YAZARLAR

Tunus bu virajı alabilecek mi?  

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da kurumsal siyaset fonksiyonlarını yitirdiğinde iktidarlar ya askerileşiyor ya da İslamcı alternatif palazlanıyor. Tunus sol sendikalardan İslamcı gruplara çok fazla zıtlıklar barındıran bir ülke. Bunun hem çatışma hem diyalog üreten örnekleri oldu. Ama her iki tarafa da kapı açık.

Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said’in hükümetin görevine son verip, Meclis'i bir aylığına askıya alıp, vekillerin dokunulmazlıklarını dondurarak yaptığı müdahalenin görüntüsünü tek kareyle çerçevelemek imkânsız.
Yaygın olarak müdahale Müslüman Kardeşler kuşağının iktidarla buluştuğu ilk halkaya indirilen son darbe olarak okunuyor.  

AKP kalabalığı ve her türden siyasal İslamcı zümrenin hissettiği gibi müdahale laiklerin Müslüman Kardeşler’i boğma hamlesine indirgenebilir mi? Ya da mesele tamamen El Nahda’dan mı ibarettir? Bu müdahaleyi Müslüman Kardeşler’den kurtuluş olarak kutlayanlar da hedefi El Nahda ile sınırlıyor. Örtüşen bu çıkarım iki taraf için de belki işlevsel. Biri mağruriyet diğeri mağduriyet devşiriyor. Sanırım bu örtüşen yorumun iyi bir fikir olmadığını ilk gören El Nahda lideri ve Meclis Başkanı Raşid el Gannuşi oldu. Birinci günün akşamında baktı ki, olayı yakın dostu Recep Tayyip Erdoğan gibi algılamak siyasal intihar olacak. Hemen El Nahda’nın ılımlılık efsanesiyle pragmatizm üreten tarafına döndü. Meclis önündeki oturma eylemi bitirildi.
Sonuçta Tunus’ta olup biten Mısır’da 2013’de yapıldığı gibi ordudan Cumhurbaşkanı, Hükümet ve Meclis'e yönelik silme bir darbe değil. Müdahaleyi yapan yüzde 72.4 oyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı. Görevine son verilen hükümet, oluşumunu El Nahda ve ortaklarına borçlu olsa da kabine El Nahda’ya tapulu değil. Said, Gannuşi ile ne denli ters düştüyse Başbakan Hişam el Meşişi ile o denli zıtlaştı. Bir ara Gannuşi de Covid-19’la mücadelede yaşanan hezimetler karşısında halkın kabaran öfkesini kendinden uzaklaştırmak için başbakanın altını oymakla meşguldü. Bir önceki başbakanın ayağını kaydıran da El Nahda idi. Askıya alınan Meclis'te ise El Nahda’nın temsiliyeti dörtte bir. Öfkeli ilk saatlerden sonra şimdi bu detayların altını İslamcılar da çiziyor. Hedefi dağıtmak, paydaş bulmak için...
Gannuşi müdahalenin hedefi olarak sadece El Nahda’dan söz ettiğinde buna direnç göstermesi gerekir. Müdahalenin ilk saatlerinde 15 Temmuz’da Türk halkının darbecilere karşı yaptığını yapmaktan bahsediyorlardı. Kimse sokağa inmedi. Müdahaleye destek verenlerle karşı karşıya gelip tamamen marjinalleşmemek için yelkenleri düşürmek belki bir maslahat. Ama işin başka bir yönü de var: El Nahda’nın tabanı da gösteri çağrısına omuz silkti. Meşişi’nin görevi atanacak başbakana bırakacağını açıklaması da El Nahda’nın kanatlarını kıran başka bir faktördü.
***
İlk raundu Said ve El Nahda karşıtlarının kazandığı ortada. El Nahda Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yolundan gitseydi “ölçülü ve muvakkat” bir müdahale belki yıkıcı ve kalıcı bir yönelim kazanacaktı. Tabii Tunus’a özgü koşullar da belirleyici. Tunus ordusu, Mısır ordusu gibi değil; kurumsal otoritenin tesisinden yana duruyor. Bu tutum Said’in ipleri eline almasını kolaylaştırdı ama ona demir eldiven de sunmadı. Kendisinin de bunu istediği söylenemez.
Bunun yıkıcı bir darbeye evrilip evrilmeyeceği Said’in bu olağanüstü dönemi nasıl yöneteceğine bağlı. Kimse Said’in tam olarak ne yapacağını kestiremiyor. Başsavcılık görevini üstlenmesi, epey zamandır isim vermeden eleştirdiği yolsuz parti ve siyasileri şöyle bir elekten geçireceğini gösteriyor. Bunu ne kadar başarabilecek? El Nahda, Tunus’un Kalbi ve Demokratik Kadınlar Birliği seçim kampanyasında yurtdışından usulsüz bağış aldıkları gerekçesiyle mercek altına alındı. Dokunulmazlıkları dondurulan vekillere ve bürokratlara da dokunulacak. Operasyonlar Başbakanlık Divanı'ndaki isimlerin gözaltına alınmasıyla başladı.
Mısır, Tunus ve Libya gibi Arap Baharı’nın üzerinden geçtiği ülkelerde geçiş dönemleri ganimetçi istilasına maruz kaldı. Herkes bir daha bu fırsat gelmez dercesine siyasete, devlete ve ekonomiye çöküyor. Müthiş bir hırsızlık ve devleti işlevsizleştirme var. El Nahda 10 yılda 11 hükümetin teşkilinde birinci dereceden rol almış parti olarak yolsuzluk, usulsüzlük, hukuksuzluk, kayırmacılık ve devleti ele geçirme suçlamasından aslan payını alıyor. Bu kirliliğe ilaveten El Nahda muhalefetteki kuşku ve nefreti besleyen eylem ve söylemlere de imza attı: Bir kere demokrasiyi araç olarak kullanıp iktidara eriştikçe çok sözü edilen uzlaşmacılıklarını terk edebileceğini gösterdi. El Nahda’nın hoşgörü kanatları altında Selefilere ve El Kaide çizgisindeki cihatçılara alan açıldı. Tunus’un Suriye’ye en fazla cihatçı gönderen ülke olduğunu da hatırlatalım. Muhalefetin iki önemli ismi Şükri Belaid ve Muhammed Brahimi’nin öldürülüşlerini, cinayetlerin karartılması için El Nahda’nın yırtındığını da. Tunus bunları unutmadı. Yine meydanı boş bulan cihatçıların 2015’te plaj ve müzede turistlere yönelik saldırılarını. Ve devleti ele geçirme refleksini. Kendini ele veren takiyyeciliği…  

***
26 Temmuz öncesine bakıldığında manzara şuydu: El Nahda’ya yönelik şüpheler kayıtlı olmak şartıyla 2011 sonrası kurulan sistem de çalışmıyor. Yüzde 3’lük seçim barajı ve aşırı bölünmelere bağlı olarak parlamento çoğunluğu sağlanamıyor. Yasama organı tam bir kakafoni meclisi. Cumhurbaşkanı başta El Nahda olmak üzere karar çoğunluğunu oluşturabilecek partilerle soğuk savaş halinde. Başbakan, Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı üçgenindeki çapraz uzlaşmazlık yürütmeyi de tıkıyor. Hatta kurumlar arası uyuşmazlığı gidermede olmazsa olmaz organ olan anayasa mahkemesi teşkil edilemiyor. Bir anayasa profesörü olan Said, Meclis kontenjanından gelecek adaylarla yüksek mahkemenin siyasallaştırılacağı endişesini taşıyor. 12 üyeden dördünün Cumhurbaşkanı, dördünün Meclis, dördünün de yargı tarafından atanması gerekiyor.
Kabinedeki bakanların beşi vekaleten çalışıyordu. Meşişi özellikle adalet ve güvenlik bürokrasisinde otoritesini perçinlemek için ocakta kabine değişikliğine gittiğinde bunu kuraldışı ve yolsuzluğa giden bir yol olarak gören Said atamalara onay vermedi. Yemin edemedikleri için vekaletle koltukta oturanların başında Adalet ve İçişleri bakanları geliyordu. Said başından beri partileri yolsuzluk eğilimli gördü. Başbakan haziranda Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Dairesi Başkanı İmad Buhris’i görevden almıştı. Said ertesi gün Buhris’i kabul edip “Yolsuzlukla mücadele edenle savaşıyorlar” diyerek hükümete çakmıştı.
Said çatışma ikliminden çıkmak için süslü laflarla diyalog da aramıyordu. Aksine “Diyaloga hazırım ama gerçek diyalog hain ve hırsızlara meşruiyet kazandıran sefil ve umutsuz bir girişim olamaz. Diyalogun en önemli bölümü yeni siyasi rejim, seçilmişlerin seçmene hesap vereceği yeni bir seçim yasası olmalıdır” diyordu.
Bugüne kadarki diyalog eski rejim artıklarının dönmesi ve meşruiyet sorunu yaşayan El Nahda’nın sisteme taşınması hedefleri arasındaki paslaşmadan ibaretti. Bunun neticesi de ortada.  

Yapılan çıkarımlara bakılırsa Said bir temiz eller havası estirdikten sonra başkanlık sistemi ve güçlendirilmiş yerel yönetim modeliyle yönetsel tıkanmayı açmayı hedefliyor. Tunuslu yorumculara göre Said temsili demokrasinin Tunus’ta işlevsellik kazanamadığını, referandum kanalının açılarak hafiften doğrudan demokrasiye alan açmak gerektiğini düşünüyor. Bu bakımdan onu ‘hayalperest’ bulanlar az değil. Çok inatçı olduğu konusunda ise herkes hem fikir. El Nahda 2018’de genel seçimlerde oyların yüzde 28’ini alsa da 2019’da kendi adayıyla yarıştığı cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 12,9 oyda kalmıştı. Bu seviyede oyla referandum ya da başkanlık sisteminde şansı olmayacağı için değişikliklere karşı çıkıyor. Yeni siyasi sınıfa karşı halkta giderek artan öfke Said’den yana ve olağanüstü yetkiyle hayallerinin peşinden gidebilir.  

*** 

Bu süreç bir ‘otoriterleşme’ üretir mi? Mısır örneğindeki gibi seçimi araç, iktidarı ebedi bir sultanlık olarak gören siyasal İslamcıların önünü kesmek için alkışlanan müdahaleler sert şekilde girdikleri virajı alamayıp otoriterliğin çukuruna yuvarlanıyor. Siyaset üretemeyen yapılar yeniden ‘güçlü adam’ arıyor.
Said içeriye ve dışarıya karşı temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmayacağı garantisi verdi. Bu sözü alanlar arasında 2011’de Zeynel Abidin bin Ali’nin indirilmesinde emeği büyük olan Genel İşçi Sendikası ve Kadınlar Birliği gibi yapılar var. Gidişatın seyrini etki-tepkinin şekli de belirliyor. Tunus’un sokakları şimdilik sakin: Ordu kan dökmedi, müdahalenin muhatapları Mısır’daki gibi şiddete yönelmedi. Gazeteler ve televizyonlar kapanmadı, partiler ve sivil örgütlerin kapısına kilit vurulmadı.  

Normale dönüş için herkes Said’e bakıyor; ifadesiz yüzünde bir ifade bulmaya çalışıyor. Bir gülse, uğruna ulusal bayram ilan edilecek. Said bir ay ile sınırladığı olağanüstü yetki kullanımından başarılı sonuç alamazsa müdahaleye dayanak yaptığı 80’inci maddenin devamı kendisini yakabilir. Ülkenin devlet kurumlarını işlevsiz kılacak yakın tehlikeler karşısında cumhurbaşkanına önlem alma yetkisi veren maddenin ikinci kısmında bu süreçte parlamentonun açık kalması gerektiği vaaz ediliyor. Başarısızlık Said’i darbe ve yetki gaspı suçlamasıyla karşı karşıya bırakabilir. 

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da kurumsal siyaset fonksiyonlarını yitirdiğinde iktidarlar ya askerileşiyor ya da İslamcı alternatif palazlanıyor. Tunus sol sendikalardan İslamcı gruplara çok fazla zıtlıklar barındıran bir ülke. Bunun hem çatışma hem diyalog üreten örnekleri oldu. Ama her iki tarafa da kapı açık. 


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.