Tuhaf bir 'yaratık': 1980 Kuşağı
Darbe sürecinden sonra, söylendiği gibi, “1980 Kuşağı” adıyla anılacak olan bu kuşaktan çok sayıdaki şair, darbe sürecinden önceki şiirsel çıkışlarını, zaten şiir dilinin dışına taşırmadan sürdüren şairlerden oluşuyordu. Haydi biz de “kuşak” diyelim bunlara ama nedenini doğru ölçütlerle belirtelim: Bu kuşak her şeyden önce dil estetiğini önemseyen, okuyan, şiirin entelektüel bir etkinlik olduğunun farkında olan bir kuşaktı.
Bazı üniversite hocaları, akademik çalışma yapanlar ya da şiir yazan bazı arkadaşlar, 1980’den birkaç yıl önce ve sonra şiir yayımlamaya başlayan, aralarında benim de bulunduğum şairleri “1980 Kuşağı” olarak adlandırıyorlar ve bu konuda makaleler, kitaplar yayınlıyorlar. Bu kuşağın içinde şu adlar sayılıyor: Tuğrul Tanyol, Haydar Ergülen, Metin Celâl, Mehmet Müfit, Enver Ercan, Oktay Taftalı, Seyhan Erözçelik, Ahmet Güntan, Sami Baydar, Nilgün Marmara, Şavkar Altınel, Roni Margulies, Turgay Fişekçi, Yaşar Miraç, Adnan Özer, Murathan Mungan , İhsan Deniz, Lale Müldür, Hüseyin Atlansoy, Gülseli İnal, Ali Günvar, Mehmet Ocaktan, Arif Dülger, Osman Konuk, Vural Bahadır Bayrıl, Osman Hakan A., Sefa Kaplan, Nevzat Çelik, Ahmet Erhan, Salih Bolat, Şükrü Erbaş, Metin Cengiz, Hüseyin Haydar, Orhan Alkaya, Ali Cengizkan, Ali Asker Barut , küçük İskender, Sunay Akın, Oğuzhan Akay, Metin Üstündağ, Akgün Akova. Elbette bu adların tümünü onayladığım düşünülmemeli.
İnternette rastladığım, bu konuda yazılmış çok sayıdaki yazı, genel olarak “1980 Kuşağı Türk Şiirinin Özellikleri”ni belirtirken, şiir ile ilgisi olmayan, son derece yanlış ve zaman zaman haksız olan aşağıdaki konuları da belirtiyorlar.
Bu kuşağın içinde sayılan biri olarak, bakalım onlara göre biz neler yapmışız:
- Şiiri popüler kültürün parçası haline getirmişiz,
- Şiirin esas konusunun birey olduğu anlayışını benimsemişiz.
- Sansasyonel çıkışlarla gazete sayfalarını günlerce meşgul etmişiz,
- Şiire şiir dışında bir ödev yüklememişiz. (Ne demekse?)
- Şiiri politikadan, ideolojiden, mesajdan soyutlayarak kendi içine yöneltmişiz,
- Şiiri düz yazıya yaklaştırmışız,
- Kapalı ve yoruma açık bir anlatımı yeğlemişiz,
- İkinci Yeni şiirine özgü uzak çağrışmalara yeniden yönelmişiz,
- İçerikten çok, söyleyiş ve yapıya önem vermişiz.
- Çocukluk, şiirimizin temel izleklerinden biri olmuş.
Bizim şiirimizin özelliklerini böyle belirten akademisyen arkadaşlar, 1980 Kuşağı adını verdikleri bizim kuşağın şiirini de şu şekilde kategorize ediyorlar:
“İmge Şiiri” yazanlar, “Anlatımcı Şiir” yazanlar, “Folklorik/Mitolojik Şiir” yazanlar, “Mistik/Metafizik Şiir” yazanlar, “Gelenekselci Şiir” yazanlar, “Toplumcu Şiir” yazanlar, “Yenibütün, Beatnic/Marjinalci Şiir” yazanlar, “Yeni Garipçi Şiir” yazanlar.
Şimdi şu soruyu sorma hakkım var: Bir dönemde yazılmış bir şiiri sekiz başlık altında kategorize edebiliyorsanız, bu nasıl “kuşak” oluyor?
Kendi adıma konuşmam gerekirse, bu kuşağın içinde sayılan şiirim, “toplumcu şiir” başlığı altında değerlendiriliyor. Oysa “imge”, benim şiirlerimin genel özelliğidir. Şiirler kategori altında ayrıştırılırken, birbiriyle ilgisiz ölçütler temel alınıyor: Estetik, sosyolojik, ideolojik ölçütler karışık olarak kullanılıyor. Oysa, örneğin benim şiirimin ideolojik olarak “toplumcu” olduğu söylenebilir belki ama estetik olarak “imge şiiri” olduğu da söylenebilir. Hatta “anlatımcı şiir” olarak da nitelenebilir. Çelişkilerle dolu bir kuşak tanımlaması…Örneğin, 1980 Kuşağı şiirinin özellikleri belirtilirken, bir yandan “şiire şiir dışında bir ödev yüklenmemiştir” ve “şiir politikadan, ideolojiden, mesajdan soyutlanarak kendi içine yönelmiştir” deniliyor; bir yandan da örneğin benim şiirim “toplumcu şiir” başlığı altında belirtiliyor. “Toplumcu şiir” nedir? Şiiri ideolojiden soyutlamayan şiirdir, öyle değil mi? Toplumcu şiir, şiire toplumsal görev yükleyen şiirdir. E, hani 1980 Kuşağı, şiire toplumsal görev yüklememişti? Elbette toplumculuğun, görevciliğin nitelikleri, sınırları tartışılabilir.
Şu da var, belirtildiği gibi bu dönemde şiiri düzyazıya yaklaştırmışız… Bizden önce de düzyazı şiir yazan Melih Cevdet, Oktay Rifat, İlhan Berk gibi şairler olmuştur. Evet, şiirimizde çok fazla denenmemiş olan “düzyazı şiir (poesie en prose)” in bu dönemde daha çok yazılması şiirimize getirilmiş bir olanak olarak görülmelidir. Yoksa, şiirin dışına çıkıldığı söylenemez.
Geriye ne kalıyor? Şiir yazan belli yaş aralığındaki insanları “kuşak” gibi bir zorlama sınıflamaya katmak. Bu da gerekli mi? Hani “1940 Kuşağı Şairleri” var. Ama bu şairlerin estetik ve ideolojik iki ortak özelliği var: Nazım Hikmet estetiği ve sosyalizm. Oysa 1980 Kuşağı için herhangi bir homojen özellikten söz edemeyiz.
Darbe sürecinden sonra, söylendiği gibi, “1980 Kuşağı” adıyla anılacak olan bu kuşaktan çok sayıdaki şair, darbe sürecinden önceki şiirsel çıkışlarını, zaten şiir dilinin dışına taşırmadan sürdüren şairlerden oluşuyordu. Haydi biz de “kuşak” diyelim bunlara ama nedenini doğru ölçütlerle belirtelim: Bu kuşak her şeyden önce dil estetiğini önemseyen, okuyan, şiirin entelektüel bir etkinlik olduğunun farkında olan bir kuşaktı. Kendinden önceki şiir deneyimlerini (“1940 Kuşağı”, “İkinci Yeni”) anlamaya çalışan, onlardan yararlanan bir kuşak. Antropolojik ilgiler, dinsel ve tinsel duyarlılıklar, imgesel arayışlar, marjinal ilgiler bu kuşağın özellikleri oldu. Demek doğru dürüst şiir yazmak için ne gerekiyorsa, onu yapanlardan oluşuyormuş bu “kuşak”. Elbette “1980 Kuşağı” denilince, homojen bir yapılanma, bir manifesto çevresinde toplanma gibi bir hareket anlaşılmamalı. 1980 Kuşağı'nı oluşturan şairlerin hepsi de tek tek parlayan yıldızlar gibi, kendilerine özgü özellikleriyle şiirsel ilerleme kaydettiler. Onları kuşak olarak adlandırmanın temel ölçütü, şiir yazmaya aşağı yukarı aynı yıllarda başlamış olmaları ve 1980’li yıllarda öne çıkan adlar olmalarıydı. Bu şairler içinde, 12 Eylül dönemindeki politik mücadeleci bir dili sürdürenler de vardı, liberal bir dili sürdürenler de… Bazı yazarların yaptığı gibi, 1980 Kuşağı şairlerini “Üç Çiçek” gibi bir-iki dergi çevresine sıkıştırmak büyük yanılgı olur. Oysa “Yeni Türkü” dergisi, “Yarın” dergisi, “Edebiyat Dostları” dergisi çevresindeki şairler de bu kuşak içinde yer alırlar. Heterojen bir özellik gösteren bu kuşak içinde İslamcı eğilimler taşıyan şairler de vardır, Marksist eğilimler taşıyan şairler de. Demek 1980 Kuşağı bir siyasal toplaşma değil, yukarıda söylediğim gibi “şiir estetiği açısından bazı ortak benzerlikler” gösteren, “şiir üzerindeki politik bilinç baskısının alta çekildiği” ama şiire aynı yıllarda başlamış bir kuşağın adı olmalı. Böyle yapılmazsa, örneğin Şükrü Erbaş’ın şiiriyle küçük İskender’in şiirini bir kuşak altında toplamak saçma olmaz mı?
Şimdi, tehlikeli olan şey, bu konuda yapılan akademik çalışmaların, belirttiğim yanlışlarla birlikte ders kitaplarına da yansıması ve yanlış, haksız ve gerçek olmayan bir “tarihselleştirmenin” kalıcı biçime gelmesidir. Bu nedenle, poetik çalışmalar yapan yazarların, doğru perspektif geliştirebilen akademisyenlerin bu 1980 Kuşağı sorunu ile ilgilenmeleri gerekmektedir. Hatta doğru bir tarih bilinci oluşturma vicdanı taşıyan, konuyla ilgili herkes ilgilenmelidir. Bu konu, kişilerin tekeline ve keyfiyetine bırakılmamalıdır.