Türk hükümeti yıkım ve kayıpların sorumluluğunu üstlenmekten kaçınıyor
AKP 1999 Depremi'nin yarattığı enkazın yarattığı zeminde yükseldi. Geldiğimiz yer bir depremin enkazından çıkıp başka bir depremin enkazı altında kalan AKP'nin siyasi mirası için bir dönüm noktası.
Mashuq Kurt*
6 Şubat'ta bir dizi yıkıcı deprem, Türkiye'nin güneydoğu illerini ve Suriye'nin kuzeybatı bölgesini vurdu. 15 Şubat itibariyle ölü sayısı 44.000'i aşmış, 100.000'den fazla kişi yaralanmış ve on binlerce insan hâlâ enkaz altında hayatta kalma umudu olmadan çıkarılmayı bekliyor. 10. günde milyonlarca insan acil barınma, ısınma, temiz su ve temel ihtiyaçlara gereksinim duyarken, bölgede hava sıcaklığının -5°C hatta yer yer -10°C'ye kadar düştüğü ağır kış koşulları yaşanıyor. Bağımsız uzmanlar, acil önlemler alınmadığı takdirde yaygın halk sağlığı sorunlarına ve salgın hastalıklara karşı uyarıda bulunuyor.
İnsani felaket bu bölgedeki en büyük trajedilerden birine neden olurken, mevcut doğal afet siyasi bir felaketle daha da kötüleşiyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, depremi yüzyılın felaketi olarak nitelendirmekte haklı, ancak kendi hükümeti yıkım ve kayıpların seviyesi konusunda sorumluluk almaktan kaçınıyor ve bunu hiçbir ülke ya da otoritenin hazırlıklı olamayacağı trajik bir kader olarak resmediyor.
İslamcı hükümet suçu doğaüstü güçlere atarken, vatandaşları inanç ve kadere sığınmaya teşvik etmek, dikkatleri onlarca yıllık kötü yönetimden uzaklaştırmak ve sorumluluktan tamamen kaçınmak için Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) uyguladığı etkili yöntemlerden biri oldu. Ancak bu felaket, şüphe yok ki AKP’nin yirmi yıllık iktidarının mevcut trajediye zemin hazırlayan koşulları yaratmasının doğrudan bir sonucu.
Erdoğan'ın partisi, 1999 Marmara Depremi'nin yol açtığı yıkımın ve dönemin koalisyon hükümetini saf dışı bırakan yolsuzluk sarmalının ardından 2002 yılının sonlarında iktidara geldi. AKP bir bakıma 1999 Marmara Depremi'nin yarattığı enkazın yarattığı zemin üzerinden yükseldi. Yirmi yılı aşkın süredir devam eden kötü şehir planlaması, ihmal, yolsuzluk, kayırmacılık ve araçsallaştırıcı seçim stratejileriyle adım adım böylesi bir felakete dayanamayacak koşulları yaratmalarına rağmen, inşaat ve altyapı inşasını kendi lehlerine kullandılar.
İZİNSİZ YAPILAŞMA
AKP 2002'den bu yana bir düzine imar affı çıkardı; bunların en büyüğü 2018'de, Erdoğan'ın ülkedeki her kurum üzerinde tam yetki sahibi olduğu ve hiçbir denetim ve denge mekanizması bırakmadığı cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen önce gerçekleşti. Aftan 300.000'i son depremden en çok etkilenen 10 şehirde olmak üzere 7 milyondan fazla yapının yararlandığı tahmin ediliyor.
2018 imar affı, planlama izni veya yangın ve deprem güvenliği yönetmelikleri olmadan inşa edilen binalara yasal kayıt izni verdi. Dahası, 2002'den bu yana yaklaşık 40 milyar dolarlık deprem vergisi ve imar aflarından elde edilen muazzam kâr, hesap verilebilirlik ya da şeffaflık olmaksızın kötüye kullanıldı. Bu nedenle bu denli yüksek ölüm sayısı ve yıkım oranı, sistematik siyasi yolsuzluk, devlet-şirket suçları, ihmalkarlık ve imar aflarının doğrudan bir sonucudur.
AKP, 20 yıllık yolsuz ve ihmalkâr iktidarı boyunca milyonlarca insanın mezarını kazarken, depremlerin yol açtığı insani felakete de hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edemedi. örneğin, yolları, limanı ve havaalanı hasar gören Hatay'a kurtarma ekipleri tam iki gün boyunca ulaşamadı ve AFAD binası harabeye döndü. Ayrıca, bölgedeki hastaneler, askeri kışlalar, devlet binaları, yollar, okullar ve kamu binalarının ağır hasar görmesi veya çökmesi nedeniyle kurtarma çalışmalarının etkili olması neredeyse imkânsız hale geldi.
SİYASİ FAY HATLARI
Buna ek olarak, AFAD ve diğer devlet kuruluşlarının resmi kurtarma ekipleri, personelleri böylesine büyük bir felaketle başa çıkma konusunda eğitimsiz ve yetersiz olmasına rağmen, diğer sivil toplum kuruluşlarını engelleyerek veya sindirerek insani yardım çabalarını tekelleştirmeye çalıştı. Sonuç olarak, binlerce insan hipotermi ve ekipman, teknik bilgi ve etkin koordinasyon eksikliği nedeniyle hayatını kaybetti ve nihayetinde söz konusu insani felaket siyasi bir felaketle katmerlendi.
Tektonik plakalar sınır tanımazken, son depremler ulusal, siyasi, etnik, dini ve mezhepsel farklılıkların ve sınırların da yer aldığı geniş bir yelpazede siyasi fay hatlarını tetikledi. Kürt ve Alevi azınlıklara mensup birçok kişi kendilerini tamamen terk edilmiş hissetmekte, yardım ve desteğin de eşit bir şekilde dağıtılmadığını ifade etmekteler. Etkilenen bölge nüfusunun yüzde 12'sini oluşturan Suriyeli mültecilerin ise sorunlarını kendi başlarına çözmeleri beklenmekte.
Yağma, linç, yardım dağıtımında kayırmacılık ve mültecilere yönelik ırkçı hakaretler bölgede günlük hayatın sıradan bir parçası haline gelirken, devlet yetkilileri kamuoyundaki imajlarını korumakla meşgul. Depremden doğrudan etkilenen milyonlarca insanın ortak duygusu umutsuzluk, moral bozukluğu ve öfke. Hükümet yetkilileri bu felaketi en geç 18 Haziran 2023'te yapılması gereken genel seçimlerde kendi çıkarı için kullanma derdindeyken, halk kendisini ölüme ve sefalete terk edilmiş hissediyor.
Türkiye Anayasası'nın 78. Maddesine göre seçimler ancak savaş halinde bir yıl ertelenebilir. Ancak, üst düzey eski siyasetçi Bülent Arınç geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, Erdoğan'ın kurtarma çalışmalarına ayırmak üzere bir yıl süre istediğine dair imada bulunarak seçimlerin ertelenmesini talep etti. Görünen o ki AKP, 1999 Marmara Depremi'nde olduğu gibi birkaç müteahhidi günah keçisi ilan edip, fiili bir durum yaratarak [3 aylığına ilan edilen] mevcut olağanüstü hali kalıcı hale getirmeyi planlıyor.
Ancak bunun için enkazdan çıkmaları ve adalet, hesap verebilirlik ve şeffaflık talep eden vatandaşların temel ihtiyaçları ve haklı öfkeleriyle baş etmeleri gerekiyor. Geldiğimiz nokta, bir depremin enkazından çıkıp başka bir depremin enkazı altında kalan AKP'nin siyasi mirası için bir dönüm noktası gibi görünüyor.
*Yard.Doç./ Royal Holloway Londra Üniversitesi Hukuk ve Kriminoloji Bölümü
Bu yazı Fransız Le Monde gazetesinin 22 Şubat 2023 tarihli sayısında yer almıştır. Çeviri: Bilal Ata Aktaş