Sur'da enkazdan ekmek parası çıkaranlar
Sur’da kentsel dönüşüm projesiyle yıkılan evler, ilçenin yoksulları için geçim kaynağı oldu. Yıkılan binaların demirlerini toplayanlar, bunları hurdacılara satıyorlar. Günde 30-40 lira kazanıyorlar ve bir gün kendi evlerinin de yıkılacak evler listesinde yer alacağı endişesi taşıyorlar.
DUVAR - Akşam güneşi umulmadık derecede kızgındı. Soluk aldırmıyordu. Arada nereden geldiği belli olmayan bir yel esiyor, o da kızgın güneşten kopup gelmiş gibi insanın genzini yakıyordu. Bu saatte dışarıda çalışmak akıl kârı değil, diye söylenip duruyordum kendi kendime.
Geniş bir boşluk vardı adamın çalıştığı yerde. Bu boş alanın daha bir ay önce bir sokak olduğunu anlamak mümkün değildi. Kentsel dönüşüm projesi ile kepçeler sokağa girmiş yıkmış evleri. Evlerden geriye kalan molozlar, hazır bekleyen hafriyat kamyonlarına yüklenip götürülmüş.
ÇOCUK SESLERİNİN YERİNİ BALYOZ SESİ ALMIŞ
Ama kamyonlar sadece molozları taşıyıp götürmemiş sanki. O sokakta çınlayan çocuk seslerini, kadınların kapı önlerinde yaptıkları muhabbeti de alıp götürmüş. Beton bloklara inen balyozların boğuk sesi kalmış geriye.
Genç adamın yüzü ter içindeydi, ıpıslaktı. Sıcak nedeniyle soru sormaya üşeniyordum. Bu sıcakta o cevap verecek miydi bana? “Git başımdan kardeşim. Görmüyor musun halimi?” diyebilirdi.
İş makineleriyle yeni yıkılmış bir binanın enkazı üzerinde kadınlar adamlar ve çocuklar vardı. Ellerindeki balyozlarla beton bloklara vurup dağıtıyor, betonun içinden çıkan demirleri bir köşede biriktiriyorlardı.
Benim konuştuğum genç adam beton blokların içinden çıkarmış olduğu demir çubukları makasla kısa kısa kesiyordu. Biriken kısa demir çubukları, kucağında bebeğiyle yanında duran karısı el arabasına koyuyordu. Kadın çocuğu kucağında taşımaktan yorulmuş, arada bir “Hadi indireyim seni” diyordu şefkatli bir sesle. Ama çocuk anne kucağında olmaktan memnun, hemen incecik kollarını doluyordu annesinin boynuna.
BAŞKA İŞ OLSA…
Koluyla alnında biriken terleri sildi, sonra “Demirleri taşımak kolay olsun diye kesiyorum” dedi genç adam. El arabasına doldurduğu kısa kesilmiş demir çubukları Eski Hal civarındaki bir hurdacıya götürüp satıyor. Eski Hal epey uzak. Demirleri el arabasıyla oraya, Eski Hal’e kadar götürmek ayrı bir eziyet. “Hurdacı gelmiyor buraya, ayağına istiyor. Biz de ne yapalım, mecburen götürüyoruz.”
Koca makası maharetli kullanıyor, daha önce inşaat işlerinde çalıştığı belli. Demiri keserken bütün kaslarının şişmesinden, demir çubukları kesmenin sanıldığı kadar kolay olmadığı anlaşılıyor. Bütün gücünü kullanıyor demiri keserken.
“Başka iş olsa burada durur muydum? Ama iş yok. Ekmek parası işte. Mecburum” diyor. Ben soru sormadan konuşuyordu. Konuşurken göğsü körük inip kalkıyordu. Yorgunluktan ve sıcaktan nefes nefese kalmıştı. Arada koluyla alnında biriken teri siliyordu.
Genç adamın evi yıkılacak evler listesinde yer almıyor. “Etap etap yıkacaklar Sur’u” diyor. “Bize sıra ne zaman gelir bilmiyoruz. Ama gelecek. Burası rant alanı. Hepimizi çıkaracaklar buradan.”
POLİS ÇOCUĞUN KAFASINI KIRDI
Ekmek parası çıkıyordu dediğine göre. Günde en az 30, en çok 50 liraya demir çıkarıp satıyordu. Polis izin veriyor mu demir toplamalarına? Mesai saatlerinde izin vermiyormuş polis. Karısı, “Bugün polis bir çocuğun kafasını kırdı” diyor. Yıkım devam ederken çocuklar aceleci davranıp demir çıkarmaya çalışmış. Çocukları taşla kovalayan polisin attığı taşlardan biri, birinin başına isabet etmiş. Çok kanamış çocuğun başı. Sonra ne oldu? Arkadaşları çocuğu sağlık ocağına götürmüşler. Polisi şikÂyet etmek oradaki herkesin aklına gelmiş elbette. “Ama ne olacak ki abe” diyor kadın, “Polisi polise şikayet etsen ne olacak ki?”
Elindeki balyozla beton blokları kırmaya çalışan yaşlı, zayıf adam araya giriyor “Çocuklar da rahat durmuyor” diyerek. Kadın, biraz sert “Polis de taş atmak zorunda değil” diye karşılık veriyor. Genç adam sakince anlatıyor: “Mesai saatlerinde kimsenin demir çıkarmasına izin vermiyorlar. Mesai bitince kimse bize karışmıyor.”
'SAKIN ÇEKME'
Yan tarafta, enkazın tepesinde birkaç çocuk beton blokların içinden demir çıkarmaya çalışıyorlar. Yaşları çok küçük daha. Sessizce ve soluk soluğa çalışıyorlar. Ter ve toz yüzünden giysileri kurumuş çamur gibi.
Daha çocuklara doğru bakayım derken kadının “Sakın” diyen sesiyle duraklıyorum. Kadın, bir kez daha “Sakın çekme” diyor, işaret parmağını bana doğru sallayarak. Kendisinin fotoğrafını çekmemi istemediğini düşünüyorum. “Ne benim ne de çocuklarımın fotoğrafını çekmeni istiyorum” diyor.
Kalın, gür bir sesi var kadının. Enkazın üzerinde bir otorite gibi oturmuş, betondan demir çıkaran çocukların başında bekliyor. “Sinirlenme” diyorum “İstemezsen elbette çekmem fotoğrafını.” Sesinde hiçbir yumuşama olmuyor kadının, “Zamanında çekseydiniz şimdi bu halde olmazdık” diyor.
Kadının öfkesi bana değil, bunu anlıyorum ama onu nasıl yatıştırabilirim, işte bunu bilmiyorum. Onu daha fazla sinirlendirmekten korkarak arkamı dönüyorum. Bana gereksiz yere çıkıştığını anlamış gibi, “Bizi bu hale düşürenler Allah’ından bulsun. Bu ev komşumundu. Bak şimdi ne halde.” İç çekiyor ve sonra elinden gelen tek şeyi yapıyor, bir kez daha beddua ediyor: “Bizi böyle perişan edenler Allah’ından bulsun.”
Kadının küçük çocukları ne benimle ne de kadınla ilgileniyorlardı. Ter içinde enkazdan demir çıkarmaya çalışıyorlardı. “Amin” demek zorunda hissediyorum kendimi, çünkü benim de elimden bir şey gelmiyor.
Yaşlı, ipince bir kadın elindeki balyozla betonu kırmaya çalışıyordu. Güçlükle havaya kaldırdığı balyoz sanki kendiliğinden iniyordu betona. Zayıf balyoz darbesi betondan bir toz çıkarıyordu, o kadar.
Ona hiçbir şey sormadım. Onun hikÂyesini ona soru sormadan yazmak ve kendime saklamak istedim.