TSK’den atılan askerler: AKP döneminde militarist hiyerarşi yeniden düzenlendi

12 Eylül döneminde TSK’den atılan Muhsin Dalfidan, AK Parti döneminde militarizm ve militarist değerlere askeri darbe dönemlerinden bile daha fazla sahip çıkıldığını belirtti.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAM-DER), “Militarizmden Arındırılmış Bir Dünya Ütopyası” başlıklı sempozyumun ikincisini bu yıl “Militarizm ve Milliyetçilik” başlığıyla gerçekleştirdi. İki gün süren sempozyumda militarizm ve milliyetçilik konusu farklı başlıklar altında incelendi.

Derneğin sempozyum koordinatörü Muhsin Dalfidan, dünden bugüne hem özlük hak mücadelelerini hem de demokrasi mücadelesini örgütlü olarak sürdürmeye çabaladıklarını belirterek, TSK’den atılan askerler tarafından kurulmuş olan derneğin militarizmi sorgulamasının önemli olduğunu söyledi.

Türkiye’de militarizm nasıl dönüştü? Türkiye’deki yeni militarizasyonun topluma yansımaları nasıl ve ne gibi tehlikelere işaret ediyor? SADAT’ın varlığı devlet yapısının giderek daha çok paramiliterleşmesi anlamına mı geliyor?

12 Eylül döneminde sol görüşlü olduğu gerekçesiyle TSK’den atılan Muhsin Dalfidan sorularımızı cevapladı.

Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği üyesi Muhsin Dalfidan 

‘HER BİRİMİZ MİLİTARİZMİN ZULMÜNE UĞRAMIŞ KİŞİLERİZ’

Derneğinizi ve faaliyetlerini kısaca tanıtır mısınız?

Bizler 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbe süreçlerinde siyasi görüşlerimiz nedeniyle TSK’den atıldık. 'Our boys' Kenan Evren'in "Onlara hain lafını bile az bulurum" dediği askerleriz. Dünden bugüne hem özlük hak mücadelemizi hem de demokrasi mücadelemizi örgütlü olarak sürdürmeye çabaladık. Derneğimizin iki temel amacı var. Bunlardan biri özlük hak mücadelesi, ikincisi ise diktatörlüklere, darbelere ve militarizme karşı mücadele etmek.

Her birimiz, militarizmin zulmüne uğramış kişileriz. Dernek üyeleri olarak bir başka ortak paydamız, militarizmin en kristalize kurumu orduyu yakından tanıyan, genç yaşlardan itibaren militarizmin ihtiyaç duyduğu eğitim ve öğrenimden geçerek komuta kademesinde yer alması için hazırlanan kişiler olmamız.

'Militarizmden arındırılmış bir dünya ütopyası' başlıklı bir sempozyum yaptınız. Böyle bir sempozyuma neden ihtiyaç duyuldu?

Militarizm konusunda sempozyum yapmamız tesadüfi değil. Tam da ortak paydamız ve özgünlüğümüzün sonucu. Militarizme karşı mücadele derneğimizin varlık koşullarından birisi. TSK’den atılan askerler tarafından kurulmuş olan derneğin militarizmi sorgulaması önemli. Militarist kurum içinden gelen bizlerin, militarizme ilişkin sözümüzün ve aracılık ettiğimiz sözlerin toplumdaki dikkat edilirliğinin yüksek olacağını düşündük. Bu özgünlüğü değerlendirme sorumluluğu duyduk ve sempozyum kararı alarak icraata geçtik.

Sempozyum ihtiyacının asıl nedeni, militarizmin tüm dünyayı ve ülkemizi kuşatma altına aldığı günlerden geçmekte olmamız. Militer ideoloji, tutum, davranış, ilişki ve yapılarla belirlenen devlet ve toplumda, nefes almakta zorlanır hale gelmiş olmamız. Küresel ve işbirlikçi sermayenin çoklu krizini aşmak için militarizm ve totaliter rejimler eliyle toplum üzerinde topyekûn tahakküm kurmaya girişmiş olması. Elbette militarizm sermaye için egemenliğini sürdürmenin en elverişli aparatı ola geldi. Ama bugün militarizmin ideolojik hegemonyası ve elverişli aparat olma hali bambaşka. Tüm bunlar, militarizme karşı mücadelenin parçası olarak sempozyumu güncel ihtiyaç haline getirdi.

‘POLİTİK PRATİĞİN BİR PARÇASIYIZ’

Bu akademik ağırlıklı sempozyumlarla ülkenin kültürel-entelektüel hayatına nasıl bir katkı sunmayı amaçlıyorsunuz?

Sempozyumu salt akademik bir çalışma olarak görmüyoruz. Sempozyum ile militarizmi analiz etmeye çabalıyoruz. Militarizmin uygulama araçlarını ve yol arkadaşı ideolojileri analiz ediyoruz. Militarizmin, farklı toplumsal sorunlarına, toplumun farklı kesimlerinin birbirleriyle ilişkilerine, toplumun farklı kesimlerinin/sınıflarının devletle ilişkilerine ve bütün bu alanların sorunlarına dahli üzerine üretim yapmaya çalışıyoruz.

Bu yıl akademik alan dışından toplumsal mücadele içindeki aktivist, entelektüel ve mücadele insanları da sempozyumda yer aldı. Sempozyum sadece akademik alandan değil, sosyal ve politik alandan üretimleri de içeriyor. Aslında biz bu alanları birbirinden bağımsız kompartımanlar olarak görmüyoruz. Sermayenin yaptığının tersine ekonomik, siyasal ve diğer alanların birbiriyle ilişki içinde iç içe bir bütünün parçaları olduğunu düşünüyoruz. Buna göre de hareket etmeye çalışıyoruz.

Biz militarizmle mücadele konusunda akademinin dili, üretimi ve deneyimiyle, siyasetin dili, üretimi, deneyimini ve toplumsal alanın dili, üretimi ve pratiğinin deneyimini buluşturmaya çabalıyoruz. Bu alanların hepsinden süzülüp gelen birikimleri ortaklaştırmayı ve ortaklaşılanın tekrar alanlara geri dönmesini amaçlıyoruz. Bu alanların birbirine değdiği, bakıştıkları ölçüde toplumsalın farklı ama uyumlu ritimleri olarak daha fazla işlev görebileceklerini düşünüyoruz. Sadece kültürel-entelektüel yaşama katkı peşinde değiliz. Politik pratiğin de parçasıyız. Ancak entelektüel birikimi de önemsiyoruz. Geçmişte bir ölçüde sağlanmış olan entelektüel hegemonya bugün yitirilmiş durumda. Bunun tekrar kazanılması şart. Sempozyumlar dizisiyle militarizme karşı mevcut birikimin gelişiminde, bu alana ilişkin entelektüel, kültürel ve politik praksis düzeyinde sıçrama yaratılmasında katkımızın olacağından umutluyuz. Sempozyum üretimlerini video sunumlar, dijital ve basılı kitaplar olarak toplumsal belleğin kazanımı haline getiriyoruz.

‘ZAMAN ZAMAN BU KONUDA ELEŞTİRİLER ALIYORUZ’

Sizce derneğin adının 'adam' kelimesi içermesi, toplumsal cinsiyet konusunda duyarsızlığın bir göstergesi olarak anlaşılmaya müsait değil mi? Neden ADAM-DER?

Derneğin Adı Asker Darbelerin Asker Muhalifleri, ADAM-DER ise kısaltılmış adı. Derneğimizin adını belirlerken çok tartıştık, askeri darbelerin mağduru mu, muhatabı mı, muhalifi miyiz diye... Mağduru kavramını baştan eledik. Sonunda muhalif de karar kıldık. Bizler eski askerleriz. Askeri darbelere karşıyız ve muhalifiz. Darbelere, militarizme, diktatörlüklere karşı bir dernek kurduk. Doğal olarak derneğin adı da bu bağlamda belirlendi. Yani kısa adımız 'ADAM' olsun diye bir çabamız olmadı.

Derneğimizin toplumsal cinsiyet konusunda duyarsız olmadığını söylemeliyim. Son bir yıldır birlikte yaşadığımız kadınlar ve çocuklarımızın da derneğe üye olmaya başlamasıyla katıksız erkekler topluluğu olmaktan az da olsa kurtulduk. Ama ağırlıklı olarak erkeklerden oluşan bir derneğiz. TSK’den atılanların üye olabildiği dernek için bu durum kaçınılmaz. Erkek olmak başlı başına patriarkal düzenin egemeni olma anlamına gelir. Erkek ne kadar duyarlıyım dese de toplumsal cinsiyet rolünden tümüyle azade olmadığını görmeli!

Sorunuzun özüne dönecek olursam elbette ADAM sözcüğü eril dilin ve patriarkal sistemin ürettiği bir kavram. Ezen, egemen cins erkeği ve erkekliği yücelten bir kavram olarak cinsiyet eşitsizliğini ve ayrımcılığını meşrulaştırıyor. Dolayısıyla duyarlıyız demek yetmez. Gerçek duyarlılık özde ve biçimde, davranışta ve kavramsallaştırmada duyarlılığa uygun davranmaktır. Biz “ADAM” ı sözlük anlamıyla kullanmıyoruz. Ancak niyetimizden bağımsız da olsa bu kavram patriarkayı, insanı erkekle özdeşleştirmeyi ve onunla hoşnut olma durumunu çağrıştırıyor. Zaman zaman bu konuda eleştiriler de alıyoruz.

Sonuç olarak derneğimizin kolektif aklı cinsiyet ayrımcılığına karşıdır. Erkekliğimizin farkındadır. Erkekliğimizi sorgulamaktan bir an bile imtina etmiyoruz. Niyetimizden bağımsız, 'ADAM' kavramının erilliğini fark etmek önemli. Ve biz fark edenlerden olmaya çabalıyoruz.

‘OTORİTER REJİM, TOTALİTERLİKLE KENDİNİ GELİŞTİRDİ’

Türkiye’de militarizm 28 Şubat sonrası var olan siyasi gelişmelerle birlikte Kemalist-milliyetçi bir yapıdan ümmetçi ve milliyetçi bir yapıya dönüştü. Başka bir deyişle militarizm adeta AK Parti iktidarı ile beraber 'sivilleşti'. Bu dönüşüm nasıl gerçekleşti?

Militarizmin sivilleştiği tespitini tırnak içine alarak kabul edebilirim. Yoksa sivilleşen bir durum yok. Militarizm kavramının sözcük anlamı orduculuk, askerciliktir. Ama militarizm hiyerarşi, disiplin, itaat, tek tipleştirme, biat, şehitlik ve gaziliği kutsama, ölme ve öldürmeyi yüceltme, şiddeti temel çözüm yönetimi olarak benimseme gibi askeri değerlerin toplumsal kabulüdür. Toplumun bu değerler temelinde oluşturulması ve biçimlendirilmesi halidir. Yani militarizm her zaman toplumsal olana içkindir.

AKP döneminde yaşanan sivilleşme değil, militarist hiyerarşinin yeniden dizilişidir. Devlet kurumları arasındaki güç ve otorite dağılımındaki sıralamadaki değişikliktir. Bu dönüşüm AKP’nin iktidara gelişindeki stratejinin gereği. Başlangıçta tam bir algı yönetimi ve taktiksel manevralarla toplumun anlamlı kısmını arkasına aldı. Askeri vesayeti kaldıracak, ileri demokrasiyi inşa edecek, barışı tesis edecek, siyaset elitlerinden değil halkın bağrından çıkıp gelen “bizden” olanların iktidarı algısı başarıyla oluşturuldu. Eski rejimin kurumları, sistem yanlısı zihniyete sahip geniş kitleler gözünde itibarsızlaştırıldı. Sol içinden bile yetmez ama evet diyenler çıktı.

Yıl 2007’lere geldiğinde ikinci aşamaya geçildi. 2007 yılındaki Ergenekon operasyonuyla devlet içi hegemonya dengeleri ordu aleyhine değişmeye başladı. 2011 balyoz operasyonlarıyla devletin yürütme ve yargı kurumları eliyle TSK’den ciddi tasfiyelerle denge iyice değişti. 17-25 Aralık 2013 sürecine gelindiğinde köprünün altından çok sular akmış ve atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Yol arkadaşı Gülen örgütlenmesiyle iktidarı paylaşmanın gereği de kalmamıştı. O günden bugüne yaşananları hepimiz biliyoruz. Otoriter rejim, totaliterlikle kendini geliştirdi. 21.yüzyılın faşizminin inşasının son çivilerinin çakılmakta olduğu bugünlere geldik. Bu sürecin şekillenmesinde burjuva muhalefetin suç ortaklığı ve düzen muhalifi toplumsal muhalefetin basiretsizliği, mecalsizliği, öngörüsüzlüğü ve öz gücüne güvensizliği ön açıcı rol oynadı.

Baskı ve şiddetin devletin tüm birimlerinin yönetme ve icraat enstrümanı hali daha da gelişti. “Sivil”lik vurgusu altında askeri değerlerin ve militarist ideolojinin hegemonyası geliştirildi. Oysa sivillik askeri değerlerden arınmakla başlar. Bu militarist hegemonyada asker ve askeri değerlerin başat rolünde bir değişiklik yok. Militarizmin önceliği, militarist ideoloji ve kurumsallaşma temelinde devlet ve toplum dizaynı aynen sürmekte. Militarizm ve militarist değerlere askeri darbe dönemlerinden bile daha fazla sahip çıkan rejimin, askeri vesayete karşıyım demesinin ve sivillik vurgusunun gerçekliği yok.

‘TÜRKİYE’DE ORDUNUN MİLİTARİST HİYERARŞİSİ GÜÇLÜ’

Yeni militarizasyonun Türkiye toplumuna yansımaları nasıl ve ne gibi tehlikelere işaret ediyor?

Yeni bir rejimin inşası tamamlanmak üzere. Bu rejimin adı faşizm. Bu süreci AKP’nin ihtirasları ve iktidar hırsı olarak okumak çok yanlış olur. Bu gelişme dünya ve Türkiye ölçeğindeki sermaye düzeninin yönelimi ve ihtiyacından bağımsız değil. Kapitalizm siyasal ve tarihsel olarak sınırlarına dayanmış durumda. Özetle kapitalizm, insanlığı parçası olduğu doğa ile birlikte yok oluşa sürüklüyor. Bu yok oluşu gören sermaye, çıkışını teknolojinin de imkânlarını kullanarak güvenlik devleti ve distopik bir toplumun inşasında görüyor.

Avrupa’da sağ/faşizan iktidarlar ardı ardına sahne alıyor. Görünen o ki, kapitalizm 21.yüzyılın koşullarına adapte edilmiş totaliter ve /veya faşist iktidarlara muhtaç. İşte böylesi bir tarihsel süreçte militarizm yine sermayenin en kullanışlı aparatı olarak görevinin başında…

İsrail ve Yunanistan’da savaşa ve yöntemlerine karşı aktif tavır alan muvazzaf asker grupları var. Bu gruplar zaman zaman etkili ve ses getiren eylemler yapıyorlar. Türkiye ile karşılaştırdığımızda ordu içindeki muvazzaf askerlerin savaşın yöntemleri, politik ve insani sonuçlarına ilişkin tepkileri neler?

Türkiye’de ordunun militarist hiyerarşisi güçlü. Yine Türkiye’de askeri değerler sadece ordu da değil toplumda da oldukça güçlü. Askerlik ve ordu sadece görev ve kurum olarak değil kültürel değer olarak görülüyor. Türk ırkının savaşçı olduğu “her Türk asker doğar” ritüelleri bunun ifadesi. Ordu içinde her zaman klikler olmuştur. Ancak bu klikler hiyerarşi kavgası temelinde ya da militarizmin kendi içindeki saflaşmalar. Saflaşmalar savaşın yöntemlerinde ve sermaye gruplarının kendi iç çelişkilerinin yansımasının uzantıları temelinde olabilir. Bu kliklerin açıktan toplum önünde kavga etmelerine yol açmıyor. Çünkü “kol kırılır yen içinde kalır.” Zaman zaman güçlü olanın güçsüz olanı tasfiyesi gündeme gelir, daha ötesi yok. Bu durumda politik ve insani temelde tepkilerin kolektif hal alması beklenemez. Tekil örnekler ise her zaman olabilir.

Ordu toplumsal alanın yönelimlerinden birebir nasibini her zaman alır. Bu bağlamda 12 Eylül ve 12 Mart dönemlerinde orduda politik ve insani temelde tepki potansiyeli olan gruplaşmalar oldu. Bu, dönemin toplumsal ikliminin yansımasıyla olmuştur. Ancak bu merkezkaç ve militarist işlevlere uyumsuz anlayışlar dışlandı ve tasfiye edildi. Dahası ötekileştirilip “iç düşman” olarak itibarsızlaştırmaya tabi tutuldular. Dolayısıyla toplumsal alanın militarizmden arındırılmasına ilişkin belirli kazanımlar olmadan ordu içinde militarist işlevlere ilişkin politik ve insani tepkiler beklemek gerçekçi olmaz.

‘PARAMİLİTER GÜÇLER BUGÜN ÇOK DAHA YAYGIN’

1990’lı yıllarda resmi devlet güçlerinin de paramiliterleşmesi ile birlikte Hizbullah, JİTEM gibi infaz birlikleri kuruldu. Bugün geldiğimiz noktada SADAT’ın varlığı devlet yapısının giderek daha çok paramiliterleşmesi anlamına mı geliyor? Son olarak bu konuda neler söylersiniz?

Türkiye’de paramiliter güçler her zaman var olmuştur. Bunlar toplumsal iklime göre bazen geri çekilir bazen sahnede başrol oynar. Özel Harp Dairesi’ni paramiliter güçlersiz anmak gerçekçi olmaz. Yeni rejimin inşasına paralel olarak paramiliter güçlerin yapısında ve yaygınlığında da değişimler yaşandı. Tersi olsaydı şaşardım.

DAEŞ artığı gerici çeteler himaye edildi. SADAT gibi niyetini açıkça beyan etmiş bir kurumun, bu çete artıklarını tedhiş ve terör elemanı olarak yetiştirdiği kamuoyuna yansıyor. Farklı illerde silahlı eğitim kamplarının olduğu toplumsal muhalefet tarafından değil, sistemin has evlatları tarafından bile açıklanır oldu. Yeni rejimin yerleşmesi paramiliter güçlerin varlığını da önceler. Dünya örneklerinde de bunu görüyoruz. Sadece SADAT değil birçok yarı mafya, yarı resmi güçler her yerde cirit atıyor. Evet, her zaman paramiliter güçlerle iç içe olan devlet, bugün çok daha yaygın, yoğun ve kapsamlı bir iç içelikle malul. Dibin dibini mi göreceğiz, maviliklere yelken mi açacağız? Önümüzdeki günler gösterecek.