Trump’ın anlaşma çabaları Ortadoğu’ya barış getirmeyecek
Barış her zaman için hoş bir umuttur ama ‘ne pahasına olursa olsun’ diyerek gerçekleşmez. Görevden ayrılmaya hazırlanan ABD Başkanı Donald Trump, kimin zarar gördüğünü umursamaksızın, Suudi Arabistan ile İsrail anlaşmasını imzalatmanın peşinde.
Simon Tisdall
Adaletsizliği perçinleyen, güçsüzleri cezalandıran ve açgözlülük, şantaj ve silah satışlarıyla yönlendirilen barış anlaşmalarının barışla pek ilgisi yoktur ve bu anlaşmaların uzun süre varlığını koruması da pek olası değildir. Buna karşı Ortadoğu son dönemde bu türden tehlikeli anlaşmalara tanık oldu. Bunların tamamı İsrail’le ilgili ve bu taşların tamamı Beyaz Saray tarafından alelacele döşendi. Beklenmedik biçimde başkanlığı sona ermek üzere olan Donald Trump, yangından mal kaçırır gibi zıvanadan çıkmış bir dış politika ticaretiyle meşgul görünüyor.
ANLAŞMALAR KİME HİZMET EDİYOR?
Barış her zaman için hoş bir umuttur ama ‘ne pahasına olursa olsun’ diyerek gerçekleşmez. Trump’ın İsrail adına yürüttüğü pazarlıklar, Filistinlilerin haklarını acımasız biçimde alay konusu haline getirdi. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, İsrail ile ilişkileri normale döndürerek, resmî tanınmayı yaşanabilir, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması şartına bağlayan 2002 Arap Barış Girişimi’nden koptular. Yeni anlaşma, ABD’nin gelişmiş silahları ve para kazandıran iş ve ticaret fırsatlarını teklif etmesiyle cazip bir hale getirildi.
İsrail’in yeni dostları gurur duyulacak türden ülkeler değiller. Her iki ülke de otokratik monarşilerle yönetiliyor. Her ikisinin geçmişi de kendileriyle aynı fikirde olmayanları hapse atarak mağdur ettikleri örneklerle dolu. Kadınların ve göçmen işçilerin hakları göz ardı ediliyor. Her iki rejim de İsrail ile ortak düşmanları olan İran arasında bir savaş yaşanması halinde güvenilemezdir ve bu nokta, anlaşmanın sözde varoluş nedeninin de bir parçasıdır. BAE’nin ordusu genellikle Yemen ve Libya’daki sivilleri bombalamasıyla gündeme gelmektedir.
Ayrıca Trump, geçtiğimiz günlerde Sudan’ı, Dünya Bankası ve IMF’den çaresiz biçimde ihtiyaç duydukları yardımı veto etmemesi karşılığında İsrail’le barışmaya zorladı. (Sudan’ın başkenti/ç.n) Hartum, ilk olarak ABD’nin, Amerikalı terör kurbanlarına ödenmesi gerektiğini beyan ettiği 335 milyon dolarlık tazminatı ödemek zorunda kaldı.
Yanı sıra, Sudan, ABD’nin ‘teröre destek veren devletler’ listesinden de çıkarıldı. Bu yaklaşım pek de cömertçe değil. Washington, tüm bunları geçen yıl Ömer el Beşir’in diktatörlüğü devrildikten sonra karşılıksız biçimde yapmalıydı.
BATI SAHRA’DA DÜŞMANLIK TOHUMLARI EKİYOR
Trump’ın son ‘bizim dönemimizde imzalanan barış’ sahtekârlığı, Filistinlilerin maruz kaldığı, BAE ile Bahreyn eliyle ‘sırtından bıçaklanma’ gerçeğinin bir yansımasıdır. Trump, Fas’ın bu ay İsrail’i resmen tanımasını sağlamak için, ABD’nin, büyük kısmı Fas işgali altındaki tartışmalı Batı Sahra’da BM gözetiminde düzenlenen bağımsızlık referandumuna ilişkin onlarca yıllık taahhütten vazgeçti ve Rabat’ın bölgenin tamamı üzerindeki egemenliğini koşulsuz biçimde tanıdı. Başkan, bunu yaparken BM kararlarını görmezden geldi ve Batı Sahra halklarına, komşu ülkeler olan Cezayir ve Moritanya’ya ya da Afrika Birliği (AU) veya AB’ye danışmadı.
1976’da AB destekli Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti’ni ilan eden Polisario Cephesi’nin bu karara verdiği süratli ve öngörülebilir tepki, Fas ile 29 yıllık ateşkese son vererek düşmanlığın yeniden başladığını ilan etmek oldu. Filistinliler gibi Batı Sahra halkı da uluslararası toplumun vaatlerine güveniyordu. Filistinliler gibi Batı Sahralılar da ihanete uğradılar. Dünyanın daha geniş bir kesiminde çok az kişi bunu fark etmiş gibi görünüyor.
Trump’ın, bu rüşveti hak etmek için neredeyse hiçbir şey yapmayan Fas’a bunu sunması gerekmiyordu. Fransa’nın da desteğiyle, BM’nin güvenilir bir referandum düzenleme girişimlerini ısrarla engelledi. Batı Şeria’da yapılana benzer şekilde, Kuzeyli (Faslı/ç.n.) yerleşimcileri demografik ve etnik profili değiştirecek biçimde Batı Sahra’ya taşınmaya cesaretlendirdi. İspanyol sömürge egemenliğinin sona ermesinden ve Fas’ın burayı işgalinden 45 yıl sonra, tıpkı Lübnan’daki Filistinliler gibi, on binlerce Batı Sahralı mülteci Cezayir’deki kamplarda yaşıyor.
Uzun zamandır Rabat’la perde arkası ilişkileri koruyan İsrail’in de aslında Fas’ın diplomatik onayına büyük bir ihtiyacı yoktu. Trump, dört yıllık dış politika başarısızlıklarını telafi etmeyi ve sözde pan-Arap, İran karşıtı ittifakını daha da güçlendirmeyi umarak, sırf kendini yüceltmek adına bu bayağı anlaşmayı zorladı.
BOLTON CİDDİ UYARILARDA BULUNUYOR
Washington’da bulunan herkes başını diğer yöne çevirmiyor. Trump’ın görevden aldığı Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, eski patronunun Batı Sahra halkını 'bir otobüsün altına ittiğini' ifade etti. Trump’ın aceleci kararı, İslamcı-cihatçı etkiye karşı savunmasız olan Sahel’in kıyısında ve tutuşmaya hazır bir bölgede donmuş haldeki bir çatışmayı yeniden alevlendirdi. Bolton, çatışmaların henüz başlamadığını ancak çok yakında bunun yaşanabileceğini savundu.
Bolton geçen haftaki yazısında, “Amatörler ABD diplomasisini ele geçirdiğinde böyle şeyler oluyor ve ne yazık ki Trump’ın apaçık etkileşimsel yaklaşımı bunun bilindik nedenidir” diyordu. “Bir meyve sineğinin dikkat süresi içinde ve fazlasıyla dar terimlerle bakıldığında, onun gözünde her şey potansiyel bir anlaşma gibi görünür. Karmaşık uluslararası senaryolarda tüm değerleri ve öz kaynakları tam anlamıyla tartmak onun tarzı değil... Neyse ki Trump, Kuzey Kore ya da İran ile bir nükleer anlaşma imzalamadı. O durumda neler vermiş olabileceğini ancak hayal edebilirsiniz.”
Bolton, seçilmiş başkan Joe Biden’ı gidişatı tersine çevirmeye ve ABD’nin Batı Sahra’daki Fas egemenliğini tanıma kararını acilen iptal etmeye çağırdı. Bolton, bu tür bir düzeltmenin İsrail için pek de önemli olmayacağını ve 'Fas işgalinin altında yatan nedeni, yani olası önemli mineral kaynaklar üzerindeki kontrol istediğini' ortaya çıkaracağını savundu.
VERİLEN BÜYÜK HASAR ONARILABİLİR Mİ?
ABD'nin yüz seksen derece dönüşü kesinlikle bölgesel onay alacaktır. Polisario’nun ana destekçisi olan Cezayir, ABD’nin son hamlesinin 'yasal bir etkisi olmadığını' açıkladı. İspanya ve AB, süreç yıllar boyunca kumlara gömülmüş olsa da BM denetiminde müzakerelerin yeniden başlatılması çağrısında bulundu. Filistinli yetkililer bu konuda katı bir tutum sergiliyor. Filistin Kurtuluş Örgütü’nden (FKÖ) Bassam as-Salhi, “Arapların 2002 Barış Girişimi’nden çekilmesi ve İsrail’in saldırganlığını ve Filistin halkının haklarını inkâr etmesi kabul edilemez” açıklamasını yaptı.
Ne var ki, verdiği zararla, Trump bildiği yolda devam ediyor. Gözünü artık en büyük ödüle dikmiş durumda: Suudi Arabistan ile İsrail arasında bir ‘barış anlaşması’. Doğru nedenlerle yapılsa ve daha önceki girişimlere saygı duyulsaydı, bu (anlaşma/ç.n.) memnuniyetle karşılanırdı. Trump’ın siciline bakılırsa, bunu umut etmek gerçekten de çok zor. Bu meselede iki kampa ayrılmış olan Suudi liderler, bugüne dek Trump’ın bu meseleye ilişkin yağcı tavrını açık biçimde reddediyorlar.
Ama o yine de denemeye devam edecek. Trump açısından, kişisel olarak siyasi ve mali açıdan avantajlı olduğunu hesapladığı biçimde İsrail ve Suudileri bir araya getirmek, hangi vaatlerden vazgeçildiğine ya da kimin zarar gördüğüne bakılmaksızın, şahsi ve tehlikeli bir ‘yüzyılın anlaşması’ olacaktır.
Yazının orjinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)