Turizmi haberleştirmek, ama nasıl?
L. Doğan Tılıç'ın derlediği 'Turizmi Haberleştirmek' çalışması Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, turizmin ve gazeteciliğin hakim pratiğine eleştirel bir gözle bakıyor.
A. Raşit Kaya
L. Doğan Tılıç’ın 'Turizmi Haberleştirmek – Sevmek Tanımakla Başlar' başlığıyla derlediği kitap, elime ulaştığında önce biraz şaşırdığımı saklamayacağım. Aklıma gelen ilk şey, eskiden beri hareketli yörelerde gezinmeyi seven Doğan Tılıç acaba pandemi koşullarının yaşandığı şu sıralarda ironik bir mesaj mı vermek istiyor oldu. Gazetecilik, köşe yazarlığı, uluslararası bir haber ajansının temsilciliği, öğretim üyeliği ve meslek örgütlerinde görevler gibi çok zaman harcamayı gerektiren düzenli uğraşları varken “tanıtım” ve “turizm” gibi oldukça farklı ve mayınlı bir alana, derleme biçiminde olsa da, niçin bir kitapla dalıyor diye kendi kendime sorguladım. Söz konusu olan şey bir köşe yazısı ya da bir makale olsaydı pandemi koşullarında “post truth güzellemeler” yapanlara yönelik ironik bir değinme yapıyor olsa gerek diye düşünebilirdim.
Kitabın sunuşunu okumaya başlayınca, “Kentler ve Kültürler Arasında Köprüler Kurmak” için örgütlenen öğrenci odaklı uluslararası sürekli bir etkinliğe pandemi koşullarında sekte vurmamak için atılmış bir adım olduğu anlaşıldı. Ancak bundan fazlası da vardı ve derlemedeki yazılar, turizmin ve turizmi haberleştirmenin boş zamanları keyifle değerlendirmekten daha derin bir “mesele” olduğunu sergiliyordu. Çalışmayı, ürünü öğrenci odaklı bir akademik etkinliğin çok ötesine taşıyor ve turizmi haberleştirmenin çok önemli içerimleri olduğunu ortaya çıkarıyordu.
Kitle iletişimi de, turizm de modern dönemlerin ürünleri olarak, yaygın ve önemli sosyo-politik kurumlar olarak sanayileşme sürecinde gelişirken aynı zamanda birer düzenli ekonomik etkinliğe dönüşmüşlerdir. Söz konusu süreçte düşünce özgürlüğü ile düşüncenin özgürce ifadesi de demokratik bir yaşamın olmazsa olmaz özelliği olarak kavramlaşırken, turizm etkinlikleri toplumların varsıl kesimlerinin bir ayrıcalığı olmaya devam etmiştir.
İki dünya savaşı sonrasında 20. yüzyıldaki oluşumlar hem kitle iletişiminde hem de turizm etkinliklerinde köklü niteliksel dönüşümleri getirmiştir. Teknolojik ilerlemeler sayesinde her iki alanda da zaman ve mekân kısıtlamaları büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Ne var ki, savaşa açılan yollar ve savaşların kendisi turizm etkinliklerini pratik olarak yok ederken kitle iletişim sürecini de “propaganda” etkinliğine dönüştürmüştür. Kitle iletişim araçları ve onları kullanan “haberciler” de olumsuz toplumsal/siyasal etkileri vurgulanan propagandanın sorumlusu olarak gösterilmiştir. Savaş sonrasının “Görkemli Otuz Yılı”, hızlı bir ekonomik büyüme, gelişme getirirken kamusal iletişimin toplumlardaki yeri de sorgulanır hale gelmiştir. Böylece önce “kara” propaganda ile “ak” propaganda ayrımı geliştirilmiş, sonra da sözcüğün geçmişin olumsuz çağrışımlarından sıyrılması için “tanıtım”, “halkla ilişkiler” gibi kavramlar devreye girmiştir.
Ancak konunun “özü”, basının toplumdaki işlev ve konumunda düğümlendiğinden hem özgürlüğün güvence altında tutulması hem de işlerliğinin sağlanması amacıyla “gazetecilik” anlayışı masaya yatırılmıştır. Gazetecilerin gerçeği aktarmaları toplumsal sorumluluk ilkesine bağlı olabildikleri ölçüde ve sürece, bir kamusal hizmet olarak değer taşımaktadır. Aksi durumda ise, şu ya da bu yönde ama mutlaka salt propaganda olarak kalacaktır, kalmaktadır.
Büyük savaş sonrasının bir başka önemli gelişmesi de turizm alanının “bacasız bir sanayi” olarak ekonomik yaşamla eklemlenmesidir. Gelişen turizm sektörü İspanya örneğinde olduğu gibi birçok yerde ekonomik kalkınmanın en önemli motor gücünü oluştururken aynı zamanda sosyal/sınıfsal yapının egemenlerinin sancısız dönüşümlerine de katkıda bulunmuştur. Aynı zamanda da turizm etkinliklerini varsıl katmanların bir “boş zaman” keyfinden öte kitleler arası kültürel etkileşimlerin önemli bir “potansiyel” aracına dönüştürmüştür. Ama bunun gerçekleşmesi için de turizmin “toplumsal sorumluluk” anlayışıyla kamusal bir hizmet olarak yürütülmesi gereklidir.
Kitle iletişimi ile turizm alanlarının yol güzergâhlarının kesiştiği nokta ile kamusal bir hizmet niteliği kazanmaları, görüldüğü üzere, etkinliklerinin “toplumsal sorumluluk” ilkesi uyarınca yürütülüyor olmasına bağlıdır. Turizmin haberleştirilmesinin nasıl olduğu ya da nasıl olması gerektiğinin irdelenip tartışılması günümüzde daha bir önem kazanmıştır. Çünkü 1980’lerden sonraki neo-liberal küreselleşme sürecinde her iki alanda da toplumsal sorumluluk ilkesinden giderek uzaklaşan bir pratik başat hale gelmiştir.
'Turizmi Haberleştirmek', tam da bu noktada önemli bir çalışma olarak öne çıkıyor ve hem turizmin hem de gazeteciliğin hakim pratiğine eleştirel bir gözle bakarken, her iki alanda da “olan” ve olması gereken”e dair son derece yerinde saptamalar yapıyor.
Neo-liberal sermaye birikim modeli çerçevesinde gerek haberleşme alanı, gerekse turizm sektöründe çok hızlı bir yoğunlaşma, gerçek bir “holdingleşme” yaşanmıştır. Her iki alanda da kamusal bir hizmet sunma anlayışı yerini sermayeye öncelikle daha fazla katkı sunma çabasına bırakmıştır. Karar mercii işletme yönetimlerinin tek hedefi, kâr amaçlı etkinlikler olmuş ve bunların pazarlanması da haberleştirmenin temeli haline dönüşmüştür. Sonuç zımni ve fiili olarak toplumsal sorumluluk anlayışının terk edilmesidir. Bu koşullarda tanıtım, gerçek anlamıyla tanıtım olmaktan çıkmış, açık ya da örtük olarak “reklamcılık” adıyla “propaganda” eylemine dönüşmüştür. Kitap, turizm gibi son derece çok boyutlu ve çok katmanlı bir sektör özelinde tam da bu noktalara parmak basıyor.
Prof. Dr. Helga Rittersberger-Tılıç’ın derlemeye yazdığı makalede dile getirdiği gibi, “Eğer ‘doğruyu söylemek’ hâlâ gazeteciliğin en fazla önemsenen ve saygı duyulan erdemlerinden birisiyse', turizm haberciliğine gazetecinin yaklaşımının sosyoloğun yaklaşımından farklı olmaması gerekiyor.”
L. D. Tılıç’ın Türk, İspanyol, Hırvat, Avustralyalı, İsveçli gazeteci, gezgin/kaşif ve/veya akademisyenlerin katkılarından oluşturarak yayına sunduğu derleme önemli konularda bilgiler sunuyor ve daha geniş bir tartışmaya zemin hazırlıyor.
Kitap, “Turizmi haberleştirmek… Ama nasıl?” sorusuna yanıt arayan sonuç bölümüyle turizme ve gazeteciliğe dair ciddi saptama ve uyarılarda bulunuyor. Bu nedenle, hem aktif bir gazeteci/muhabir hem de sosyolog olan Prof. Dr. L. Doğan Tılıç’ın “turizmi haberleştirmek” temalı derlemesinin böyle bir amaçla okunup, önemle değerlendirilmesi gerekiyor.