Trump sonrası popülizm: Biden merkez partilere ders verdi
Donald Trump'ın ardından sağ popülizm yok olmayacak. Ancak Biden, popülizmin daha fazla popülizme başvurmadan yenilebileceğini ispatladı.
Philippe Legrain
DUVAR - Donald Trump, ABD başkanı olmadan önce televizyonda ‘Kovuldun’ sloganı üzerine bir reality-show karakteri inşa etmişti. Şimdiyse, Amerikan halkı onu kovdu. Ve Trump’ın yenilgisi Avrupa ve başka yerlerdeki milliyetçi popülistlere de yıkıcı bir darbe vurdu. Peki bu darbe ölümcül olabilir mi?
Popülist milliyetçiliği besleyen bataklıklar henüz kurutulmadı. Çok fazla insan, algılanan (ya da öngörülen) ekonomik ve sosyal statü kaybı nedeniyle hayal kırıklığı yaşıyor ve düzen politikacıları tarafından ihmal edildiğini, kötü muamele gördüğünü hissediyor. Kazançlardaki durgunluk, sanayideki gerileme ve ekonomik adaletsizlik ciddi sorunlar olmayı sürdürüyor. Birçok insan göç ve kültürel değişimin kendi güvenlikleri ve yaşam tarzları için bir tehdit yarattığına inanıyor. Covid-19 krizi ise bu kaygıları daha da karmaşık hale getirdi.
POPÜLİZMİN EN BÜYÜK KALESİ YIKILDI
Bu kaygı ve hayal kırıklıklarının sürekliliği ABD seçim sonuçlarına da yansıdı. Seçilmiş başkan Joe Biden, Trump’tan -yüzde 3,4’lük bir farkla- beş milyon daha fazla oy almasına karşın, 72 milyondan fazla Amerikalı hâlihazırda koltuğunu yitiren başkana oy verdi.
Bununla beraber, Biden, popülizmin daha fazla popülizme başvurmadan da yenilebileceğini ispatladı. Biden, popülistlerin taktiklerini kullanmaktan, dünya görüşlerini onaylamaktan ya da önyargılarına karşı çıkmaktan ziyade, olumlu bir değişim, dengeli bir ılımlılık ve yetkin bir yönetim vaadi etrafında geniş bir seçim koalisyonu oluşturdu. Bu, Avrupa’da zaman zaman oy kazanmaya çalışmak için -sosyal açıdan muhafazakâr ve göçmen karşıtı görüşlerini yansıtarak- popülizmin çekiciliğine yenik düşen merkez-sol ve merkez sağdaki siyasi partiler için çok önemli bir derstir.
Trump’ın mağlubiyeti, Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ve Macaristan Başbakanı Viktor Orbán gibi diğer aşırı sağ popülistler açısından da bir uyarı anlamına geliyor. Orbán, bu yılın başlarında, “Avrupa’nın geleceğimiz olduğunu düşünüyorduk; şimdiyse Avrupa’nın geleceği olduğumuzu biliyoruz” dedi. Yine de, Trump’ın yaşadığı yenilgi sonrasında, sözleri boş bir çınlamaya dönüştü. Bu liderler şimdilik -Bolsonaro’nun durumunda, vatandaşlara dağıtılan cömert Covid-19 sadakaları sayesinde- sahip oldukları desteği korusalar bile, aşırı sağ popülizmin yükselişi ya da kalıcılığı pek de güçlü görünmüyor.
YALNIZCA TRUMP KAYBETMEDİ
Trump’ın mağlubiyeti, bu kendi kendine hizmet eden ‘kaçınılmazlık’ hikayesini yıkmanın ötesinde, onun son derece kusurlu politikalarını gözden düşürüyor ve böylece benzerlerinin gözündeki cazibesini azaltıyor. Son dört yıldır Trump, “Amerika’yı öncelikli” hale getirme iddiasında bulunurken, ticari anlaşmaları çiğneyen ve ABD’li işletme ve işçilere avantaj sağlamak için yaptırımları kötüye kullanan bir yaklaşım benimsedi.
Bu bağlamda, Avrupa’daki hükümetler de dahil olmak üzere, diğerlerinin çok taraflı ve işbirliğine dayalı açık pazar çözümleri peşinde koşması neredeyse saflık gibi görünüyordu. Ana akım politikacılar korumacılığa yönelirken, -liderleri “Fransa’yı ve Fransız halkını en öne” koymaktan yana olan–Fransa’daki Ulusal Birlik partisi (eski adıyla Ulusal Cephe) gibilerinin benimsediği aşırı ekonomik milliyetçilik gittikçe daha da makul gibi görünüyordu.
Dahası, yeni kitabım ‘Them and Us: How Immigrants and Locals Can Thrive Together’da (Onlar ve Biz: Göçmenler ve Yerel Halklar Nasıl Birlikte Gelişebilir) açıkladığım gibi, Trump’ın yabancı düşmanı söylemi ve yerel halka ilişkin duyarlılığı körüklemesi, ülke içinde ve dışındaki sert göç politikalarının da önünü açtı.
TÜM DÜNYADA IRKÇILIĞI KÖRÜKLEDİ
Şüphesiz, kimi Avrupa hükümetleri Müslümanları şeytanlaştırmak, dikenli tellerle sınır çitleri çekmek ya da sığınmacıları sefalet içindeki kamplarda alıkoymak için hiçbir teşvike ihtiyaç duymayacaktır; nitekim, özellikle 2015-16 mülteci krizi sırasında, henüz Trump seçilmeden önce bunu yapmaya başladılar.
Öte yandan, Trump yönetiminin çocukları ebeveynlerinden ayırma ve onları korkunç koşullarda alıkoyma, sığınmacıları usulüne uygun olmayan bir şekilde sınır dışı etme, Müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkelerden gelen göçü yasaklama ve ABD’nin Meksika sınırına duvar örme gibi eylemleri, Avrupa’nın göçmen karşıtı güçlerine büyük bir destek sundu.
Mesela, İtalya’daki aşırı sağcı Birlik Partisi’nin lideri ve 2018-19’da ülkenin içişleri bakanı olan Matteo Salvini, kurtarılan göçmenleri taşıyan teknelerin İtalyan limanlarına girişini yasaklarken, ‘İtalya’nın Trump’ı’ statüsünün keyfini çıkarıyordu. Trump yönetimi, 2018 yılında bağlayıcılığı olmayan ‘Güvenli, Kurallı ve Düzenli Göç İçin Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni kabul etmeyi reddedince, dokuz AB hükümeti ve Avustralya gibi diğer bazı ülkeler de aynı yolu izledi.
BİDEN NELER YAPACAK?
Biden, Avrupa’daki enternasyonalistleri güçlendirecek ve milliyetçileri zayıflatacak çok farklı bir örnek ortaya koyacak. Elbette, seçilmiş başkan -Demokratlar gibi daha geniş bir bağlamda- sınırsız bir serbest ticaret ve göç için bastırıyor değil. Bundan ziyade, Amerika’nın Avrupalı müttefikleriyle ticari işbirliğinin sağladığı dış politika kazançlarını kabul ediyor ve göreve geldikten birkaç gün sonra, Trump yönetiminin en tartışmalı göç politikalarından bir kısmını tersine çevirmenin yanı sıra uzun vadede Amerika’nın göçmenlik sistemini yeniden şekillendirme sözü verdi. Biden, başkanlığının ilk gününde Paris İklim Anlaşması’na yeniden katılmakla başlayarak, Trump’ın iklim değişikliğine ilişkin yaklaşımını da çöpe atacak.
Trump’ın gidişiyle, popülist politikacılar yalnızca daha az iç meşruiyete sahip olmakla kalmayacak, aynı zamanda hükümetler milliyetçi tutumları nedeniyle daha yüksek bir uluslararası bedelle karşı karşıya kalacaklar. Trump, başta Macaristan ve Polonya olmak üzere, Avrupa’nın milliyetçi hükümetleri için güçlü bir müttefikti. Polonya’nın iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi Almanya ile kavga edip AB’nin sığınma, yargı bağımsızlığı ve daha birçok konudaki politikalarına karşı çıktığında, Avrupalı ortakları ona sırtını dönse bile Trump’ın onu Vladimir Putin Rusyası gibi en intikamcı olanlardan bile koruyacağından emindi. Biden Beyaz Saray’a taşındığında, Polonya hükümeti yapıcı olmak doğrultusunda daha fazla baskı hissedecek.
Aynı şey İngiltere Başbakanı Boris Johnson için de geçerli. Trump, Brexit’i bir egemenlik ifadesi olarak savundu, ikili ticaret anlaşması ihtimalini bir ödül olarak kullandı ve Johnson’ı, Avrupa Birliği ile ilişkisini sert bir çizgide yürütmeye teşvik etti.
Biden bir Brexit ya da Johnson hayranı değil; tahmin edebileceğiniz gibi, başkan Barack Obama’nın ‘yarı-Kenyalı’ ataları hakkında ırkçı hakaretler içeren referandum kampanyasını unutmuş olması da mümkün değil. Dahası, sık sık İrlandalı atalarından bahseden Biden, Kuzey İrlanda’da barışa yönelik hiçbir tehdidi kabul etmeyeceklerini açıkça belirtti. Johnson, Brexit sonrası bir ticaret anlaşmasını müzakere etmek için vakit daralıyorken, artık uzlaşmak için çok daha büyük bir baskı altında.
Yani, popülist milliyetçilik henüz ölmedi. Ancak mağlup edilebilir ve Trump’ın düşüşü büyük ihtimalle bunu daha kolay hale getirecek. Avrupalılar bu göreve hazır mı?
Makalenin orijinali The Project Syndicate sitesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)