YAZARLAR

‘Türkiye Yüzyılı’ Yargıtay eliyle takdim edildi

İktidarın mevcut krizi tırmandıracağı aşikar ama nereye kadar sorusuna cevap vermek güç. Anayasayı değiştirmeleri mümkün görünmüyor. Üstelik referanduma kadar beklemek de istemiyorlar. Bir yasal düzenleme ile anayasa hükümlerini daraltmaları da imkansız. Geriye en hızlı yöntem olarak hak ihlali kararı veren AYM üyelerini istifaya zorlamak kalıyor.

Gezi eylemleri başladığında Erdoğan yine yurt dışındaydı. Zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve AKP hükümetinin ileri gelenleri eylemler karşısında başlangıçta ılımlı tutum takınmayı denemişlerdi. Ancak Erdoğan yurda döner dönmez, henüz havaalanı yolundayken ‘yüzde elliyi evde zor tutmak’ iddiasıyla devlet şiddetine yol verdi.

Evet Gezi Erdoğan ve AKP’nin diğer yöneticileri arasındaki kopukluk açısından da önemli bir göstergeydi. Bugün de Gezi, aynı kopukluk halini, görüş ve tutum ayrılığını ortaya koymuş halde. Yalnız bir farkla ki bugün bir saray birçok saray erkanı var. Kopukluk parti ile Saray arasında. Saray memurları yani atanmışlar iktidar partisinin meclis grubuna ve yine AKP’li TBMM Başkanına yani seçilmişlere had bildirme cüretine sahip. TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi'nin verdiği hak ihlali kararının uygulanmayışı ile başlayan yargı krizi, Erdoğan yine yurtdışındayken anayasal düzene darbe girişimine dönüştü. Saray erkanınca darbe girişimi desteklenince anlaşıldı ki talimat böyle. Talimatın üstünlüğü ilkesi gereğince ilgili mahkemenin AYM kararını uygulamak yerine Yargıtay’a gönderdiği düşünülebilir artık. Yargıtay ilgili dairesi de talimata göre hareket etmiş olmalı. Ki hukukçular arasında 3. Ceza Dairesince açıklanan kararın dilini, Yargıtay kararlarının dilinden hayli farklı bulanlar az değildi. Geçen Çarşamba gününün akşam saatlerinde gelen bu karar, AYM kararını tanımamak, iki yüksek mahkeme arasında hiyerarşi kurmak ve hak ihlali kararına imza atan 9 AYM üyesi hakkında suç duyurusunda bulunmakla hukuk tarihinde bir ilk olmayı başarmıştı. Saray erkanından sonra Yargıtay başkanı da destekledi bu anayasal düzene başkaldırıyı.

Gezi, Erdoğan’ı korkutmuştu, korkutmaya devam ediyor. Yalnız bu öyle bir korku ki, vehmedilen ‘Gezi kalkışması’ kabusundan uyanmak için ülkeye kabus yaşatılıyor. Öyle bir ülkeyiz ki yöneticileri anayasayı değiştiremeyeceğini anladığında anayasayı hukukçular eliyle rafa kaldırtmayı seçebiliyor. Evet bence içinde yaşadığımız girişim hali yeni anayasa yapma bahanesi olmak üzere icat edilmedi. Bu mecliste yeni anayasa yaptırma şansının sıfıra yakın olduğu anlaşılınca icat edildi bu kriz. Yeni anayasa yapamazsa, Anayasa Mahkemesi'nin norm denetimi yetkisini, tahkir ve tazyif yoluyla kısıtlayabileceğini gösterdi. Demokrasi ve hukuk normlarıyla başı dertte olduğu için AYM hedef tahtasına oturtulmuştu. Norm denetimi ile AYM kararları herkes için bağlayıcı nitelikte ve bu özellik ‘şahsım’ ülkesinin ‘Türkiye Yüzyılı’ hedefleriyle örtüşmüyor. Madem ki seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var en üstün o olmalı. Hukuk sadece onun talimatları doğrultusunda olduğu sürece bir değer taşır. Hukuk ve anayasa talimatla çelişiyorsa üstünlük talimata aittir. Bunun adına Türkiye Yüzyılı diyoruz hanımlar, beyler. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Yargıtay Bakanlığı, Türkiye Yüzyılı'nı takdim töreninde sahne aldı, hepsi bu.

Erdoğan, planlı krizde kendisine hakem rolü tayin ederek, tarafını Yargıtay'dan yana açıkladı. Pazar günü Riyad dönüşü uçakta, Yargıtay başkanı ile görüştüğünü açıkladı. Hakem, taraflardan birisi ile görüşüp, taraflardan diğeriyle de gerekirse görüşebilecek kadar tarafsız arkadaşlar. Nitekim aynı açıklamasında birçok yasal düzenlemenin AYM tarafından ters yüz edildiğini ve bunun zaman kaybı yarattığını da söyledi. İşin ilginci her şeye karar verme yetkisini Anayasadan aldığı halde sözlerinin yasadan, anayasadan, hukuktan üstün olması gerektiğini söyleyen tek karar verici, bireysel başvuru dosyalarının sayısını bu kriz sonrası öğrenmiş. AYM’de 130 bin bireysel başvuru dosyası olduğunu öğrenmiş. Devri iktidarında hak ihlaline uğratılan yurttaşlardan Anayasa Mahkemesi'ne ulaşabilen küçük bir azınlığın sayısının 130 bine yükselmesi dehşete düşürmüş olmalı ki bu sistemi kaldırma niyeti seziliyor sözlerinden. ‘Kimse hak ihlali başvurusu yapamayınca yargı hak ihlaline hükmedemez’ şeklinde bir akıl gelmişse demek. Bu arada unutmayalım “AYM’nin işlerini hızlandırmak için bireysel başvuru hakkına ilişkin düzenleme yaptılar” diyor Erdoğan aynı açıklamasında. Kim yaptı? Yaptılar. Yapanlar kim? Yok artık öyle birileri… Buradan Yargı, Saray erkanı, iktidar partisi, partilisi ve diğerleri kendilerine pay çıkarsa keşke. Hukukun yokluğunda tek kişiden maada geri kalan her şey gölgeden ibaret. Zamana göre uzar, kısalır, yok olur. Hesap veren, hesap soran çıkmaz hukuk olmadığında. Hukuk darp edildiğinde suç cenneti olmuştuk. Hukuk katledildiğinde halimiz cehenneme beş kala...

Meclis içi, meclis dışı muhalefet gidişin farkında ve önlemek için çaba sarf ediyor. Anayasal düzene darbe girişiminin ardında Meclisi üzerine düşeni yaptı diyebiliriz. Muhalefet partileri adına Genel Kurulda konuşan milletvekillerinin tek konusu vardı. Perşembe gündemi farklı olmasına rağmen fiilen tek gündem haline getirdiler bu anayasal düzene yargı eliyle darbe girişimini. Nasıl yapılmasın ki Yargıtay 3. Ceza Dairesi, kararında sadece AYM’yi işlevsizleştirip, üyeler hakkında suç duyurusunda bulunmakla yetinmemişti. Aynı zamanda Meclise, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’a da kararı okutmak yönünde ayar vermişti. Tüm bu riskleri gören vekillerden birisi de Serap Yazıcı Özbudun oldu. Saadet Grubu adına yaptığı konuşması, tıpkı Danıştay 10. Dairedeki İstanbul Sözleşmesi duruşmalarında olduğu gibi hukuk dersi niteliğindeydi. “Anayasasızlaştırma” kavramını kullandı. Bu kararı, yeni anayasa yapmak için kurulan bir tuzak olarak değerlendirmiş olabilir. Konuşmasında mevcuttan daha kötü bir anayasa yapılmak istendiğini belirtti. AKP sıralarına dönerek “bizi bu tuzağa çekmeyin” ifadesini kullanması da bu çerçevede önemliydi. İYİ Partiden Aybüke Türkeş’in, Putin göndermeli konuşması ise krizin daha ilk gününde meselenin kavrandığını gösteriyordu. 2020’de Putin’in Anayasa Mahkemesi üyelerinin değiştirilmesine dair Senatoya yetki verilmesini sağlayan düzenleme yaptırdığını hatırlattı. Otoriter sistemlerin anayasa ile yaşadığı sorunu ve norm denetimi alerjisini gözler önüne seren bir konuşmaydı. Tüm muhalefet partilerinin, aralarındaki çekişmeye, ideolojik farklarına rağmen AYM yanında yer alması iktidara iyi bir cevaptı ve etkili de oldu. Nitekim Genel Başkanlığının haftası dolmadan böyle yakıcı bir sorunu kucağında bulan, ana muhalefet partisi CHP lideri ismini hak ettiğini gösteren Özgür Özel, TBMM Danışma Kurulu çağrısıyla ataktaydı. Ancak kurulu toplama yetkisine sahip tek makam sahibi Numan Kurtulmuş, Sarayın ve Yargıtay'ın çizdiği sınırın dışına çıkamadı.

Yandaş medya ise sessizdi. Ta ki Erdoğan konuşana kadar. Cuma günü 10 Kasım'da Erdoğan tarafsız görünümüyle tarafını ilan edinceye kadar ülkede böyle bir sorun yokmuş gibi davranmayı seçtiler. Gezi eylemleri sırasında penguen belgeseli yayınlayanlar, Gezi bağlantılı anayasaya darbe girişimini de görmemeyi seçti. Fakat tek karar verici konuşunca hınk deyicileri, ölçüsüzce bayrak açtı AYM’ye karşı. 11 Kasım günü Yeni Şafak gazetesinin manşetindeydi 9 AYM üyesi. İsimleriyle, resimleriyle hedef gösterildiler. Hedef gösterildiler diyorum çünkü resim üstü yazısı korkunçtu: "FETÖ ve PKK’ya kapı açtılar." Toplumu geren her kilidi açan bir maymuncuk haline getirilen terör çuvalına atıldıkları için artık üyelikleri ve haysiyetleri gibi hayatları da tehlikede. Benzer bir afişe etme sonrası Danıştay yargıcının Danıştay binasında öldürüldüğünü hatırlamak yeter korkmak için.

İktidarın mevcut krizi tırmandıracağı aşikar ama nereye kadar sorusuna cevap vermek güç. Anayasayı değiştirmeleri mümkün görünmüyor. Üstelik referanduma kadar beklemek de istemiyorlar çünkü aceleleri var. Bir yasal düzenleme ile anayasa hükümlerini daraltmaları da imkansız. Geriye en hızlı yöntem olarak hak ihlali kararı veren AYM üyelerini istifaya zorlamak kalıyor ki Yeni Şafak manşeti de bu amaçla kurgulanmış olabilir. Medyası yardımıyla Türkiye Yüzyılı'nı bir an önce şekillendirmekte acele etmek için yeterli sebebi var. Çünkü Saray erkanının iştahını kabartan Türkiye Yüzyılı düzenlemelerinde yer kapmak için birbirini yemeye başlamış olanları kontrol altına almak zorunda. Putin’in Senatosu varsa Erdoğan’ın da medyası var. Meclisteki AKP’liler de kuzu gibi sıranın kendilerine gelmesini bekleyecekler mi, göreceğiz.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.