Türkiye’de darbeler tarihinin bilinmeyenleri
Gazeteci-yazar Murat Yetkin, yeni kitabı Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nda Türkiye’nin siyasi kaderini belirleyen darbeleri mercek altına alıyor. İttihat ve Terakki’nin Babıâli Baskını’ndan 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar uzanan tarihi, Türkiye’nin sınırları dışına taşarak, geniş bir coğrafyada tartışıyor.
DUVAR - Bir Polonyalının Papa seçilmiş olmasının, Polonya’daki işçi ayaklanmasının, Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı ABD destekli Taliban savaşının ve Kıbrıs-Yunanistan ihtilaflarının 12 Eylül 1980 darbesiyle ilişkisini düşündünüz mü hiç? Ya İsrail’in kuruluşunun hemen ardından Suriye’de yapılan ilk CIA darbesinin, 27 Mayıs 1960 darbesine etkisini? Peki, ABD ve Sovyetler arasındaki Soğuk Savaş rekabetini, Filistin direniş hareketini, Prag Baharı’nın yol açtığı 1968 isyanlarını tartışmadan 12 Mart’ı anlamak mümkün mü sizce?
Gazeteci-yazar Murat Yetkin, yeni kitabı Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nda Türkiye’nin siyasi kaderini belirleyen darbeleri mercek altına alıyor. İttihat ve Terakki’nin Babıâli Baskını’ndan 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar uzanan tarihi, Türkiye’nin sınırları dışına taşarak, geniş bir coğrafyada tartışıyor.
Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nda Türkiye’deki darbelerin tek tek tartışıyorsunuz. Peşinen şöyle sorsak: Türkiye’de son 30 yıldır, siyaseti ve darbeleri anlamak için kullanılan bir anahtar kelime vardı: Kemalist vesayet. Siz ne diyorsunuz, Kemalist vesayet her şeyi açıklayan bir kavram mı?
Hayır, değil. Kitapta ayrıntıyla anlatmaya çalıştım. Örneğin 27 Mayıs darbesinde Kemalizmin adı bile yok. Türkeş’in darbe bildirgesine son anda eklediği NATO ve Cento’ya bağlılık bildirme cümlesinde, dış politika bağlamında “Yurtta sulh, cihanda sulh” geçiyor. Ama özellikle -sonrasında siyasi İslamcılığın yükselişe geçtiği 12 Eylül darbesinde Kemalizmin fena halde kullanıldığı kesin. 28 Şubat ve 27 Nisan neresinden baksanız kötü birer karikatürdür. 15 Temmuz darbe girişiminde ise Kemalizmden başka her şey var.
Türkiye’nin darbeler tarihini açıklayacak bir anahtar kavram önerilebilir mi peki?
Yalnızca Türkiye’de değil, her ülkede geçerli kavram, meşru yollardan iktidarı ele geçiremeyecek olan iktidar hırsı sahiplerinin, devletin onlara verdiği imkanlarla gayrı meşru yollardan iktidara talip olmaları. İdeolojiden bağımsızdır.
Söz Kemalist vesayetten açılmışken, 27 Mayıs kamuoyunda bilinenin aksine oldukça önemli bir saptamada bulunuyorsunuz: 27 Mayıs’ın çıkış noktası Atatürk ilke ve inkılapları değildi diyorsunuz. Neydi peki? Kemalizm ne zaman darbeye gerekçe olarak kullanılmaya başladı?
Dediğim gibi iktidar hırsı, başka türlü ele geçirmeyeceği iktidara zor yoluyla sahip olma, ortak olmaya çalışmak. Kemalizmin 12 Mart’ta cuntacılar tarafından biraz sosyalizm sosuna bulanarak kullanıldığını görüyoruz. Ama 12 Eylül’de Atatürk’ün kemiklerini sızlatacak her şey onun adına yapılmıştır.
27 Mayıs’ın solu güçlendiren bir darbe olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bunu söylersek eksik söylemiş ve yanıltmış oluruz. 1961 Anayasasıyla gelen görece serbestlik, dünyadaki rüzgârların da etkisiyle sadece solu değil, siyasi İslamcılığı da güçlendirmiştir. Türkiye’de sosyalist ve komünist literatür ile çoğu Müslüman Kardeşler kökenli İslamcı literatürün aynı yıl, 1962’den itibaren yaygın olarak basılıp dağıtılması rastlantı değil, kitapta örnekleriyle anlatmaya çalıştım.
Ordu ve ilmiyenin iktidardan pay talep etmelerinden de söz ediyorsunuz. Bu, aslında Kemal Tahir’in Osmanlı devlet geleneği için çizdiği kalem ve kılıç ikiliği de aynı zamanda değil mi? Ve bu talep 27 Mayıs’la mı sınırlı? 27 Mayıs’ı bu anlamda özgün kılan ne?
27 Mayıs’ın Osmanlı’daki askeriye ve medresenin iktidar ortaklığının Atatürk tarafından kaldırılmasına karşı iktidara yeniden ortak olma hırsının sonucu olduğu saptaması bana ait değil. Bu müthiş tahlil 27 Mayıs ile devrilen Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ait. Kemal Tahir’in söylediği bundan farklı. Bayar o sistemin içinden gelen bir İttihatçı olarak kılıç ve kalemin iktidar ortaklığı için her gerektiğinde ittifakını kast ediyor. Sahafiye merakım nedeniyle baskısı kalmamış bir kitapçıkta verdiği mülakatta anlatmış bunları; zihin açıcı, okuyanlar katılacaktır.
Özellikle 12 Mart’tan, yani sola karşı yapılmış darbelerden sonra işin içinde “Amerikan parmağı” eğilimi artıyor. Mesela 27 Mayıs’a ilişkin böyle bir algı yok, neden?
12 Mart’ın özel olarak sola karşı yapılmış olduğu kanısında değilim; en azından Darbeler Kitabı araştırmalarımdan sonra böyle düşünüyorum. Darbeyi hazırlayanların bir kanadı, Avcıoğlu kanadı, kendilerince Kemalizm ile sosyalizmi birleştirmeye çalışan üniversiteli takım. Bir yandan CHP, diğer yandan yükselen militan sol ile ilişki, daha doğrusu onları kullanma peşindeler. Diğer kanat, Madanoğlu kanadı ise herhangi bir ideolojiye sahip değil, sadece iktidara geçmek istiyorlar. Madanoğlu gidip CIA istasyon şefinden darbeye destek istiyor, isim isim yazdım, ne solculuğu Allah aşkına? 12 Mart, 27 Mayıs’ın getirdiği siyasi ve ekonomik özgürlükleri geri alma harekatıdır. Cuntacıların beceriksizliklerini MİT üzerinden (ki burada Mahir Kaynak’ın payı var) iyi değerlendiren Genelkurmay darbeye el koyup, cuntacılarla ilişkisi olan ve daha genelde sol hareketlerle ilgisi olan kim varsa biçiyor. Ziverbey işkenceleri, Deniz gezmişlerin asılması, Kızıldere, Nurhak hep o çerçevede. 1969’da ODTÜ’de Vietnam’da CIA ajanlığından Ankara’da büyükelçiliğine terfi eden Komer’in arabasının yakılmasına aktif olarak katılan herkes, 1972 sonuna dek ya dağ başlarında, ya darağaçlarında öldürülmüştür. Acı gerçek budur.
27 Mayıs’a ise dışarıda da darbeden darbeye koşan Ortadoğu’daki bir darbe daha, Türklerin kendi içindeki meselesi gözüyle bakılmıştır. 1952 Mısır, 1953 İran, 1958 Irak diye giden bir darbeler zinciri var ortada. Ama ABD’nin kârlı çıktığı doğru. Türkiye’ye, İzmir’e ABD nükleer füzelerin yerleşmesine izin veren, 27 Mayıs sonrasında idam edilen Başbakan Menderes değil, darbenin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel olmuştur.
Kitapta, Türkiye’nin siyasi coğrafyası kavramı üzerinde duruyor ve darbeler tarihini de bu coğrafya ekseninde tartışıyorsunuz. Neden ulusal sınırlar dışına çıkmayı gerekli gördünüz?
Çünkü birbiriyle bağlantılı. Darbeler, devrimler, karşıdevrimler toplumların siyasi, iktisadi ve toplumsal hayatlarında kırılmalar, yangınlar demektir. Komşunuzda yangın sizi yakmasa da hararetinizi artırır. Örnek 1908 Meşruti Devrimidir. Darbe değil, devrimdir, kitapta örnekleriyle verdim, Anadolu protesto ve isyanlarla çalkalanıyordu. Ama öncesinde 1905’te Rusya’da, 1906’da İran’da benzeri meşruti devrimler var. 1909’da da Yunanistan’da darbe.
Bakın 1915’te Yunanistan’da Venizelos ikinci defa darbeyle işbaşına gelmeseydi belki Yunanistan 1919’da İngiltere’nin itmesiyle Anadolu’yu işgale kalkışmayacak, belki İstiklâl Savaşı bildiğimiz gibi seyretmeyecek, belki Cumhuriyetle sonuçlanmayacaktı. 12 Eylül askeri darbesine giden daha güçlü bir İsrail-Pakistan-Polonya-Afganistan ve İran süreci var 1970’lerin sonunda.
Darbe meselesini daha “global” bir zeminde tartışmak, komplo teorilerini de çağırıyor mu acaba? Şu bildik, dış güçler vs. meselesi?
Çok haklısınız: darbeler meselesini eğer birbirleriyle neden sonuç ilişkisi içinde ele alırsanız komplo teorilerine, işte dış güçler, yok üst akıllar tuzaklarına düşmek işten bile değil. Ama konuya sadece siyaset-coğrafya ilişkisi içinde değil, sınıfsal açıdan da bakarsanız iki şey görebilirsiniz. Birincisi, dönemsel özelliklerin sadece tek tek ülkeleri değil küresel ilişkileri de etkilediğidir. Bunu bir başka boyutta, en acı şekilde koronavirüs Covid-19 salgını sürecinde yaşıyoruz. İkincisi, de darbe ve darbe girişimlerinin içinde bulunulan çağdan, sınıf ilişkilerinden bağımsız, iktidar hırsıyla ilgili boyutudur. Yöntem olarak baktığınızda Milattan Önce 44 yılında Roma İmparatoru Sezar’a yapılan suikast/darbe ile 2016 darbe girişimi arasında ortaklıklar dahi bulabilirsiniz. Bu organik ilişkiyi, neden sonuç ilişkisini değil daha temelde, daha basit bir yönetme güdüsünü gösterir.
15 Temmuz darbe girişimini bugüne kadar olan darbelerden ayıran nedir sizce?
Tabii darbe ile darbe girişimi elmayla armut gibi ama ne demek istediğinizi anladım sanırım. Bunu Türkiye özelinde yanıtlamak zorundayım. 15 Temmuz darbe girişimini diğerinden ayıran en temel özellik, siyasi İslamcı bir hareketin, Fethullahçılar oluyor, yine kökleri siyasi İslamcılıkta olan bir başka hareketin, yani AK Parti’nin hükümetini devirme girişimi olması. AK Parti kökleri Soğuk Savaş öncesine dayanan, ama Soğuk Savaş sırasında komünizmle mücadele çerçevesinde ABD tarafından destek görmüş gruplardan destek alan bir hareket. 1968’de yayınlanan bir istihbarat raporunda, o tarihte henüz TOBB Başkanı dahi seçilmemiş dindar mühendis Necmettin Erbakan’ın başbakanlığa yükseleceği tahmini yapılmış; bu bilgi için araştırmacı Behlül Özkan’a müteşekkir olmalıyız. Fethullah Gülen ise kökleri doğrudan Soğuk Savaş sırasında ABD’nin Sovyetler Birliğiyle, komünizmle mücadele programı içinde büyütülmüş 12 Eylül’den sonra yolu özellikle açılmış bir hareketin başında. Sadece Türkiye ile değil, Orta Asya ile de ilgili bir proje. Şimdi de ABD’de yaşıyor. Yüzeyi biraz kazıdığınızda isim isim ortaya çıkıyor bağlantılar.
Kitapta da değindiğiniz gibi, darbeler tarihi bir anlamda sizin kişisel tarihiniz de aynı zamanda. Bebeklikten duayen gazetecilik çağlarına kadar bir dizi darbeyle karşılamışsınız. Murat Yetkin, bir gazeteci olarak kendi kişisel tarihini darbelerin içerisinden geçirerek nasıl okuyor?
Maalesef bir türlü uyanamadığımız bir kâbus gibi düşünüyorum. Kişisel olarak ve sosyal çevrem itibarıyla en çok etkilendiğim, o sırada ODTÜ’de seçilmiş öğrenci temsilcilerinden biri olduğum 12 Eylül oldu. Gazeteciliğe ilk adım atışım da 12 Eylül’ün baskı ortamında 1981’de oldu zaten. 15 Temmuz’un da yeri ayrı, çünkü büyük bir entelektüel yanılgıyla artık darbelerin devri geçmiştir diye düşünüyordum.
Son olarak, Türkiye’de siyasetin, iktidar değişimlerinin ille de kılıç yoluyla gerçekleştiği zamanları geride bıraktığımıza inanıyor musunuz, yoksa “coğrafya kader midir?” diyeceğiz yine?
Hayır, inanmıyorum. Evet, coğrafya kaderdir ama o yüzden değil. Bir kitap dolusu örnek var, bir o kadar da bu kitaba girmeyen vardır. Ne iktidarı zor kullanmadan ele geçiremeyecek olanların o hırsla güce başvurması biter ne de iktidardakilerin muhalefettekilerin meşru yollardan başa geçmelerini engelleme hırsı.
İktidarların siyasi ve ekonomik olarak güçsüz duruma düştükleri dönemlerde daha da sertleşmeleri neredeyse darbelerin kuluçka ortanı gibidir.
Düşünsenize… Kimin aklına gelirdi ABD Başkanının Beyaz Saray’dan çıkmamak için askeri güce başvurmaktan söz edeceği ve devamında aynı konunun onu seçimi kaybettiğini kabul etmezse Beyaz Saray’dan çıkarmak için konuşulacağı?
Kovit salgını insana her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi, en sağlam görünen demokrasilerin bile.