Türkiye 2024: Yetenek, rehavet, muhabbet, üzüntü ve muz kabuğu
Rehavet nakaratı… Seçimlerin olmazsa olmazı… Üstüne, bizim memleketin de kafa ayarı. Dünyanın en boş beleş bahanesidir rehavet. Ama hep tekrarlanır. Yine tedavülde. AKP’liler şimdi “biz çok rehavete kapıldık, sahada yeterince çalışmadık” diye ortalığa döküldü. Onlar rehavete düşünce CHP kazanmış. Rehavet kazanınca CHP de kazanmış sayılmış. Öyle olmuş böyle olmuş. Bu ok zehirli işte, bunu atmayın artık.
1.
İnsanlar ikiye ayrılır: Yerel seçimleri sevenler, yerel seçimleri çok sevenler. Ben ikinci gruptanım. Genel seçimler ülkenin iklimini tayin eder ama kim olduğumuzun tayini esasen yerelden geçer. Yerel seçimlerden…
Memleketin dört köşesinden aralıksız şekilde ‘yeni karakter açıldı’ bildirimleri gönderen; büyük büyük lafları, vaatleri, gündelik telaşa, yarının ekmeğine kurban eden; vatandaşın zihnini ve gönlünü bir gün semtinden geçecek metro öteki gün zikirmatikle meşgul eden, bol dokunmalı, bol çarşı pazarlı, bol encümenli muhtarlı ama her şeyden önce bol heyecanlı yerel seçimlerden…
Beylik bir ifadedir ama yerinde ifadedir, tekrarlayayım: Bu memlekete biçilen gömlek, memlekete dar geliyor. İşte bu gömleğin üstümüze nasıl da oturmadığını, terzilerin derdinin zaten gömlek biçmek değil, esasen kendi dükkânlarını büyütmek olduğunu, seçmenin kendine yakışanı giyerek göstermesidir yerel seçimler.
Kazandığı seçimlerin stresini afterparty ile atanımız, kaybettiği seçimlerde üzüntüsünü dizelere dökenimiz, 45 yıldır sürdürdüğü muhtarlığı ilk defa kaybedince şaşıranımız var. Seçim sonuçlarını, daha önce görülenlerden farklı şekilde, göbek atarak, gerdan kırarak diz vurarak kutlayanımız var. Daha neler neler, kimler kimler… Hepsi birbirinden ilginç insanlar, nefis karakterler; ekmek gibi su gibi nefes gibi ihtiyaç duyduğumuz kişiler. Birleşip Voltran oluyorlar; koyuluğu griliği memleketten kovuyorlar. En azından birkaç günlüğüne… Yerel seçim gündemi bitince aynı nakarata, aynı şarkılara devam ediyoruz, orası fena…
2.
Eh, seçim bitti zaten.
O halde gelelim o şarkılara, o nakaratlara…
İlki rehavet nakaratı. Seçimlerin olmazsa olmazı… Ama bizim memleketin de kafa ayarı.
Dünyanın en boş beleş bahanesidir rehavet. Ama hep tekrarlanır. Yine tedavülde. AKP’liler şimdi “biz çok rehavete kapıldık, sahada yeterince çalışmadık” diye ortalığa döküldü. Onlar rehavete düşünce CHP kazanmış. Rehavet kazanınca CHP de kazanmış sayılmış. Öyle olmuş böyle olmuş.
Bu ok zehirli işte, bunu atmayın artık.
Ne olacaktı mesela? AKP teşkilâtı sahada daha çok çalışsaydı, ondan yüz geri eden seçmeni her şeyin güllük gülistanlık olduğuna mı inandıracaktı? Rehavete kapılmasalardı, ekonomide işler tıkırında mı olacaktı, şu an kaybetmiş oldukları belediyeler daha çok çalışmış mı sayılacaktı? Halka “hele şu seçim de bir geçsin” demekten başka ne söyleyeceklerdi? Ahali, “yaparsa zaten Reis yapar”ı üç beş kişinin ağzından daha duyunca, belediyeleri götürüp AKP’ye mi verecekti? Halkı dünkü çocuk sanıyorlar.
Bana göre hava hoş, AKP’lilerin aymazlık hikâyeleri yine AKP’lileri bağlar. Ama içerlediğim iki şey var… “Hepimiz aynı gemideyiz” diye bu konular maalesef hepimizi bağlıyor.
Birincisi, bu ülkede yeteneğe saygı duymaktaki derin inançsızlık… Mesela seçimi kazananların fazladan bir yetenek, bir çaba, bir kavrayış sergilediklerinin asla kabul edilmemesi.
İkincisi, herkesin, her şeyin kendinde başlayıp bittiğini zannetmesi.
Bu ikisi birleşince; “biz rehavete kapılınca onlar kazandı” cümlesi kuruluyor. Tercümesi nedir? Biz yeterince istesek, biz kazanırdık. Her gün sahaya inen, her gün temas kuran, halka muhabbetle yaklaşan insanlar demek ki AKP’liler yeterince istemedi diye kazanmış. Halkı dünkü çocuk sananların kendisi biraz çocuk olabilir mi? İnsan hakikatten işte böyle kopuyor.
3.
Hakikatten kopuşun bir başka kademesi sahaya inmenin kendisi… Yerel seçimlerde sahaya inmek ne anlama gelebilir ki? Belediyecilik zaten saha işi değil midir? O zaman, “1994’ten beri her gün ‘sahada’ olduğunuz belediyeleri neden kaybettiniz, geçen seçimde kaybettiklerinizi neden geri alamadınız” diye sormazlar mı insana?
Peki bir partili cumhurbaşkanı 17 bakan bir astronot sahaya inince sahaya inilmiş olunmuyor mu?
Bu saha neresi tam olarak?
4.
Hakikatin tümden yitiminin bir diğer nedenini daha önce buradaki bir başka yazıda dile getirmiştim. Şimdi tam da zamanı geldi tekrarlamak istiyorum… Geribildirimsizlik ve cezasızlık meselesi.
“ (...) Başarısız bir bakanın, bir bürokratın yaptıklarından ve yapmadıklarından dolayı yerini kaybetmemesi de var bunun içinde; 21 senedir iktidar olan partinin ve liderlerinin başarısızlıklarının seçmen nezdinde cezalandırılmaması da var. Memlekette başarısızlığa ilişkin bir yaptırım yok. Geribildirimsizlik yüzünden, başarısızlıklar da rahatça tekrarlanıyor. Kimsenin cezalandırılmadığı, belli sözler kullananların toplum nezdinde yine de itibar gördüğü bir sistem bu. Sistemin kodlarını doğru okuyanlar yola her durumda devam ediyor; okuyamayanlar hesaptan düşülüyor. Bayrak inmez, ezan susmaz demek bazen her şeye yetiyor. Elbette bunun seküler cenahta da karşılıkları var. Zaten karşılığı olmasa, sistem tek ayak üzerinde bu kadar uzun süre gidemezdi.”
Hiçbir sıkıntıyı bir geribildirim olarak almayanlar şimdi “sahaya inmedik” diyor. Belediyelerinin sahadaki son günlerinde, mazbata devir tesliminden hemen önce apar topar yaptıkları milyonluk ihalelere bir bakarlarsa aslında sahanın son ana kadar hiç terk edilmediğini de görürler.
5.
Saha aynı ama hava değişti.
İzninizle, meslekteki büyüklerimin izinden giderek, kötü bir fıkra anlatacağım. Kötü ama hiç değilse çok kısa… Başlıkla da uyumlu: “Temel bir gün yolda bir muz kabuğu görmüş ve hayıflanmış: Uyy yine düşeceğuz…”
Bu fıkra bugüne dek CHP’ye uygundu. Artık bir AKP fıkrası…
Şimdi ülkede bir rüzgâr var. CHP ve diğer muhalifler bu rüzgârı kullanır mı bilemem. Ben şunu biliyorum: Yeteneği, muhabbeti ve çabayı takdir etmezsen, hayatta her şeyi kendinle başlayıp bitirirsen, geribildirime önem vermezsen, o rüzgâr estiğiyle kalır. O zaman eski dar gömleğini yine giyersin. O zaman ihtimaller tükenir.
O zaman üzüntü ve muz kabuğu…
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI