Türkiye olası bir insan kaynaklı afete ne kadar hazır?
Kolektif bir çalışmayla hazırlanan Kriz Rehberi, insan kaynaklı afetlerde ne yapılması gerektiğine dair bir yol haritası sunuyor. Rehber 10 Ekim, Suruç, Atatürk Havalimanı gibi insan kaynaklı afetlerden / yıkımlardan edinilen bilgi ve deneyimi kayıt altına alarak olası bir krizde görev alacak örgütleri ve gönüllüleri güçlendirmeyi hedefliyor.
DUVAR - İnsan Kaynaklı Yıkım/Afetlerde Hak İhlallerinin Önlenmesi İçin Kriz Rehberi, herkese şu soruyu soruyor: “Olası bir krize hazır mıyız?” Rehber, hem kurumların hem de bireylerin bilgilerini güncelliyor ve olası bir krizde hangi adımların izlenmesi gerektiğini paylaşıyor. Ekipten Sinan Ok, “Kanamayı nasıl durduracağımızı ya da ambulansı aradığımızda yaralının durumunu hangi sözcüklerle ifade etmemiz gerektiğini bile bilsek yeter” diyor.
Tüm dünyanın gündemine almak zorunda kaldığı yeni bir tanımla karşı karşıyayız: İnsan kaynaklı afet/yıkım. Ankara Gar (10 Ekim), Nice, Brüksel, Atatürk Havalimanı, Orlando son yıllarda yaşadığımız insan kaynaklı yıkımlardan yalnızca birkaçı. Peki, Türkiye insan kaynaklı krizleri nasıl yönetiyor/yönetemiyor? Kriz esnasında ve sonrasında hayati bir önem taşıyan kriz koordinasyonu nasıl sağlanabilir? Yaşanan mağduriyetleri ve hak ihlallerini önlemek için neler yapılmalı? Yüzlerce insanın aktardığı deneyimleri içeren ve kolektif bir çalışmayla hazırlanan kriz rehberinin mimarlarından Özgür Fırat Yumuşak, Hatice Kapusuz, Sinan Ok ve Hazel Başköy sorularımızı yanıtladı.
İlk olarak şunu sormak istiyorum. Rehber nasıl bir ihtiyaç doğrultusunda ortaya çıktı?
Hazel Başköy: Daha önce çok defa kriz deneyimi yaşanmış olmasına rağmen, bu deneyimlerin hiçbiri 10 Ekim’e aktarılamadı. Rehber de buradan doğan ihtiyaç sonucunda ortaya çıktı. Her bir insan kaynaklı afet beraberinde yeni bir durumu getiriyor ve eski birikimleri kullanamıyoruz. Esas hedef olası bir krize önceden hazırlıklı olmak ve nasıl bir koordinasyon içinde olmamız gerektiğini ifade edebilmek.
Hatice Kapusuz: Deneyimin aktarılamaması her seferinde bir gecikmeye yol açıyor ve doğru zamanda müdahale etmeyi zorlaştırıyor. Her geciken müdahale temel noktaların gözden kaçırılmasına ve bunun sonucunda da insanların daha fazla zarar görmesine neden oluyor. En basitinden ‘10 Ekim’de kaç kişi yaralandı’ bilgisine hala sahip değiliz. Tamamına en yakın bilgiye de iddianameden sahibiz; ama iddianamenin bize söylediği rakam bile Türk Tabipler Birliği’nin bize söylediği rakamdan yüz kadar eksik. Bu da şu anlama geliyor: İlk anda bir kayıt sistemi oluşturup krizi yönetmezsen, gerekli bilgiye ulaşamayacaksın, yönetemeyeceksin ve güçlendiremeyeceksin. Bu rehber, her seferinde sıfırdan inşa etmenin bir sonucu olarak, deneyimimizi kayıt altına alıp olası krizlere hazır olalım refleksiyle hazırlandı.
Özgür Fırat Yumuşak: Aslında insani yardım işiyle uğraşan kurumların kriz rehberleri var. Ama 10 Ekim’de burada kurumlar arası bir koordinasyon göremedik. Dolayısıyla, hazırladığımız rehberde bu işin profesyonellerinden değil de birebir sahada bulunan gönüllülerin deneyimlerinden yola çıkarak insan kaynaklı yıkımlara odaklanıldı.
‘DEVLETİN BOŞ BIRAKTIĞI ALANI GÖNÜLLÜLER DOLDURUYOR’
Rehberin içeriğinde hangi bölümler ve ne tür bilgiler yer alıyor?
Hatice Kapusuz: Rehber temel olarak şu sorulara cevap veriyor: Nasıl bir görev paylaşımı yapılacak, ne kadar insan bu koordinasyona dahil olacak, birimlerin ne tür araç gereçlere ve hangi donanımlara sahip olması gerekiyor?
Rehberde dünyadan iyi önekler de yer alıyor. Bir örnek iletişim alanında nasıl bir yol izlenebileceğini anlatırken, diğer bir örnek krizin devlet tarafından nasıl yönetileceğini ifade ediyor. Rehberin amaçlarından bir tanesi de kriz yönetiminde devletin boş bıraktığı alanı doldurmak. Kriz dönemlerinde ortaya çıkan boşluklar, devlet tarafından doldurulmadığı ve kurumlar arasında koordinasyon sağlanamadığı için gönüllüler yıllardır bu alanı doldurmaya çalışıyorlar. Bu her seferinde el yordamıyla olan bir şey; fakat bunun ideal versiyonu devlet tarafından tüm vatandaşları kapsayacak şekilde yönetilmesi. Bu uluslararası örneklerde de ‘devlet nasıl sorumluluk alıyor, kurumlar nasıl işliyor ve medyanın nasıl bir rolü var’ soruları üzerinden ilerledik.
Rehber, kurum ve kuruluşların ve olası gönüllülerin krizlere hazır olmak için yapacağı şeylere işaret ediyor. Bir mitinge nasıl hazırlanılması, hangi bilgi ve donanımın alana yansıtılması gerektiğini içeriyor. Bu bakımdan yola çıkarken hangi bilgilerin alınması gerektiğine de yer veriyor. Özellikle kan grubu ve ilk yardım eğitimi gibi bilgiler çok hayati.
Sinan Ok: Bu, ‘Siz krize ne kadar hazırsınız? Yarın yeni bir kriz yaşandığında siz bunu nasıl yöneteceksiniz, önlem aldınız mı ve insan kaynağı yetiştirdiniz mi?’ sorularını içeren bir rehber. Bu yönüyle bir farkındalık da yaratmayı amaçlıyor. Net ve ihtiyaç odaklı çözümler sunuyor. Bu rehber bir başlangıç aslında. Bu yüzden biz taslak demeyi tercih ediyoruz. Her işletme ya da her birey burada kendisine lazım olacak bilgileri bulabilir. Örneğin ilk yardım, çok elzem bir bilgi. Fakat bu bilgi güncellenmiyor ve uygulanmıyor. Böyle olunca insanların kriz anında bunu uygulamaya cesareti olmuyor ve bu yüzden duruma müdahale edilemiyor; edilse de kurtarmak yerine kaybetmeye dönük bir sonuç alınıyor. Biz bu sorunu bu rehberde ele alıyoruz ve hatırlatıyoruz. Kurumlara, ‘şu nitelikte eğitim almış insan kaynağınız olması gerekiyor’ diyoruz.
Rehberi kurumlarla paylaşabildiniz mi?
Hatice Kapusuz: Rehberi, Ankara Tabipler Odası, sendikalar gibi meslek örgütleriyle paylaştık. Ayrıca Ankara dayanışma Akademisi ve Psiko Sosyal Dayanışma Ağı gibi yerlerde sunum yaptık. Bu rehber üzerinden daha fazla insanla bir araya gelme ve birlikte güçlenme hedefimiz de var. Kriz süreçlerinde yer alacak kurumların ve gönüllülerin temel bilgi ve birikime sahip olması lazım. Bu kapsamda bir paylaşım toplantısı yaptık ve daha sonra rehberi paylaştığımız arkadaşlarla kendimizi güçlendirmek için Ankara Tabipler Odası’nın desteğiyle bir ilk yardım eğitimi gerçekleştirdik. İlkyardım eğitimini ilk kez yaptık ama devam etmek istiyoruz.
Sinan Ok: Bir de şöyle bir şey var. Kriz anında farklı illerden benzer şekilde düşünen; fakat birbirini tanımayan insanlar bir araya gelebiliyor. İnsanlar, ortak kaygılarla aynı dönemde aynı yerde bulunabiliyor. Bu insanları koordineli bir şekilde bir araya getirmeyi amaçlıyoruz.
‘YENİ BİR AFET TANIMIYLA KARŞI KARŞIYAYIZ’
Rehberde, ‘insan kaynaklı afet’ tanımı üzerinden gidiliyor. Bu tanım nasıl ortaya çıktı?
Hatice Kapusuz: Literatür hep doğal afet üzerinden gidiyor ve insan kaynaklı afet kavramına parantez içinde yer veriliyor. Son yıllarda karşı karşıya kaldığımız durum bu tanımın dışında kalabiliyor. Nice’de yaşanan durumu ya da Antep’te düğüne yapılan saldırıyı tanımlayan bir kavram yok. Aslında, artık yeni bir durum yaşıyoruz. Afet dediğimiz şey biraz daha doğal olan bir şeye işaret ediyor.
Hazel Başköy: Tanım içinde patlamalar yer almıyor; bu yüzen bu tanımı geliştiriyoruz. ‘Patlamalar da insan kaynaklı yıkımdır’ diyoruz.
‘KRİZLERİN ÖZGÜNLÜĞÜNÜ ANLAMAK VE DENEYİM BİRİKTİRMEK’
Türkiye’de insan kaynaklı afetler/yıkımlar nasıl yönetiliyor/yönetilemiyor? 10 Ekim örneği üzerinden konuşursak neler söylenebilir?
Özgür Fırat Yumuşak: İlk olarak devletin büyük bir boşluk bıraktığını söyleyebiliriz. Yaralıların hastanelere ulaştırılmasında, ambulansların çalıştırılmasında ya da krizden önce alanın güvenliğinin sağlanmasında bir silsile halinde sorumsuzluklar ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir kriz var. Bu boşluğu kurumlar, sendikalar, partiler doldurmaya çalıştı. Tecrübesizdik, herkes işin bir ucundan tuttu ama ne yapılması gerektiğini orada, o anda öğrendi. Katliamın özgün bir durumu vardı. Mesela yaralanan ve yaşamını yitiren kişilerin çoğu şehir dışından Ankara’ya gelmişti. Bu özgün bir durumdu. İnsanların akrabaları aynı gün oraya geldiler ve Ankara bir anda hepimizin bir ucundan tuttuğu bir misafirhaneye dönüştü. Rehber, tam olarak krizlerin özgünlüklerini anlamak ve deneyimleri biriktirmek üzerinden gerçekleşen bir sürece işaret ediyor.
Hatice Kapusuz: ‘Türkiye krizi nasıl yönetiyor’ sorusuna iyi bir cevap; TTB’nin 10 Ekim’de Sağlık Bakanlığı’na yaptığı ‘telefonlarımızı açın’ çağrısıdır. Türkiye’de tüm hekimlerin bağlı olduğu TTB, Sağlık Bakanlığı’nı arıyor çünkü insani bir kriz var. Durumda, en acil ve ilk sorumluluğu olan bakanlık telefonlara bile çıkmıyor. Türkiye’nin krizi nasıl yönettiği ile ilgili en temel meselelerden biri bu.
Sinan Ok: Bugünkü hastane sistemi içerisinde refakatçi yönetimi, ambulans işleri, ilaç ücretleri gibi tıbbı ilgilendirmeyen fakat sağlığı ilgilendiren başlıklar var. Bu rehber de bu tür deneyimler üzerinden ilerledi. 20 gün kadar yoğun bakımda kalan birisinin 24 saat rekatçisi oluyor örneğin, onların hastane sistemi içerisinde durabilecekleri bir yer yok. Dolayısıyla bu durum bir dayanışmayı gerektiriyor. Yaralı insanların kontrollere gidip gelmesi bile başlı başına bir maddi süreç. Bunların dayanışacak olan insanlar tarafından düşünülmesi gerekiyor.
KRİZ KOORDİNASYONU HAYATİ
Hazel Başköy: Mesela 10 Ekim’de hepimiz Numune Hastanesi’nin önüne yığılmıştık; fakat diğer hastanelerde de ihtiyaç vardı ve biz bunu 4. günde fark edebildik. Koordinasyon çok önemli o yüzden. İlk 4 gün bir koordinasyon yoktu. Herkesin gönüllü olarak gidip hastanelerde durduğu bir durum vardı. Elimizde bir liste vardı; ama o listede senin yanında duran insanın ismi de vardı. Böyle karışık bir durumdaydık.
Hatice Kapusuz: 10 Ekim ile Atatürk Havalimanı saldırısı arasında bir bağlantı kurulabilir, ikisinde de şehir dışından gelen insanlar var. İki saldırıdan sonra da şehir dışından gelen insanlara dönük hiçbir yönlendirme yapmadı kamu kurumları. Hatta insanlar çok fahiş fiyatlara taksiye binerek şehir merkezlerine ulaşmak zorunda kaldılar. Ayrıca bu saldırılardan kim ne kadar etkilendi diye baktığımıza hiçbiriyle ilgili sağlıklı bilgiye erişemiyoruz. Hiçbir kurum, kuruluş ne kadar insan etkilendi ve insanlar ne durumda gibi bir bilgi üretmiyor ve paylaşmıyor. Boyutunu bilmediğin ne kadar insanın etkilendiğini tahmin edemediğin bir duruma da müdahale edemiyorsun ve iyileştiremiyorsun.
SOSYAL MEDYADA YÖNLENDİRME GEREKİYOR
Kriz zamanlarının önemli bileşenlerinden biri de sosyal medya kullanımı. Bu alan, bir yandan duyuru yapmak ve yaygınlaştırmak gibi bir ihtiyacı karşılarken diğer bir yandan yanlış yönlendirmelere ve nefret söylemine aracılık edebiliyor. Kriz zamanlarında sosyal medya kullanımı nasıl olmalı?
Hatice Kapusuz: Bu alan tam bir çöplük aslında... Yurt dışı örneklerinde jandarma ve polis de dahil birçok kurum belirli etiketlerle (hashtag) yönlendirme yapıyor ve sosyal medyayı insanları sağlıklı bir şekilde yönlendirmenin aracı olarak kullanıyorlar. Türkiye örneğindeyse küfür yiyebileceğiniz, hakarete uğrayabileceğiniz ya da dehşet fotoğraflarıyla karşılaşabileceğiniz şekilde bir kullanım var. Hiçbir kamu kurumu ve kuruluşu kan bilgisi de dahil olmak üzere sağlıklı bir şekilde bilgi paylaşımında bulunmuyor. Zaten yayın yasakları sebebiyle müthiş bir kısıtlama var.
KURUMLAR ARASI UYUMSUZLUK SÜRECİ ZORLAŞTIRIYOR
Sinan Ok: Kan örneğinden hareket edecek olursak kriz anında toplumsal duyarlılık daha yüksek oluyor. Gerçekten gönüllü insanlardan oluşan bir kan kuyruğu oluyor ve ihtiyaç çoğunlukla karşılanıyor. Kurumlar mesela kendi çalışanlarının kan grubunu bilmiyorlar. Kızılay’ı arayınca ‘ihtiyaç var’ deniliyor; fakat Sağlık Bakanlığı tam tersini söylüyor. Kurumlar arası bir uyumsuzluk var. Mesela 10 Ekim’de ücretsiz sunulması gereken sağlık hizmetleri önce ücretlendirildi sonra toplumsal baskı sebebiyle bundan vazgeçildi. Öngörü yok, plan yok her seferinde çalakalem işleyen bir süreç var. Bu art niyetten değil, öngörüsüzlükten de kaynaklanıyor. Memur kendini riske atacağına yaralıyı riske atabiliyor.
E-EĞİTİMLER YAPILACAK
Rehber, yoluna nasıl devam edecek?
Sinan Ok: Rehberi basmayı ve kurumlara dağıtmayı düşünüyoruz. Olmasını hiç istemeyiz; ama bundan sonra Ankara’da benzer bir felaket olduğunda en azından bu rehbere göz gezdirmiş bir kitle oluşturabilirsek bu bir araya gelmemizi kolaylaştırır. Kriz öncesinde bu konuyu ne kadar tartışır ve yayarsak hak ihlallerinin o kadar azalmasını sağlarız. Rehberi bastıktan sonra özellikle sendikaların yönetim kurullarına elektronik formatını yollamak istiyoruz. Daha çok insana ulaşmak için e-eğitimler yoluyla özel sunumlar yapmayı düşünüyoruz. Biz yaptık bitirdik demektense ne kadar çok birey ve grup görüş, katkı verirse o kadar çok sahiplenilir. Temel dertlerimizden biri de bu. Bir can bile az gitse önemli bir kazanımdır. Kanamayı nasıl durduracağımızı ya da ambulansı aradığımızda yaralının durumunu hangi sözcüklerle ifade etmek gerektiğini bile bilsek yeterli olur.
KAPILARI HERKESE AÇIK
Hatice Kapusuz: Ekip olarak, rehberi geliştirmek için birlikte çalışalım diyen kişi ya da gruplar olursa birlikte çalışmayı ve birlikte güçlenmeyi umuyoruz.
Hazel Başköy: Rehberde yüzlerce insanın emeği var. Saymaya kalksak bin kişinin ismini söyleyebiliriz. Koca bir krizle karşı karşıya kalıp gereken şeyleri yapamadığımız için bu rehberi oluşturduk. Hukuki boyutta ne yapmak gerektiğini şimdiye kadar hiç düşünmemişiz. Birçok insan ifade vermeden gitti, mesela.
‘HAK ARAMAK İÇİN DELİLLERİ KORUMALIYIZ’
Sinan Ok: Bir hak arayışı olacaksa delillerin korunması lazım, o da patlamadan sonraki bir saatte olabilecek bir şey. Birbirini linç etme, polise saldırma, suçlu arama gibi durumlar hem süreci hem de ilk yardımı zorluyor. 10 Ekim özelinde polisin müdahalesi de süreci resmen zorlaştırdı. O gazdan kaç insan öldü sorusu hep sorulmaya devam edecek.
*Ekiple iletişime geçmek için: [email protected]
*Rehberin tamamına şuradan ulaşılabilir: http://www.onekim.org/tr/wp-content/uploads/2016/12/Krizrehbermetin-30-Ocak-17.pdf