'Gördüm, denedim, kötümser olmakta haklıyım'

Turgut Uyar dün olduğu gibi bugün de yazarıyla şairiyle okuruyla pek çok insanı etkilemeye devam ediyor. Ona da böyle bir ölümsüzlük yakışır zaten...

Google Haberlere Abone ol

Türkçenin usta şairi, İkinci Yeni’nin dertli abisi Turgut Uyar’ın 95. doğum günü bugün. 4 Ağustos 1927’de doğan Uyar 1985’te, yine bir ağustos gününde, 58 yaşında aramızdan ayrıldı. Ardında bıraktığı dizelerse her yeni nesille beraber yeniden doğmaya devam ediyor. Okurların onu bu denli sevip, çağdaşı şairlerden ayrı bir yere koymalarına dair pek çok yorum yapılabilir elbette, ancak iş dönüp dolaşıp aynı dertle dertlenme meselesine gelip dayanır. Bu çok kıymetli ve bir o kadar da zor kurulan bir ortaklıktır. Zira dünya değişir, teknoloji değişir, insan değişir, ama “aşkın, şiirin, ölümün en kolayına gitmek” değişmez.

'ÇARESİZ KUŞANIYORUM BAŞKALARINI'

Ankara’da doğar Uyar. Hayri Bey’le Fatma Hanım’ın beşinci çocuğudur. Hayri Bey subay olduğu için işi gereği bu yıllarda ailesinden ayrı yaşamak zorunda kalır. Uyar da bu yüzden baba hasreti çekerek büyür ve kendi deyimiyle “hüzünlü, neredeyse hep ağlamaya hazır” bir çocukluk geçirir. Belki de bu yüzden edebiyata olan ilgisi erken yaşlarda başlar. Okuma yazmayı öğrendikten sonra ilk şiirlerini yazar. Sonra öyküler, romanlar gelir. Ancak kimselere tek kelime etmez, öğrenim hayatı boyunca büyük bir mahremiyet içinde yazar durur.

“Daha ilkokulda vezin ve kafiyeden haberim olmadığı çağlarda manzumeler yazardım. Sonra ortaokul ve lise devresinde boyuna yazdım. Günde üç beş şiir, haftada on beş, günde bir roman yazıyordum. Ama ne şiirler, ama ne romanlar. Bazen bir romanı bitirmeden sıkılır, öbürüne başlardım. Sonra ikisini birden yazardım. Bu yüzden o güzelim romanların çoğu yarım kaldı. Roman yazarken sıkılırdım. Şiire daha başka bir tutkunluğum, sâdıklığım, saygım vardı. Bereket versin o devirlerde şimdi hayırla yad ettiğim arkadaş bana Alain Fournier’nin o güzelim Adsız Köşk’ünü verdi. Sonra bir Dostoyevski okudum da gücüm kesildi. İsteğim kalmadı roman yazmakta. Bu suretle bugünün Türk romancıları da benim rekabetimden kurtulmuş oldular. Dua etsinler Adsız Köşk’e, Netoçka Nezvanova’ya, Eugenie Grandet’ye.”


Pek tabii bu yıllarda yazdıkları, sevdiği yazar ve şairlere çokça öykünmeler içerir. O da bunun farkındadır. Ancak kendini arayan bir kalemdir Uyar, uzun müddet de yılmadan aramaya devam eder. 1947’de Yedigün dergisinde yayınlanan ilk şiirinin adı ‘Yâd’dır, ama onun hayatını Kaynak dergisinin 1948’de açtığı şiir yarışması değiştirir. Uyar bu yarışmaya ‘Arz-ı Hal’ şiiriyle katılır ve ikinci seçilir. Özellikle memuriyet hayatına atıldığı genç yaşında hepten içine kapanık bir yaşam sürerken bu sonuç onu çok heyecanlandırır ve daha çok yazması için ona güç verir.

'BANA BAKTIKÇA YALNIZLIĞIN GELİYOR AKLINA'

İlk kitabının çıkışı da bu yarışmadan bir yıl sonra olur. Yarışmanın üçüncüsü Çetin Tezcan’la beraber ‘Arz-ı Hal ve Akşam Üzeri Türküsü’ isimli kitaba imza atar. 1952’de ise Nurullah Ataç’ın önsözünü yazdığı, Varlık Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı ‘Türkiyem’ onun edebiyat ortamındaki bilinirliğini arttırır. Ancak bütün bunlar Uyar’a yeterli gelmez. Yeni bir dilin, yeni bir şiirin peşindedir o. Kendini tam anlamıyla ifade edebilmek için ifade biçimini de değiştirmesi gerektiğini düşünür ve 1959’da pek çok okuru tarafından en iyi kitabı kabul edilen ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’nı yayınlar.

Şiirindeki değişim o kadar belirgindir ki bu onu biri dizi tartışmanın içine sokar. Ancak bu yeni şiir geleneği, sadece Uyar’ın şiirinde bir değişime sebep olmaz. O dönemden sonra, İkinci Yeni diye isimlendirilecek şairlerin birçoğu benzer bir süreç yaşarlar. 1956’da Oktay Rıfat ‘Perçemli Sokak’ı yayınlar. 1957’de Edip Cansever ‘Yerçekimli Karanfil’i, 1958’de İlhan Berk ‘Galile Denizi’ni, Cemal Süreya ‘Üvercinka’yı yazar. 1959’a geldiğimizde Ece Ayhan’ın ‘Kınar Hanımın Denizleri’, Ülkü Tamer’inse ‘Soğuk Otların Altında’ adlı kitapları birbiri ardına basılır...

'BEN YOKUM DESEM KİMSE BIRAKMIYOR'

“Beni yazdığım şiiri yazmaya iten neden, çevremin değiştiğini görmemdi. Birdenbire kentleşen dünya, birdenbire karşılaştığım neon lambaları, büyük oteller, birtakım yeni gelişmeleri haber veren durumlar beni artık Orhan Veli şiiri yazmakla kurtaramıyordu.

Sonraki yıllarda birbiri ardına kitaplar yayınlamaya devam eder Uyar. Her kitabıyla beraber de yüzü daha bir asılır, daha da yalnızlaşır sanki. Hatta Sennur Sezer bir defasında ona, “Neden bu denli kötümsersin?” diye sorar. Uyar’sa, “Gördüm, denedim, kötümser olmakta haklıyım,” cevabını verir. Memuriyetten 1967’de emekli olduktan sonra ilk eşinden ayrılıp İstanbul’a yerleşir, burada edebiyatla iç içe bir hayat sürmeye başlar. Tomris Uyar’la gerçekleştirdiği evliliğinin de onun şiirine etkisi büyüktür. İki kalem erbabı farklı çalışma disiplinlerine sahip olsalar da sürekli bir arada okuyup yazarlar.

1962’de ‘Tütünler Islak’, 1968’de ‘Her Pazartesi’, 1970’de ‘Divan’, 1974’de ‘Toplandılar’, 1982’de ‘Kayayı Delen İncir’ yayınlanır...

İçkiye ve sigara çok düşkün olduğu için sağlık sorunları da erken yaşta çıkagelir ve 1985’te siroz sebebiyle dünyaya veda eder, ama sadece kendi kuşağını değil, kendinden sonraki kuşakları da etkiler; şiir yazmaya niyetlenen pek çok kişi bir yerde ona öykünürken bulur kendini.

Uyar dün olduğu gibi bugün de yazarıyla şairiyle okuruyla pek çok insanı etkilemeye devam ediyor. Ona da böyle bir ölümsüzlük yakışır zaten.

Yaşamanın bu türlüsünü en güzel belledik,
Çıplak topuklarımız üşümüş ya aldırmayın
Bir ayna verin saçlarımıza bakalım,
Çocuklarımızı kurdelelerle süsleyelim,
Pembe yanaklarını kokulu sabunlarla ovalım,
Oramı öp oramı biraz daha sevmeliyim artık
Gel birlikte aradığımız şeyleri bulalım.