Türkiye - Norveç maçının anlattıkları
Türk oyun pratiğinin kabul gören ikonik inancı, bu oyunun iyi oyuncularla oynandığıdır. Buna göre iyi oyuncular birbirleriyle iyi oynarlar. İyi oyuncu oldukları için birbirleriyle ne ile ve nasıl oynayacaklarının bir önemli yoktur. Onlar, bir yolunu bulur ve oynarlar. Bu inanç yüzyıldır, kendi pratiği içinde yanlışlandığı halde, sanki kusursuz bir inançmış gibi, hala diriliğini ve büyük etkisini sürdürüyor.
Futbol özcü bir oyundur, temellere ihtiyaç duyar.
Türk futbol oyun pratiği, kaprisli bir rock yıldızı gibi, her zaman, ufak diyet konularını mesele yapar ve huysuz bir diktatör gibi, sürekli, güzel sözlerle teskin edilmek ve övülmek ister; çünkü bir şey olmadığı halde, kendini çok şey zanneder. Değersiz olduğunu herkesten çok ve açık bir bilinçle bildiği için, gerçek değer de onun için bir değer ifade etmez. Gerçek değer bir gelenekten gelir. Gerçek değer bir ekolden gelir. Gerçek değer, denenmiş ve sonuç alınmış bir sistemden gelir. Türk futbolu o kadar büyük, görkemli ve mukayese kabul etmez bir ihtişama sahip ki, kendini herhangi bir gelenekle ilişkilendirmez. Geleneğe ihtiyacı yoktur; çünkü o gelenekler üstüdür. Hiçbir ekole itibar etmez, çünkü dünyadaki bütün ekoller, onun ürettiği pratiklerin sonucudur; o nedenle de ekole tenezzül etmek, itibar kaybıdır. Ne de olsa futbol oyunu bir Türk icadıdır.
Her turnuvaya, her maça, farklı fikir ve farklı algılarla çıkan ya da katılan bir futbol kültür ve pratiği, kendini nasıl değerli hissedebilir? Kendi değerini, kiminle kıyaslayacak? Mesele kendimizi başkasıyla kıyaslamak değildir. Mesele şimdiki benimizi, geçmiş benimizle kıyaslamaktır. Eğer bir geleneğiniz yoksa, eğer bir ekolunuz yoksa, kendi kendinizi, kendinizle nasıl kıyaslayacaksınız? Kendi oyunun tarihsel süreçleri, kıyaslama kategorileri üretemediği için, ortaya kriterler de çıkmaz. Kriter yoksa yorum da yoktur. Analizden söz etmek abesle iştigaldir.
Birlikte yapılan bir eylem ya da faaliyet söz konusu olduğunda, bu kolektif davranışın, mutlaka bir özü ve bu öz üstüne bina eden ilk temeli olur. Özsüz ve temelsiz her oyun, her faaliyet her eylem değersizdir; çünkü ona bir değer katacak özü ve temeli yoktur.
Türk oyun pratiğinin kabul gören ikonik inancı, bu oyunun iyi oyuncularla oynandığıdır. Buna göre iyi oyuncular birbirleriyle iyi oynarlar. İyi oyuncu oldukları için birbirleriyle ne ile ve nasıl oynayacaklarının bir önemli yoktur. Onlar, bir yolunu bulur ve oynarlar. Bu inanç yüzyıldır, kendi pratiği içinde yanlışlandığı halde, sanki kusursuz bir inançmış gibi, hala diriliğini ve büyük etkisini sürdürüyor.
İyi oyuncu, bu oyunun sadece malzemelerinden biridir. Oyuncu niteliği taşıdığı için de zaten iyi olmak zorundadır. İyi oyuncudan kastedilen yetenekli oyuncudur ve bir oyuncu bir maçta oynamaya değer görülüyorsa, yeteneklidir. Bu argümanın en ikna edici kanıtı, yeni nesil Türk oyunculardır. Hepsi transfer edildikleri kendi takımlarında bu oyunu oynuyor. Burak, Cengiz, Hakan ve adlarını burada zikretmeye gerek görmediğim diğer oyuncular, başka bir gelenek içinde, başka bir ekol içinde, başka bir sistem içinde pekala oynuyorlar. Demek ki, sorun, oyuncu filan değil.
Oyuncu işçidir. Bir işin işçiliğini yapar. Kaderi ve yeteneği budur. İş iyi bir organizasyona sahipse, işçi de verimli çalışır ve yeteneklerini o organizasyonun hizmetine sunar. Mesele iş ve işçi meselesi değil, mesele işin ve işçinin uyumunu sağlayan organizasyon meselesidir.
Organizasyonlar, gelenekle oluşur, ekolle zenginleşir, çeşitlilik kazanır. Her organizasyonun olmazsa olmazı, kendi sistemidir. Sistem sürekli dener. Denedikçe pürüzlerinden ayrışır ve kusursuz hale gelir. Ya buna inanır ve bunu temel kabul edersin ya da her seferin de bu oyun seni 'oyunun dışına' atar.