabancı öğrencileri uzun vadede Amerikalıların iş piyasasındaki rakipleri olarak gördü. Üçüncü boyut, özellikle Ortadoğu'dan gelen öğrencilerin öğrenci vizesi ile ABD’ye yasal yollardan giriş yapıp vize süresini asarak eğitim dışı amaçlarla ABD’de de kaldığının söylenmesiydi. Son boyut ise pandemi ile hayatımıza daha yoğun olarak giren uzaktan eğitim boyutu oldu. Trump, eğitimi elektronik ortamda sürdüren yabancı öğrencilerin ABD’de kalmamaları gerektiğini, uzaktan eğitimi anavatanlarında sürdürebileceklerini öne sürdü. ABD’deki bütün kampüslerin neredeyse tüm pandemi boyunca kapanıp uzaktan eğitime geçtiği düşünüldüğünde bu binlerce öğrencinin ülkeden çıkış yapma zorunluluğu anlamına geldi. Öte yandan, bir kez geri dönüş gerçekleştiğinde yeniden öğrenci vizesi alabilmenin de garanti olmadığı bir ortamda. MIT ve Harvard’ın başını çektiği 200 üniversitenin öneriye karşı çıkması ve açılan davalar sonucunda Trump yönetimi uzaktan eğitim yapan öğrencilere sınırdışı edilme riski getiren bu uygulamadan geri adım atmak zorunda kaldı. Fakat ABD’de eğitim almak için yeni öğrenci vizesi başvurusu yapacaklar için kısıtlamalar yürürlükte kaldı.

SONUÇ

Trump dönemini çok genel hatları ile incelediğimiz yazı dizimin bu kısmını sonlandırırken, Meksika özelinde duvara ve ailelerin çocuklarından ayrılmasına rağmen göçün sürdüğünün altını çizelim. Korku siyaseti, göçü ve sınırları güvenlik ekseninde tartışmak, göçmenleri bir tehditmiş gibi göstermek, onları günah keçisi ilan etmek sonuç vermedi. Ama Trump’ın “sıfır tolerans” perspektifinin hiçbir etkisi olmadığını söylemek de doğru olmaz. Bu sert yasaklar, kotalar ve blokajlar göçmenlerin rotalarını değiştirdi, hangi kanallarla ABD’ye erişeceklerini, emek piyasasına erişimlerinin ve haklarının ne olacağını belirledi ve yeniden şekillendirdi. Öte yandan, göç politikasını bütünden soyutlayıp, göçmenlere yönelik uygulamaları global seviyedeki yükselen sağ dalgadan, popülizmden, otoriteryen dünyadan, korumacı, güvenlikçi ve milliyetçi eğilimlerden bağımsız da düşünemeyiz. Bu genel eğilimin içinde Trump donemi politikalarının ezber bozan bir yanı da olduğunu da belirtelim. Göçün neden ve nasıl yönetilmeye çalışıldığını anlamaya uğraşırken, bu denklemin en azından ABD ölçeğinde sermaye ve emek çatışmasına indirgenemeyeceğini görmüş olduk. Trump yıllarında Amerikan Merkez Bankası'nın (Federal Reserve) göçe getirilen kısıtlamaların ekonomiye etkisinin negatif olacağı konusunda defalarca uyarıda bulunduğunu hatırlayalım. İşletmelerin elektronik doğrulama (e-verify) sistemi ile işçilerin kayıtlı çalışıp çalışmadığının denetlenmesinden ve ucuz göçmen emeğini kaybediyor olmaktan duydukları rahatsızlığı da gözden kaçırmayalım. Bu bağlamda, Trump dönemini “sermayeye rağmen” göç kısıtlaması olarak yorumlayabiliriz.  Trump’ın başkanlık döneminin son yıllarının Covid-19 ile çakışması iki çok önemli ama bir o kadar da birbiri ile çelişen netice doğurdu. İlki “niteliksiz” olarak kategorize edilen, hizmet sektöründe çalışan göçmen emeğinin öneminin bir kez daha ve bu kez bizzat yaşanarak anlaşılmış olması oldu. Ev içi emek, yaşlı ve çocuk bakimi, bahçıvanlık, servis, kurye vb. gibi sektörlerin göçmen yoğunluklu oluşu ve bunun emek piyasasından çıktığı anda hayatın durduğu anlaşıldı. Ama bu durumla çelişkili bir biçimde de “virüsü göçmenlerin getirdiği” ve “sınır açık olduğu için hastalıkların ülkeye girebildiği” gibi bir mazur gösterme söylemi de baskın oldu. “Çin virüsü” söyleminin karşılığını Asyalılara yönelik saldırıların tavan yapışında görebiliriz. Öte yandan, bahsi geçen göç tedbirlerinin; parlamentoya düzenlenen darbemsi saldırı, Trump’ın iki kez azledilmesi girişimi, pandemi, George Floyd’un katlini takiben güçlenen “Siyahi Hayatlar Değerlidir” (Black Lives Matter) hareketinin gölgesinde ve tansiyonun çok yüksek olduğu bir ortamda tartışılıyor ve uygulanıyor olduğunu da gözden kaçırmayalım.

*Dr.

Bir sonraki yazı: Biden: Reset mi U dönüşü mü?