Türkiye-Yunanistan rekabetinin kazananı kim?
ABD, bu anlamsız ve gereksiz rekabetin şimdilik kazananı olarak görünüyor. Yunanistan’da anti-ABD, anti-emperyalist söylemle iktidara gelen sol, Türkiye’de ABD’ye kafa tutan İslamcı/milliyetçi iktidar, Yunanistan ile rekabet edeyim derken, 6. Filo'nun stratejik hedeflerine hizmet edebiliyor. ABD’nin her iki ülkenin milliyetçilerine birer teşekkür borcu olmalı.
ABD’nin Yunanistan ile giderek yoğunlaşan siyasal ve askerî ilişkileri, en son sınırın yakınlarındaki Dedeağaç civarındaki askerî yığınak ve tatbikat ile Türkiye’de daha fazla dikkat çekmeye başladı. Hükümete yakın medya bu durumu “Türkiye’nin çevrelenmesi” gibi akla ziyan bir yorumla sunmaya çalıştı. Bu yazıda, ABD’nin Yunanistan’ın hem 2008 krizinden sonra içine girdiği ekonomik kriz, AB’den (Almanya’dan) duyduğu hoşnutsuzluk ve her iki ülkedeki milliyetçilerin çekişmesinden faydalanarak kendisine nasıl alan açtığını tartışacağım.
DOĞU AKDENİZ DENGESİ
Soğuk Savaş yılları boyunca ama özellikle Yunanistan AB üyesi olunca ikili denge oluşmuştu. Bunlardan ilki Batı sistemi içinde Yunanistan-AB, Türkiye-ABD eksenleri, bölgesel olarak da Türkiye-İsrail ve Yunanistan-Arap dünyası yakınlığıydı. Bu tabii ki, çapraz ilişkilerin olmadığı anlamına gelmiyordu ama genel hatlarıyla bu iki eksen belirgindi. Bunun ABD’ye yansıması, örneğin Yahudi lobisinin Türkiye, Rum lobisinin ise doğal olarak Yunanistan ve Kıbrıs’a yakın olmasıydı. Bu denklemde önce Türkiye-İsrail ekseni bozuldu. Yunanistan, Türkiye ile ilişkileri sıfır toplamlı bir oyun olarak gördüğü için, bu boşluğu hemen doldurmaya başladı. Keza İsrail de, o dönemde Türkiye’yi bu şekilde cezalandırmak istedi. Öyle ki, Mayıs 2010’da Mavi Marmara olayının hemen ardından Netanyahu Ağustos 2010’da Atina’daydı. Bundan sonra ilişkiler hızla gelişecek, diplomasinin yanında enerji, savunma ve askerî ilişkiler boyutları eklenecektir. Hatta, Yunanistan, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ve İsrail, 3 artı 1 formülüyle, yanlarına ABD’yi de alarak stratejik işbirliği platformunu başlatacaklar, 2019’da yapılan 6'ncı zirveye Pompeo da katılacaktır. Daha sonra buna Yunanistan, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ve Mısır üçlü diyalog süreci de eşlik edecektir.
ABD’NİN YUNANİSTAN ANGAJMANI
ABD, Yunanistan’a doğru kaymaya başlarken, üç gelişme bu süreci hızlandırdı. Bunlardan ilki: Ekonomik sıkıntılarla boğuşan Yunanistan 2014’te Atina yakınlarındaki Pire limanını Çin’e sattı. Dönemin Çin başbakanı, Yunanistan’ın, Deniz İpek Yoluyla Kara İpek Yolu'nun bağlantı noktası ve Avrupa’ya giriş kapısı olduğunu söyledi. Bunun ABD açısından bir alarm yarattığını tahmin etmek zor değil. İkinci olarak, 2015’te sol Syriza Partisi Çipras’ın başbakanlığında iktidara geldi. Burada da endişe geleneksel olarak Rusya’ya yakın, İsrail’e mesafeli olan sol hükümetin, Yunanistan’ı Batı’dan uzaklaştırıp, Çin-Rusya eksenine kaydırması ihtimaliydi. Bunların hiçbiri olmadı. İsrail ile askerî ilişkileri bitireceğini söyleyen Çipras, tersine ilişkileri derinleştirdi. AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarını veto etmedi, hatta Makedonya sorununun çözüm sürecinde, müdahalede bulunduğu gerekçesiyle Rus diplomatları istenmeyen kişi ilan etti. Bu arada 2018’de, 26 yıldır devam eden Makedonya sorununun çözümünü sağladı ve Kuzey Makedonya’nın NATO’ya girmesine vetoyu kaldırdı. Bu arada Yunanistan’ın da taktik bir manevra ile AB/Almanya ağırlığı karşısında, Rusya yerine ABD’ye yanaşarak, onu dengelemeye çalıştığını söylemek gerek. 2008 krizinden itibaren Rusya Yunanistan’a herhangi bir iktisadî destek sağlamadı, dış ticaret açık vermeye devam etti. Obama yönetiminin 2010’dan itibaren Brüksel’e açıktan (yani Yunan kamuoyunun da bileceği bir şekilde) istikrar önlemleri konusunda anlayışlı olması için baskı yaptığını, Biden’in 2014, Obama’nın da görevden ayrılmadan hemen önce 2016’da Atina’yı ziyaret ettiğini belirtmek gerek. Bu gelişmeler Yunanistan’da, 1967 albaylar cuntası ve Türkiye’nin Kıbrıs harekâtına engel olmaması gibi nedenlerle yüksek olan Amerikan karşıtlığının azalmasına, hatta sempatinin yükselmesine neden oldu.
Üçüncü olarak, AKP iktidarının 2015 ve sonrasında Putin ile bir liderler diplomasisi geliştirmesi ve Astana sürecini başlatması, ardından S-400 alımı gibi gelişmeler, stratejik olarak Türkiye’nin yedeklenmesini gündeme getirdi. Öyle ki, yayınlanan rapor ve dış politika söyleminde Yunanistan’dan sürekli olarak “istikrarsız ve öngörülemez bir bölgede, öngörülebilir bir müttefik” ifadesi kullanılırken, Türkiye için giderek, “istikrarsız bir bölgede daha çok öngörülemez bir ülke” ifadesi kullanılmaya başlandı. 2018’den itibaren ABD-Yunanistan stratejik diyalog süreci başlatıldı. ABD Dışişleri Bakan yardımcısı açıkça Yunanistan’ı kritik bir bölgede Çin ve Rusya’ya karşı bir ağırlık merkezi olarak gördüklerini açıkladı. Yunanistan’ın böyle bir kapasitesi olmadığı biliniyordu ve bunun anlamının ABD’nin artan askerî angajmanı olacağı belliydi. Girit’te Sauda, Larissa’da ve Stefanovikeyo’da ABD askerî varlığı, SİHA üssü ABD 6. Filosu'nun kullanımı için kolaylıklar sağlamaya başladı. Bu arada Alexandropoli/Dedeağaç da, hem üs hem liman olarak Ege-Karadeniz-Balkanlar kesişme noktasında bir yer olarak önem kazandı ve ABD burayı da askerî açıdan kullanmaya başladı.
Yunanistan savunma harcamalarını artırırken, ABD’den silah alımını (SİHA) ve modernizasyonu (örneğin F-16) yeni bir aşamaya taşıdı, F-35 alımı sürecini başlattı. Çipras hükümeti, ekonomik kemer sıkma politikasını uygulama ve Makedonya ile uzlaşma gibi zor kararları alıp, ömrünü tamamlayınca, yerine geleneksel olarak ABD’ye daha yakın Yeni Demokrasi Partisi geldi ve ilişkilerin önü daha da açıldı. Bu arada Türkiye’nin Mavi Vatan doktrinini uygulamaya koyması, Libya ile anlaşma yapması, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs’ın arama faaliyetlerini engellemesi, ABD’ye yanaşmanın güvenlik meşruiyetini oluşturdu.
BİLİŞİM ÜSSÜ
ABD askerî angajmanı medyada geniş yer tutarken, Amerikan bilişim şirketlerinin yeni bir yatırım hamlesi başlatmaları gündeme gelmedi. Kanıtlaması mümkün olmasa da, Yunanistan ABD ile stratejik işbirliğini artırmasının ödülünü, iktisadî olarak başta Microsoft, Google, Cisco gibi bilişim şirketlerinin yatırım yapma kararlarıyla almaya başladı. Microsoft başkanı Atina’ya giderek burada büyük bir veri toplama merkezi kuracağını, bunun dünyadaki en büyük “cloud/bulut” erişim altyapısı olacağını, bunun için doğrudan işgücü olmasa da 100 bin kişiye eğitim sağlanacağını duyurdu, Pfizer araştırma merkezi kuracağını açıkladı.
LOBİLER İŞBAŞINDA
ABD, Yunanistan ve Türkiye üçgenindeki gelişmelerin, bir de lobiler ayağı var. Geçmişte Yahudi lobisi Türkiye’ye yakın tavır alırken, Türkiye-İsrail dengesinin bozulması buraya da yansıdı ve Yahudi ve Rum lobileri ortak hareket etmeye başladılar. 2010’dan itibaren her iki lobi arasındaki temaslar arttı. Bunlardan Rum lobi kuruluşu AHEPA ve AHI (American Hellenic Institute) liderliği ele alarak 2014 ve 2016’da Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’e ortak ziyaretler düzenlediler. Muhafazakâr Yahudi lobilerinden biri olan JINSA da yayınladığı rapor ve yaptığı girişimlerle ABD-Yunanistan ilişkilerinin gelişmesi için çaba harcadı. 2019’da ise Helen-İsrail Forumu kuruldu ve ilk toplantısını Kudüs’te yaptı. Taraflar, Türkiye ile ilişkiler düzelse bile bu yakınlığın süreceğini vurguladılar.
Gerek Yunanistan basını, gerekse Batı’da Doğu Akdeniz, Türkiye-Yunanistan ve ABD-Yunanistan ilişkileri üzerine yazılan her yazı, merkeze Türkiye’nin bölgedeki yayılmacılığından ve bunun kaçınılmaz olarak Atina’yı ABD ile işbirliğine ittiğinden bahsediyor.
Yunanistan’da takıntılı ve neredeyse histerik bir Türkiye karşıtlığının, bitmeyen bir mağduriyet ve tehdit algısının hâkim olduğunu, Yunan devletinin bu algılamayı her daim canlı tuttuğunu biliyoruz. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de askerî gücünü kullanması, Libya’daki savaşa dahil olması, Suriye’de operasyonlar düzenlemesi, Yunan devletinin kendi kamuoyuna yayılmacı Türkiye imajını sunmasını kolaylaştırdı. Bu algılama ABD’nin hem Yunan kamuoyundaki imajını dönüştürmeye, hem de artan işbirliğini kolaylaştırmaya yaradı. 2010’lara kadar Yunanistan genelde AB ve NATO’da bir baş ağrısı olarak tanımlanıyor, Rusya’ya yakın, ekonomisini yönetemeyen bir ülke olarak görülüyordu. Onun da Batı’daki siyasal imajında bir dönüşüm yaşandı.
ABD, bu anlamsız ve gereksiz rekabetin şimdilik kazananı olarak görünüyor. ABD, Türkiye-Yunanistan rekabetinden faydalanarak Yunanistan’da alan kazandı, Çin’in etkisini minimize etti, Rusya ile Atina arasına mesafe koydurabildi. Yunanistan-Güney Kıbrıs-İsrail ile Yunanistan-Güney Kıbrıs-Mısır üçlü işbirliklerinin oluşmasını sağladı. Doğu Akdeniz’de müttefikleri arasındaki bağları güçlendirdi. Hatta, Suudi Arabistan ve BAE’yi de bu coğrafyaya askerî olarak soktu. Bir zamanlar ABD emperyalizminin bu bölgedeki simgesi olan 6. Filo bir yandan Girit’te, Dedeağaç’ta tahkimat ve tatbikat yaparken, bir yandan Türkiye ile birlikte sessiz sedasız Karadeniz’de tatbikat yapabiliyor. Yunanistan’da anti-ABD, anti-emperyalist söylemle iktidara gelen sol, Türkiye’de ABD’ye kafa tutan İslamcı/milliyetçi iktidar, Yunanistan ile rekabet edeyim derken, 6. Filo'nun stratejik hedeflerine hizmet edebiliyor. ABD’nin her iki ülkenin milliyetçilerine birer teşekkür borcu olmalı.