Rojava sınırında bir çerçi: Her şey var ama AVM gibi aç gözlü değil!
Mardin’in Şenyurt kasabasında rastladığım Yadin Bala, kamyonetle çerçilik geleneğini ve ahlakını sürdürüyor. Kamyonetin içi bir alışveriş merkezi gibi. Ancak o dev AVM'ler gibi aç gözlü değil. “Borç takanlar oluyor mu?” diye sordum. “Yok” diye yanıt verdi. Yadin Bala. Israr edince, “Ben acele etmiyorum, ne zaman paraları olursa o zaman ödüyorlar borçlarını” dedi.
DİYARBAKIR - Şenyurt, Mardin’in Rojava sınırındaki küçük bir kasabası. Göç nedeniyle giderek küçülmüş bir belde. Suriye’de iç savaş başladığından beri Mardin’in bütün sınır ilçeleri, kasabaları, köyleri gibi tedirgin. Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak, arada bir, “Devlet Şenyurt’u boşaltacak” yönünde söylentiler dolaşıyor.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden (IKBY) peşmergelerin Kızıltepe’den Kobanê’ye geçişi sırasında ise “Devlet sınır kapısını açacak” deniliyordu. Buna göre devlet, Rojava Kürtleri ile tıpkı IKBY ile kurduğu ilişkinin bir benzerini kuracaktı. Resmi hiçbir açıklama yapılmamış olsa da Kızıltepe ile Şenyurt arasındaki yol genişletiliyor, sınır kapısı şimdi bulunduğu yerden taşınıyor, ticari amaçla araçlar konvoylar oluşturarak karşı taraftaki Dirbesiyê şehrine geçiyordu.
Rivayetlerin egemenliği, küçük yerleşim yerlerinin kaderi gibi bir şey olmalı. Biri bir şey söylüyor, belki bir hayalini paylaşıyor ve herkes inanıyor buna. Sınır kapısının açılacağı yönündeki rivayet de bir ara çok popüler olmuştu Şenyurt’ta. Herkeste bir beklenti, bir sevinç hâkimdi. Türkiye ile Rojava arasındaki gerilim bitecek, Şenyurt eski zengin günlerine kavuşacaktı.
Şenyurt’a son gidişimde durum farklıydı. Daha karamsar, daha umutsuz bir hava vardı. Bunun nedeni, elbette Afrin operasyonuydu. “Afrin’de savaşan devlet, burada da bir cephe açar. Devlet bizi göndermese de biz buradan göç etmek zorunda kalacağız.” Şenyurt’un ruh hali, özetle böyleydi.
TÜRKİYE, SURİYE GİBİ OLACAK ENDİŞESİ
Bütün gün televizyonlardan ve sosyal medyadan haber izleyerek gelişmeleri takip ediyorlar. Bölgenin bütün insanları gibi siyaseti de yakından takip ediyorlar elbette ve kimi zaman, yorumları karşısında hayrete düştüğümü belirtmeliyim. Yine de karşılarında bir gazeteci görünce sormadan edemiyorlar: “Ne olacak Afrin? Bu savaşın sonu nereye varacak?” Kem küm ediyorum ve asıl onların ne düşündüğünü öğrenmeye çalışıyorum. Kapkara bir Türkiye tablosu sergilediler. İç siyasetten dış güçlerin kışkırtmasına kadar birçok yorumdan sonra “Türkiye, Suriye gibi olacak” cümlesini duymak, tek başına insanın umudunu kırmaya yetiyor.
Bir erken baharla bütün ova yemyeşil, badem ağaçları çiçek açmış, çocuklar oyun için sokağa çıkmıştır. Kadınlar birçok işlerini komşu kadınlarla birlikte dışarıda görüyor; yaşlı adamlar kahvenin önüne çıkardıkları sandalyelerde usulca sohbet ederek zaman geçiriyorlar. Doğa kendi döngüsünde, vaat ettikleri ile kendini hissettiriyor. Masmavi gökyüzünde toplanıp dağılan bulutlar bir yağmur hazırlığı içinde olsa da hava apaçık.
Afrin operasyonunun düşündürdükleri bir kara bulut gibi örtmese bu manzarayı, insan bütün kaygılarını unutup huzurlu hissedebilir kendini. Tarlaların arasında uzayıp giden toprak yolda uzun yürüyüşler yaparak ve sadece kendisiyle konuşarak bütün dünyayla barışabilir insan. Ama işte, hiçbir şeyin bu kadar basit olmadığı bilgisi de en çok böyle zamanlarda yapışıyor insanın yakasına ve bu, iki kez yakıyor insanın canını.
O MEKANİK SESİN HATIRLATTIKLARI
Derken bir hoparlörün mekanik sesi, insanın kendisiyle gerçekleştirdiği muhabbeti ve bütün ovanın dinginliğini silip süpürür. Hoparlöre konuşan adam avazı çıktığı kadar bağırmıyor aslında, o da sessizliği dağıtmak istemiyor sanki ya da kullandığı aletin sesini istediği yere kadar ulaştırabileceğini biliyor.
Çerçilerin eskiden katır ya da at sırtında bir şeyler sattığını görecek kadar yaş aldım hayattan. Hayvanların üstündeki heybelerde dopdolu olurdu ve çerçi istenilen şeyi bu heybelerden nasıl bulup çıkarırdı, şimdi düşününce bile şaşırıyorum. Hatırladığım kadarıyla paradan çok buğday, arpa, yumurtayla yapardı alışverişi. Sattığına karşılık iki tas buğday alırdı mesela. Aldığı buğdayı başka heybelere doldururdu ve bunun için yedek at ya da katır bulundururdu yanında. Akşama kaldılarsa köylüler çerçiye evlerinin kapısını açarlardı. Çerçilerin daha sonra at arabalarıyla köyleri dolaşmaya başladıklarını hatırlıyorum ki hâlâ var bunlardan.
NE ARARSAN VAR
Ama beni kendine çeken ses, kasası büyük bir kamyonetti. Kamyonet kasasının dışarıya açılan kapılarında türlü şeyler asılıydı. Birkaç kadın ihtiyaçları için kamyonetin etrafında toplanmıştı bile. Bu görüntü, ülkenin içinde bulunduğu koşulları unutturup, güzel diye hatırlamayı tercih ettiğimiz çocukluk günlerine götürmek için yeterliydi.
Kamyonet kasasının içinde kabak çekirdeğinden ruja, mutfak eşyasından giysiye, sakıza, oyuncağa kadar her şey vardı. Ve her şey o kadar çok doldurmuştu ki kamyonetin içini, çerçinin hareket edebilmesi için sadece küçük bir yol bırakmıştı.
“Burada aradığını bulabiliyor musun?” diye sordum, adının Yadin Bala olduğunu öğrendiğim adama. “Tabi” dedi. Usulca ve gülümseyerek konuşuyordu. Hoparlöre konuşurken neden avaz avaz bağırmadığını da böyle yüz yüze konuşunca anlamış oldum.
Yıllardır köy köy dolaşarak ekmek parasını çıkaran Yadin Bala’ya, “Her gün çıkıyor musun işe?” diye sordum. “Evet” dedi. Kısa cevaplar veriyordu ve bir gazeteci onun işiyle neden ilgilensin diye düşünüyordu muhtemelen.
ÇERÇİNİN VERESİYE DEFTERİ
Kızıltepe’nin birçok köyünü dolaşıyordu her gün Yadin Bala ve gideceği yerleri bir sıraya koymuştu. “Şenyurt’a ayda iki kez geliyorum. Geciktiğim zaman soruyorlar ‘Nerde kaldın?’ diye.”
“Veresiye de satıyor musun?” “Evet” dedi Yadin Bala. Veresiye defterini çıkarıp gösterdi. Daha çok kadın adları vardı defterde ve borç para miktarı oldukça küçüktü. Borcunu ödemiş olanların ismi çizilmişti.
Alışveriş için kamyonetin etrafındaki kadınları göstererek, “Borç takanlar oluyor mu?” diye sordum. “Yok” diye yanıt verdi Yadin Bala. Israr edince, “Ben acele etmiyorum, ne zaman paraları olursa o zaman ödüyorlar borçlarını.”
Eskiden bu kadar çok araç yoktu ve bu nedenle ilçeye gidip alışveriş yapmak zordu. Şimdi ulaşım daha kolay ve ilçedeki alışveriş merkezleri müşteri çekmenin türlü yollarını deniyorlar. Bu Yadin Bala’nın işini bozmuş olmalı diye düşünüyorum. Ama o halinden ve müşterisinden memnun görünüyor. Dev AVM’ler gibi açgözlü değil, “Şükürler olsun, yeterince kazanıyorum” diyor.
Yadin Bala’yı müşterisi kadınlarla baş başa bırakıp gidiyorum. Bu küçük sohbet sayesinde unutturdukları ve hatırlattıkları için teşekkür ederek.