YAZARLAR

Türkiye oynamıyor ya da oynayamıyor

Rakip kalecinin oyunda hiç rol almaması, aslında Türkiye’nin oyunda hiç rol almadığı anlamına gelir... Planı sadece rakip arkasına atılan toplardan ibaret bir takım, hücum planına sahip değildir...

İlk yarıda Şenol Güneş’in planladığı oyun buysa, bunun adına futbol demek için binlerce şahit yetersiz kalır; bir tek kişinin tanıklığı yeterli. Uğurcan uzun vursun, Burak ofsaytta yakalansın, her top kesilsin ve belirsiz bir boşluğa vurulsun. Oyun bu mudur? Maç öncesi yazımda "Türk Milli Takımı'nın üç bölgeli oyunu ciddi tehlikeler barındırıyor" diye yazmıştım. Oyun başladı ve görüldü ki Türkiye bırakın üç bölgeli oyunu oynamak, iki bölgede bile oynayamıyor. Deyim uygunsa Türkiye ulusal takımı sahaya, Burak ve diğerleri olarak yerleşiyor. Oyunu tek bölgede ve savunmadan ibaret sanmak, rakip kaleyi hiç ziyaret etme imkanı bulamamaktır. İlk yarıda İtalyan kaleci bir ya da iki kez topla buluşma imkanını ancak buldu. Rakip kalecinin oyunda hiç rol almaması, aslında Türkiye’nin oyunda hiç rol almadığı anlamına gelir. 

Ama İtalyanlar baskılı başlangıç yaptı ve oyun zorunlu olarak bu vaziyette cereyan etti denilebilir; peki ama İtalyanların böyle oynama ihtimali bilinmiyor muydu? Biliniyorsa bu baskıyı kırmak ve boşa çıkarmak için hangi tedbirler tasarlandı? Ya da İtalyanların bu oyun anlayışından doğan avantajlar nasıl değerlendirilecekti? İlk yarıda bu soruların karşılığı kocaman bir hiç oldu. İtalyanlar saldırdı. Türkiye dengesiz bir biçimde tek taraflı olarak savundu. 

Aslında Mancini, Türkiye maçını bu yüksek tempoda tasarlamamıştı. Türkiye’nin oynama arzusunu baz alarak defansif bir oyun kurgulamıştı. Defansif oyunu, bölgeler arası boşlukları temel alan bir kontra plan ile takviye etmişti. Nitekim ilk yarının ilk 30 dakikası bu eksen üzerinde aktı. Ama sonuçta Türkiye’nin oynama arzusu ve planı sahne almayınca Mancini, bir tür mecburiyetle, daha dominant bir oyun oynamak durumunda kaldı. İlk yarıda gol olmamasının esas nedeni bu beklenmedik durumdu. 

İkinci yarı golle başladı. Eğer rakibiniz bir tek atak içinde üç bölgeyi kat etme becerisi gösteremiyorsa, size sadece gol atmak kalır. Öyle de oldu ve İtalya maçı üç golle bitirdi. 

Türkiye bir tek sefer bile, kendi sahasını, kendi açılış paslarıyla geçmedi. Hiçbir ciddi baskı olmadığı halde bütün savunma oyuncularının ilk tercihi kaleci Uğurcan oluyordu. Bunun açık anlamı şudur; savunma amacıyla çıktığınız maçta nasıl savunma yapmanız gerektiğini organize etmemişsiniz. Nitekim kenarda Şenol Güneş'in canhıraş hemen her şeye müdahale ediyor olması, bu maçı nasıl açık ve savunmasız bıraktığını gösterir. Bir teknik adam kenardan oyuna ne kadar müdahil oluyorsa, oyunda boş bıraktığı ve çözemediği o kadar çok sorun var demektir.

Türkiye yine bütün maç boyunca bir kez bile, savunmadan hücuma geçiş yapamadı. Bunun da anlamı şudur; orta saha ile hem savunmanın hem de hücumun ilişkisi bir hücum planı içinde kurgulanmamış. 

Hücum planı sadece rakip arkasına atılan toplardan ibaret bir takım, hiç kimse kusura bakmasın bir hücum planına sahip değildir. 

Bu maçı oyuncular kaybetmedi. Hiç kimse oyuncular için tek kötü söz söylemesin. Bu maçı Şenol Güneş altın bir tepside Mancini’ye ikram etti.


Ali Fikri Işık Kimdir?

Ali Fikri Işık, 1958 yılında Mardin’in Savur ilçesine bağlı Xeramemo köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Batman’da, liseyi ise Silvan’da okumuştur. 1978 yılında Batman'da “Sesleniş” Gazetesiyle yazın hayatına başlamış. 1985 yılında yazarlar kooperatifi olan Yazko’nun dergisi “Yazko Somut”ta, 1994 yılında “Zone News” gazetesinde, 1995 yılında haftalık dergi “Roj”da, 2010 yılında Taraf gazetesinde, 2016 yılında “BasNews ve Kurdistan24 Türkçe'de yazmıştır. Amedspor Kaos ve Direniş Amedspor kitaplarının yazarıdır.