Trump eski bir başkan olarak da mahkum edilebilir

Donald Trump, hesap verme sorumluluğunun neden yalnızca anayasal olarak izin verilebilir değil, aynı zamanda gerekli olduğunun en büyük örneğidir. Muhafazakâr görüşün, davanın kaçınılmaz biçimde Trump’a sempati duyabilecek mahkemelerde sona ereceği iddiası ise yanlıştır.

Google Haberlere Abone ol

Stephen I. Vladeck*

Temsilciler Meclisi’nin Başkan Trump’ı (yine) azletmek için yaptığı oylama, Cumhuriyetçilerin böyle bir girişimin gereksiz olduğuna ilişkin itirazlarına karşın gerçekleşti. Trump’ın görev süresi 20 Ocak günü öğle saatlerinde sona erdiğinden, Trump’ın en sıkı çabalarına karşın, mecvut yasal kaçınılmazlığı pekiştirmek için enerji harcamanın pek bir anlamı olmadığına dair tartışma sürüyor.

Bununla birlikte, bazı yorumcular daha da ileri gidiyor; yalnızca Kongre’nin Trump’ı azlederek ona dava açmaması gerektiğini değil, aynı zamanda 20 Ocak’ta bunu yapamayacağını savunarak, anayasanın ‘eski’ yetkililere dava açılmasına ve görevden alınmasına izin vermediğini iddia ediyorlar. Bu gerekçe, konu, yapı, tarihsel teamüller ve sağduyu meselesi itibariyle yanlıştır. Ve Trump, görevden ayrıldıktan sonra bile, bu tür hesap verebilirliğin yalnızca anayasal bağlamda kabul edilebilir değil, aynı zamanda gerekli olduğu en büyük örnektir.

İSTİFA ETSE DE YARGILANABİLİR

Senato’nun önümüzdeki salı gününe kadar yeniden toplanması beklenmezken, Trump’ın görevden alınma davası, halefinin göreve başlamasını müteakiben, en erken çarşamba öğleden sonrasına kadar başlayamayacak. Anayasa’nın ikinci maddesinin dördüncü kısmı, “ABD başkanı, başkan yardımcısı ve tüm sivil yetkililer, vatana ihanet, rüşvet ya da diğer ağır suçlar ve kabahatler nedeniyle görevden alınabilir ve mahkûm edilebilir” diyor. Eğer anayasanın azille ilgili söylediği tek şey bu olsaydı, o durumda bireysel olarak görevden ayrıldığında, azil yetkisinin de ortadan kalkacağı savında doğruluk payı olabilir.

Ancak birinci maddenin üçüncü kısmı daha fazlasını aktarıyor. Senato’nun azil davasını yürütme yetkilerini tanımlarken, “Azil davalarında verilen hüküm, görevden alınmanın ve ABD’yle ilişkili herhangi bir onur, güven veya çıkar görevini yürütmek ve bunlardan yararlanmaktan men etmenin ötesine geçemez” hükmünü veriyor.

Bu son madde anahtar niteliğindedir çünkü Senato’nun azil davalarında vereceği iki karar söz konusudur: İlkin, bir memurun görevden alınıp alınmayacağına karar vermelidir. Akabinde, bu kişinin gelecekte herhangi bir federal görevi yürütmekten men edilip edilmeyeceğine karar vermelidir. Nitekim, Senato şimdiye dek görevden almak için oy verdiği sekiz yetkiliden yalnızca üçünü resmi görevlerden men etmek doğrultusunda oy kullandı; bu karar, azil ve men etme işlemlerinin ayrı soruşturmalar gerektirdiği görüşünü pekiştirdi. Ve bu prosedür ve teamülün de açıkça gösterdiği üzere, Senato görevden men oyu verdiği bir durumda, yetkili zaten görevden alınmıştır. Farklı bir deyişle, görevden men, en azından, mecburen (mevcut olanın aksine) eski bir yetkili hakkında gerçekleştirilen bir oylamadır.

BELKNAP DAVASI VE YASAL DAYANAKLAR

Ayrıca, men etme yetkisi, anayasanın eski yetkililerin azledilmesine izin vermesinin hem birincil kanıtı hem de temel dayanağıdır. Aksi takdirde, görevden alınmakla karşı karşıya olan ya da zaten görevden alınmış ve azledilmek üzere olan bir yetkili, istifa ederek gelecekteki görevlerden men edilmekten de kaçınabilir. 1876’da, kötü şöhretli Savaş Bakanı William Belknap tam olarak bunu denedi ve Temsilciler Meclisi’nin azil oylamasını gerçekleştirmesinden birkaç dakika önce istifasını sundu. Temsilciler Meclisi, istifasının Kongre’nin görevden alma yetkisini geçersiz kılmadığı sonucuna vararak onu görevden aldı. Ve bazı senatörler, en sonunda (hüküm giymekten kıl payı kurtulan) Belknap’ı beraat ettirmek yönünde oy kullansalar da, Senato bir kurum olarak öncelikle eski görevlileri yargılama yetkisine sahip olduğu sonucuna vardı ve Belknap’ın yargılanmasından önce 'Savaş Bakanı olarak gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle' yargılanabileceği kararını kabul etti.

Belknap davası iki hususu pekiştirdi: Kongre eski yetkilileri azledebilir ve görevden alabilir ama sanığın artık görevde olmaması, senatörlerin suçlama lehine oy verip vermemeye karar verirken dikkate alabilecekleri bir etkendir. Yani, başkan Richard Nixon, Ağustos 1974’te kaçınılmaz gibi görünen azil ve görevden alma kararlarını engellemek amacıyla istifa ettiğinde, bu adımı Kongre’yi anayasal yetkilerinden mahrum bırakmadı; yalnızca bunu yapmanın sağladığı siyasi fayda duygusunu hafifletti. Nixon, istifa ederek, en azından davranışlarının sorumluluğunu kısmen üstlenmiş oldu. İstifasının koşulları, gelecekte yeniden federal bir göreve aday olacağına inanmak için ortada bir sebep de bırakmadı.

TRUMP GELECEKTEN HÂLÂ UMUTLU AMA…

Buna karşın, Trump’ın istifa etmeyi planladığına dair hiçbir belirti yok. Görev süresi Anayasa'da yirminci değişikliğin birinci kısmında söylediği üzere önümüzdeki çarşamba günü sona eriyor. Kendi isteğiyle gitmiyor. Ve 2024’te yeniden başkanlığa aday olmak istediğini de gizlemiyor. Dahası, 1958 tarihli Eski Başkanlar Yasası’na göre, cömert bir yıllık maaş, çeşitli hizmetler ve emrindeki personel için fonlar ve emekli aylığı da dahil olmak üzere, önemli mali ve diğer somut faydalara sahip olacak. Bununla birlikte, aynı yasa, 'Anayasa’nın ikinci maddesinin dördüncü kısmı uyarınca', yani, Trump’ın görevden alınıp alınmayacağı, hüküm giyerek azledilip edilmeyeceği, yalnızca bir kez daha federal bir göreve getirilip getirilmeyeceğini değil, aynı zamanda federal vergi mükelleflerinin gelecek yıllarda Trump’ın faaliyetlerini ne ölçüde sübvanse edeceğini de belirleyebilir.

Muhafazakâr sav, anayasanın, Kongre’yi böyle bir davayı görmek ya da başkanın görevdeki son günlerinde ağır bir şekilde görevden alınmasını gerektirebilecek eylemler gerçekleştirdiği herhangi bir senaryoyu değerlendirme hususunda yetkisiz bıraktığını öne sürebilir. Ne var ki öyle değil. Anayasaya göre, suçlu bulunup bulunmaması ve resmi görevlerden men edilip edilmemesi, sadece Senato’nun yetkisi dahilindedir.

Ve 20 Ocak sonrası olası bir azil karşıtı olan muhafazakâr görüş, davanın kaçınılmaz biçimde (Trump’a sempati duyabilecek) mahkemelerde sona ereceğini varsayarken, bu iddia da yanlıştır. ABD Yüksek Mahkemesi, 1993 yılında, mahkemelerin görevden alınmaların uygunluğunu gözden geçiremeyeceğine hükmetti. Baş Yargıç William Rehnquist’in yazdığı üzere, ne Anayasa Konvansiyonu’ndan gelen herhangi bir dış kanıt ne de çağdaş yorumlar, kurucuların 'görevden alma yetkileri bağlamında yargı denetimi olasılığını' düşündüklerini gösteriyordu. Netice itibariyle, bu, mevcut yetkililer için olduğu gibi eski yetkililer için de Kongre’nin yaptığı çağrıdır.

*Stephen I. Vladeck, Teksas Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde profesördür.


Yazının orijinali NY Times sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)