Türkiye yeşil devrimi yakalayacak mı?
Günümüze kadar erişemediğimiz ya da istediğimiz oranlarda erişmekte bağlayıcı anlaşmalar, altyapı eksikliği vb. diğer nedenlerle pek fazla yol kat edemediğimiz alanlarda, kartlar yeniden karılıyor.
Ferdi Akarsu*
Hani bir tabir vardır neredeyse klişeleşmiş, “kartlar yeniden karılıyor” diye. Günümüzde iklim krizi ile mücadele konusunda gerek ülkeler gerekse Avrupa Birliği (AB) gibi oluşumlar ardı ardına hamleler yapmaya devam ediyor. İşte bu hamleler kimi zaman etki alanı itibariyle düşük bir profilde seyrederken, kimi zaman küresel düzeyde yeniliklere, tazeliklere ve fırsatlara imkân sağlıyor. Ülkelerin iklim krizine yönelik olarak attıkları adımlara son örneklerden biri de Türkiye’den geldi. Resmî Gazete‘nin 16 Temmuz 2021 tarihli sayısında Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan “Yeşil Mutabakat Eylem Planı” konulu bir genelge yayımlandı. İklim krizi gibi direkt olarak doğayı, yaşamı konu alan ve kaçınılmaz olarak ekonomi, enerji, endüstri, turizm ve benzeri hemen hemen tüm sektörlere dokunan bir konu hakkında Ticaret Bakanlığı’nın bu inisiyatifi alması önemli. Zira bu konuya ekonomi odağından diğer odaklara göre daha güçlü bir şekilde bakıldığını göstermesi açısından önemli. Yazının başında kartlar yeniden karılıyor diye tanımlama yapılmasının altında biraz da bu gizli. Bu konuya birazdan daha detaylı değineceğiz ama Türkiye’nin en azından ekonomi konusunda Yeşil Mutabakata gözlerini kabartması ve önem atfetmesi önemli.
Ekonomi Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu “Yeşil Mutabakat Eylem Planı”, AB’nin 11 Aralık 2019 yılında kabul etmiş olduğu “Avrupa Yeşil Mutabakatı” ve bu çerçevede 2020 Mart’ında Avrupa Komisyonu tarafından kabul edilen yeni “Döngüsel Ekonomi Eylem Planı”na ithafen, Türkiye’nin bu husustaki pozisyonu ortaya koyuyor.
Avrupa Yeşil Mutabakatı doğal kaynak tüketimini ve karbon emisyon değerlerini azaltarak, 2050 yılına kadar “Karbon Nötr” bir AB ve hinterlandı için süreci tanımlıyor. Bireylerin, devletlerin, kentlerin ve endüstrinin karbon ayak izini yok etmeyi, bugünlerde tarihi rekorlarını kıran ve küresel iklim krizine yol açan süreci, atmosferdeki karbonu sürdürülebilir bir seviyede tutmayı amaçlıyor. Sıklığı giderek artan doğal afetlerin normal seviyelerine gelmesini, susuzluk nedeniyle flamingoların ölmemesini, aşırı sıcaklar nedeniyle insanların sokak ortasında yığılıp kalmamasını, sahil kentlerinin su altında kalmamasını ve ormanların yanık kül olmamasını hedefliyor. Bu listeye çok daha fazlası eklenebilir elbette. AB bu mutabakat ve tanımlanan yol haritasında, beklenildiği gibi Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve Paris İklim Anlaşması ile uyumlu bir süreç tanımlıyor. Öte yandan tüm bu araştırma ve politika oluşturma çabaları iyi niyet göstergesi ve kağıtlarda kalan temenni manzumeleri olarak kalmasın diye, ardı ardına eylem planları ve uygulamaya yönelik adımlar atmaya başlıyor. Zira kamuoyu artan bir sıklık ve dozda somut eylemler görmek istiyor. Haksız da sayılmazlar!
1990-2018 arasında AB ekonomisi yüzde 61 büyürken sera gazları sadece yüzde 23 azaltılabilmiş. Bu şekilde mevcut politikalarla devam edilmesi durumunda, 2050’ye kadar ancak yüzde 60’lık bir azaltım sağlanabilecek. İklim krizinde ise bekleyecek bir gün dahi yok. Paris Anlaşmasında hedeflenen sıcaklık artışının 1,5 derecelerde tutulması amacından git gide uzaklaşıyoruz. Zira kimi yerlerde bu seviyeler düzenli olmasa da görülmeye başlandı bile. Yani geri dönüşün olamayacağı seviyelere hiç olmadığı kadar yakınız.
Olumlu adımlar da yok değil. Mart 2020’de yürürlüğe giren “AB Döngüsel Ekonomi Eylem Planı” ve Haziran 2021’de kabul edilen AB İklim Yasası bu olumlu adımlar arasında. Bu yasaya göre AB ülkeleri, 2030 yılına kadar sera gazı salımlarını 1990’daki seviyesinin yüzde 55 daha aşağısına düşürecek. Yasa kapsamında sanayi, enerji, ulaşımda karbondioksit salınımını azaltmayı hedefleyen çok sayıda düzenleme ise yolda. AB Yeşil Mutabakat için 2027 yılına kadar 1 trilyon euro’ya varan bütçelerden söz ediyor. Bu rakamları 2050 hedefiyle hizaladığımızda sözü edilen ekonomik sürecin de hiç de azımsanmayacak düzeyde olduğu görülecektir. Bu konunun Türkiye gibi aday ve AB komşusu olan ülkeleri de aldıkları pozisyonlara göre hem olumlu hem de olumsuz yönde etkileme potansiyeli kaçınılmaz. Tam bu noktada Ticaret Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu eylem planının stratejik önemi ortaya çıkıyor. Zira mutabakatın uygulamaya yönelik somut eylemleri arasında gösterilen “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” ve “Sürdürülebilir Ürün İnisiyatifi” gibi politikalar ve “Döngüsel Ekonomi Eylem Planı” gibi süreç tanımlayan yol haritaları, Türkiye gibi ihracatının aşağı yukarı yarısını ve ithalatının da yaklaşık yüzde 33,4'ünü AB'den gerçekleştiren bir ülke için kritik düzeyde öneme sahip. Gümrük Birliği gibi geçmişten günümüze devam ticaret anlaşmaları ile kazanılan haklar bir yana, AB şimdiden Paris Sözleşmesini imzalamayan ve etkin bir şekilde uygulamayan ülkelerle ticaret konusunda adımlar atmaya başladı. Yeşil dönüşümün önemli bir mali külfet getireceğinin farkında olan AB, birlik içi ve dışında ekonomik adaleti sağlamaya ve üreticiyi, sanayiciyi uluslararası rekabette korumaya yönelik olarak -özellikle ithalat konusunda- ciddi adımlar atma yolunda. Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ve Sürdürülebilir Ürün İnisiyatifi bunlardan sadece birkaçı. Biraz daha somutlaştıracak olursak, yakın gelecekte AB’ye ürün satmak ya da AB’den ürün almak istiyorsak, yeşil mutabakat ve uygulama yönergelerinin belirlediği standartları takip etmemiz gerekebilir. Başka bir deyişle, AB bu mutabakatı bizden de uygulamamızı bekliyor olacak.
İşte tam bu nokta Türkiye için fırsat demek! Günümüze kadar erişemediğimiz ya da istediğimiz oranlarda erişmekte bağlayıcı anlaşmalar, altyapı eksikliği vb. diğer nedenlerle pek fazla yol kat edemediğimiz alanlarda, kartlar yeniden karılıyor. Nasıl ki bilgisayar ve internet çağı ile yepyeni çok uluslu aktörler ve pazarlar hayatımıza girme şansı yakaladıysa, yeşil mutabakat da hem doğayı korumak hem de ekonomik gelişmişlik anlamında bizler için çok önemli bir fırsat. Bu kapsamda ulusal ve kentsel aktörler ile tüm sektörlerin bu dönüşüm fırsatının farkında olması ve buna yönelik ivedilikle adımlar atması şart.
Hem AB Yeşil Mutabakatı hem de Ticaret Bakanlığının yayınlamış olduğu Yeşil Mutabakat Eylem Planlarının belirli ölçülerde ön plana çıkardığı ve bazılarını da çevresel ve sektörel sürdürülebilirlik uzmanı olarak benim eklediğim; sanayici, çiftçi, politikacı ve biz siviller için de gündelik hayatlarında takip edebilecekleri 10 temel adım şu şekilde:
1- Enerji
AB Yeşil Mutabakatında yer aldığı şekliyle “Temiz, Uygun Maliyetli ve Güvenli Enerji Tedariki” ve elbette enerji tüketimi en önemli konulardan biri. Sera gazlarının neredeyse üçte ikisi bu enerji konusuyla ilişik. Sürdürülebilir kaynaklardan enerji tedariki, enerji verimli sistemlere geçiş ve enerji kullanımında israf gibi konularda yol almamız şart.
2- Adil Ticaret
Yine AB Yeşil Mutabakatında yer aldığı şekliyle “Temiz ve Döngüsel Ekonomi için Endüstrinin Harekete Geçirilmesi”, yaygın tabirle adil hakkaniyet temelli bir ticari ekonomik süreç; ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik açısından çok önemli. Doğal hammadde kullanımında azaltım, geri dönüşüm ve yeniden kullanım ile refahın doğa da dahil tüm paydaşlara hakkaniyet çerçevesinde dağılması önemli.
3- İnşaat faaliyetleri
Enerji ve Kaynak Verimli İnşaat ve Renavasyon olarak yeşil mutabakatta geçen bu konu özellikle ekonomisi inşaat sektörü ile neredeyse bütünleşmiş ülkeler için hem ekonomi hem de çevre açısından daha da fazla önem taşıyor. Kullandığımız enerjinin yaklaşık yüzde kırkını binalar oluşturmaktadır. Ayrıca ham madde, iş gücü ve onlarca yan sanayi girdisiyle etki alanı da son derece fazla olan bu sektörde, yeşil olabilmek ve yeşil geleceği yakalayabilmek bizim için çok önemli.
4- Ulaşım ve taşıma
Sürdürülebilir ve akıllı ulaşıma geçişin bir an önce tamamlanması, bu faaliyet alanlarında gerekli altyapı ve ARGE çalışmalarına kıymet verilmesi, “Tebdil-i Mekânda Ferahlık Vardır” gibi bir atasözüne sahip bizler için önemli. Zira gezmeyi ve ürünlerimizi de o okyanus senin bu okyanus benim gezdirmeyi seviyoruz. Ama karbon ayak izi konusunda en sorunla faaliyet alanları arasında ulaşım ve taşıma geliyor. Yaşam tarzımız ve tüketimlerimiz konusunda, artık dikkatli olma zamanı.
5- Gıda
Mutabakatta da değinilen şekliyle “Adil, Sağlıklı ve Çevre Dostu Bir Gıda Sisteminin Tasarlanması” tarladan sofraya kadar uzanan geniş bir süreci kapsıyor. Ayrıca çok geniş bir etkilenen sektör kümesi de bu konuya dahil. Yani fabrikası da plastiği de, aracısı da işin içinde. “Ne yiyorsak, nasıl yiyorsak oyuz” diye biraz da ekleme yaptığım o ünlü söz, geleceğin yeşil ve sağlıklı dünyası ve biz bireyleri için şart. Tarımın karbon tutmadaki başarısı ve önemini de unutmayalım.
6- Doğa
“Ekosistemlerin ve Biyolojik Çeşitliliğin Korunması ve Yenilenmesi” yeşil geleceğin teminatı. Bu adım yoksa diğer tüm adımlarda bir ölçüde kifayetsiz. Bizlerin endüstride, tarımda ve diğer faaliyet alanlarında bin bir zahmetle hayata geçirmeye çalıştığımız karbon nötr sürdürülebilir sistemlerini, doğa ekosistem hizmetleri aracılığıyla her an yapıyor. Yani onu yok ederek bindiğimiz dalı kesmenin bir manası yok. Etik açıdan ise zaten biz ne kadar hak taşıyorsak evimiz olan evrende, her bir varlığın ve Tuz Gölü’ndeki flamingonun o hakka sahip olduğunu unutmayalım.
7- Atık
“Toksik İçermeyen Çevre İçin Sıfır Atık” yeşil mutabakatta ki hedefimiz. Bu hususta en önemli konuda devlet, sanayi ve vatandaş ayrımı gözetmeksizin yeniden kullanma, geri dönüştürme ve her şeyden daha öncelikli olan tüketim konularını ciddi ciddi ele almalıyız. Atık konusunun en önemli düsturu, atık üretmemekten geçiyor. Yeşil gelecekte atığın yeri yok.
8- Su
İklim krizinin en önemli etkileri arasında alışageldiğimiz su rejimlerinde ve oranlarında büyük sapmalara neden olması yer alıyor. Zaten oransal olarak çok az olan tatlısu miktarı ve tatlı, temiz suya erişim konularında sorunlar yaşıyoruz. Buzulların erimesi ve yağış rejimindeki anomaliler, su döngümüzü alt üst ediyor. Su tüm varlıkların ortak hakkı. Bunun bilincinde olup, bu konuda yeşil geleceğe güzel adımlar atmamız gerekiyor.
9- Politika
Politika oluşturma ve özellikle uygulanabilir politik hamleler yapabilme, geleceğin yeşil olabilmesi için şüphesiz hayati öneme sahip. İklim aktivisti Greta, bizler için sık sık bu uyarıyı politikacılara yapıyor ama asıl güç sahibi olanın seçme yetkisini taşıyan tüm insanlıkta yani bizlerde olduğunu hatırlayalım. Politika biziz ve bizim seçimlerimiz.
10- Eğitim
İklim konusunda yeşil mutabakatın hedeflerine ulaşması için davranış değişikliklerine çok büyük ihtiyaç var. Zira adından bir ülkü birliğini taşıyan mutabakatın hayata geçip başarılı olması için öncelikle kitlelerin onu anlayıp, benimsemesi ve ikna olmaları şart. Ancak bu şekilde bizler harekete geçip yol alıyoruz. İşin doğasında bu var. Yani zorla güzellik olmuyor. Bu nedenle eğitim ve farkındalık için ne kadar yoğun çalışırsak, yeşil gelecek o kadar ulaşılabilir hale gelecektir.
*Ornitolog, yazar, sürdürülebilirlik uzmanı