YAZARLAR

Tunus’ta isyan, Sol’un ve İslamcıların geleceği

Tunus’ta ağır aksak da olsa devrimden önceki süreçle kıyaslanamayacak noktaya ulaşmış olan özgürlük ve demokrasi deneyimi öyle görünüyor ki, fakru zaruret içerisindeki Tunus halkı için pek anlam ifade etmiyor. Ekonomi alanında yaşanan sorunlar, insanların nezdinde demokrasiyi değersizleştiriyor. Bu yüzden bazı aydınlar on yıllık deneyimden sonra, kazanımları daha da ileriye taşımak için yaşanan deneyimi eleştiriye ve değerlendirmeye tabi tutmak gerektiğini düşünüyor.

Tunus’ta haftalardır devam eden gösteriler ve şiddet olayları şimdilik dinmiş görünüyor. Bilindiği gibi Tunus’un önemi sadece Arap isyanlarının MENA bölgesinde domino etkisi yaratmasından kaynaklanmıyor; aynı zamanda devrimin sivil karakterli olması ve Zeynelabidin’in baskıcı iktidarının barışçıl gösterilerle devrilmesi de en az bunun kadar önemli. Ayrıca ülke, isyanın başarıya ulaşmasının ardından önemli bir demokratik geçiş deneyimi yaşadı. Ancak öyle görünüyor ki, Tunus’ta ve Arap dünyasında önemli bir sayfa açmış olan 2010 Yasemin Devrimi ve sonrasındaki gelişmeler, hem halk hem de her kesimden entelektüel tarafından ciddi bir şekilde sorgulanıyor. Kimi bu gösterilerin ve şiddet olaylarının karşı devrimcilerin tahrikleriyle alevlendiğine inanırken, kimi de devrimin restore edilmesi gerektiği düşüncesinde.

Her potansiyel kalkışma, mutlaka bir kıvılcıma ihtiyaç duyar. Gösterilerden önce sosyal medyada yayınlanan iki videonun hızla yayılması, gösterilerin kıvılcımını ateşlemiş görünüyor. İlk videoda, koyunları valinin arabasının önünden geçti diye çobana tekme tokat girişen polisin görüntüleri yer alırken, diğer görüntüde ise polis bir futbol takımının taraftarlarına diz çöktürdükten sonra onları saatlerce bekletiyor ve kötü muamelede bulunuyor.

ÇATIŞMALARIN NİHİLİST KARAKTERİ

Tabii pahalılık, işsizlik, bölgesel eşitsizlikler, eğitim kalitesindeki gerileme, Avrupa ülkelerine kaçak göç, kamu hizmetlerindeki kötüye gidiş vs. Arap ülkelerinde her zaman arka fonu ve ana bağlamı oluşturur, bu açık. Bütün bunlara bir de pandemi sürecininin ekonomi üzerinde meydana getirdiği yıkımı da eklemek gerekiyor. Bunların dışında, özellikle gece meydana gelen çatışma ve karışıklıklar, şu ana kadar Tunus'ta görülenden çok daha farklı ve tanımlanamayan bir özelliğe sahip. Uzmanlar Tunus’ta, geceleri yaşayan, zevkleri ve alışkanlıkları toplumun geri kalanından tamamen farklı, underground tarzda, serseri mayın gibi önceden ne yapacağı kestirilemeyen, şiddete meyilli genç gruplardan bahsediyorlar. Bunlar gündüzleri kendilerini sadece taraftarı oldukları takımın maçlarında gösteriyor, militanlık ve aşırılıklarını bu tür ortamlarda ortaya koyuyorlar. Bunların büyük bölümü yirmi yaşın altında ve gösteriye katılan diğer gruplardan farklı olarak ne istediklerini tam olarak bilmiyorlar. Taleplerin net olmaması ve şiddeti araç değil amaç olarak gören bu gençlerin nihilist tutumu, yakın zamanda olumlu bir değişimin meydana geleceği yönündeki umutları kıran bir olgu.

Gençlerdeki öfkenin kökeniyle ilgili olarak, Devrim’den sonra demokrasi ve insan haklarıyla ilgili alanlarda kısmi bir iyileşme yaşansa da bunun ekonomiye yansımaması nedeniyle patlama potansiyeli olan bir birikime yol açması gösteriliyor. Bu arada Tunus, ekonomik darboğazı aşmasına katkı sağlayacak Zeynelabidin bin Ali’nin milyarlarca euroluk servetini Avrupa’nın çeşitli bankalarından ülkeye getirtmeye çalışıyor, ancak şu ana kadar konuyla ilgili somut bir gelişme yok. İşin garip tarafı örgütlü hareketlerin, sendika ve meslek odalarının gündüz düzenledikleri gösterilere pek kimse itibar etmiyor, katılanların sayısı oldukça sınırlı. Bu da gece sokağa çıkan gençlerin informel muhalefetini dillendirecek meşru örgütlü bir yapının bulunmadığını gösteriyor. Hatta sol hareketler bile bu gençleri temsil etmekten uzak. Genelde çatışmaların başkentin batı mahallelerinde yaşanmasına alışık olan Tunuslular, ilk kez gösterilerin ve şiddet eylemlerinin sahil şeridindeki Susa kentinde yaşanmasına tanık oluyor. Yakılan lastiklerle yollar kesiliyor, AVM ve kamu binalarına saldırılıyor, polise taş ve molotof kokteyli atıyorlar.

SİYASİ PARTİLERİN KIRILGANLIĞI

Öte yandan Tunus’ta bin Ali'nin devrilmesinin üzerinden sekiz yıl geçmesine rağmen, Tunus'taki partiler hâlâ kırılgan ve zayıf, bölünmüşlük ve parçalanmışlık siyasi alanın en büyük handikaplarından. Mevcutların çoğu yeni kurulmuş partiler ve çok azının mobilizasyon, örgütlenme ve parti disiplini konusunda geçmişi ve deneyimi var, bütünlüğünü ve gücünü koruyabilen Nahda dışında kalan partiler ise zayıflamalarına neden olan derin bölünmelere maruz kaldı. 2014 seçimlerinde güç dengesini tersine çevirmeyi başaran iktidardaki “Nida Tunus” partisi bile bundan kurtulamadı, bugün parlamento içindeki ve dışındaki konumunu hızla kaybediyor. Öte yandan seçim kampanyasına hiç yatırım yapmamış, geçmişinde hiçbir parlak başarısı görülmemiş Kays Said gibi birinin Cumhurbaşkanı seçilmiş olması bile Tunusluların siyasi elitten, partilerden umudunu ne kadar kesmiş olduğunu göstermesi bakımından önemli. Ama buna karşın büyük umutlarla seçtikleri ve seçimleri kazandığı gün çılgın kutlamalar düzenledikleri Cumhurbaşkanı Kays Said’den gün geçtikçe uzaklaşıyorlar. Said’e destek bir buçuk yıldan kısa bir süre içinde yaklaşık yirmi beş puan azalmış durumda. Yaşanan hayal kırıklığı, derinlere uzanıyor.

TUNUS SOLU

Sol hareket ve örgütlere gelince, onlar son protestoları desteklediler. Devrimin "İslamcılar, yozlaşmışlar ve eski rejimin kalıntıları" tarafından çalındığını ve son günlerde meydana gelen gösterileri destekleme zamanının geldiğini düşünüyorlar. Bu tespit solun hemen hemen tüm fraksiyonları tarafından benimsenmiş olsa da, bazı sol aydınlar meseleye daha farklı bakıyor ve kavramları birbirine karıştırmanın yanı sıra, yanlış senaryolara dahil olma tehlikesi konusunda sola gönül vermiş gençleri uyarıyor. Solcu aydın Muhammed el-Kilani şunları söylüyor: “Bu, ne sürekli bir devrim ne de protestodur, yaşananlar daha çok akla karanın birbirine karıştığı bir karmaşayı andırıyor. Sol gruplar 'sokaklar hareketlensin de ne olursa olsun' mantığı içerisinde. Onlara göre devrim ateşini yakacak kıvılcım, bu gösterilerin içerisinde barınıyor. Sokağı hareketlendirmek ve devrimci yolu sürdürmek için bunun kaçınılmaz olduğuna inanıyorlar."

Tunus’ta ağır aksak da olsa devrimden önceki süreçle kıyaslanamayacak noktaya ulaşmış olan özgürlük ve demokrasi deneyimi öyle görünüyor ki, fakru zaruret içerisindeki Tunus halkı için pek anlam ifade etmiyor. Ekonomi alanında yaşanan sorunlar, insanların nezdinde demokrasiyi değersizleştiriyor. Bu yüzden bazı aydınlar on yıllık deneyimden sonra, kazanımları daha da ileriye taşımak için yaşanan deneyimi eleştiriye ve değerlendirmeye tabi tutmak gerektiğini düşünüyor. Eleştirilerin başında, Tunuslu siyasi elitin genel olarak demokratik bir yapı inşa meselesinin üstesinden gelemediği, devrimden sonra ülkeyle ilgili hiçbir plan ve programa sahip olmadıkları, olayların akışına kendilerini kaptırıp son on yılı zayi ettikleri geliyor. Kayıp on yıl.

İSLAMCILARIN DURUMU

Tunuslu düşünür Salahaddin el Corşi’ye göre Nahda hareketi, Tunus’un özgünlüğünü görece geç fark etmesine, yerel gerçekliği göz önünde bulundurmaya çalışmasına ve demokratik sistemi benimsediğini ilan etmesine rağmen farklı ideolojik ve siyasi yapılarla uyum sağlama noktasında hâlâ çeşitli zorluklarla karşı karşıya. Onunla diğer partiler ve toplumsal hareketler arasında sürekli bir gerginlik var. Birçok seçime girmesine, devrimi takip eden tüm hükümetlere katılmasına ve yasal süreçlerden onay almasına rağmen Tunus’un organik bir parçası olarak tanınmadı, Nahda hâlâ meşruiyet sorunu yaşıyor. İslamcıların vatanseverliği ve Tunus ile olan bağları hâlâ bazı toplumsal kesimler tarafından sorgulanmakta.

Elbette İslamcılarla laikler arasında sadece Tunus’la sınırlı olmayan karşılıklı cepheleşme ve dışlayıcı söylemin Nahda karşıtı sert tonlu eleştirilerde rolü büyük. Ancak Nahda’nın Tunus’taki başarısını da geleceğini de kamuoyuna damgasını vurmuş söylemlerin belirlediğini görüyoruz. Nahda açısından sorunun, seküler kesimin Nahda karşıtı söylemlerinin bu hareketin bekasını etkileme yeteneğinde olduğu görülüyor. İslamcılar ve laikler, kutuplaşmanın üstesinden bir türlü gelemedi, Corşi’ye göre “hakim siyasi kültürün kurtulamadığı ve elit çevreler üzerinde etkisini sürdüren "genetik bir kompleks" var.

Demokrasi biraz da böyle bir şey, uzlaşmaya dayalı barışçıl bir ortam, biraz da karşı tarafın saldırı noktasına varan sert eleştirilerine tahammül etmekten geçiyor. Ancak mesele biraz bunu aşıyor gibi. Taraflar arasında güvensizlik bir türlü alışabilmiş değil ve kolay kolay da aşılamayacak. Nahda hareketine varlığını korumayı iktidarda kalmaktan geçtiğini düşünüyor o yüzden de ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya çabalıyor. İktidardan indiğinde büyük bir baskı ve operasyonlarla karşı karşıya kalacağından duyulan korku, mevcut gerilimin devam etmesinin en büyük nedeni ve mevcut bu, kutuplaşmaları daha da derinleştiriyor. Belki de neredeyse ülkedeki siyasi aktörlerin tamamını içine alan koalisyon ve birlikte iş yapma kültürü, yaşanan sorunların süreç içerisinde aşılmasına katkı sağlayabilir.


İslam Özkan Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.