Türkiye’de kadın kooperatifleri: Hane içindeki iş bölümü kadın örgütlenmesini etkiliyor
Bengü Kurtege Sefer, yerel yönetim birimleriyle kadın kooperatifleri arasındaki ilişkiler incelendiğinde kooperatiflerin karşılaştıkları cinsiyetçi tutumları daha iyi anlayabileceğimizi söylüyor.
İZMİR - Küresel neoliberal politikaların, kadınların hayatlarını her geçen gün daha da zorlaştırdığı günümüz koşullarında kadınlar, gün geçtikçe daha fazla örgütlenmeye başlıyor. Bu bağlamda kadın kooperatifleri, ortak sorunlara yerelden çözümler üretirken, kadınlar için de farklı bir örgütlenme deneyimi sunuyor.
2018 yılında State University of New York, Binghamton Sosyoloji Bölümü’nden doktora derecesini alan Bengü Kurtege Sefer, 2019-2020 yılında Koç Üniversitesi Tohumlama Araştırma Fonu kapsamında tarım alanında faaliyet gösteren kadın kooperatiflerine ilişkin bir proje yürüttü. Projede makro politikalar, kadın kooperatifleri, yerel yönetim birimleri, ilgili sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu yetkilileri ve yedi kadın kooperatifi yöneticileriyle yapılan mülakatlara odaklanılarak kırsal kesim kadınının kooperatifleşme deneyimleri incelendi.
Araştırma alanları tarım çalışmaları, kadın kooperatifleri, kalkınma ve kırsal kadın, emek tarihi ve köylü hareketleri olan Bengü Kurtege Sefer sorularımızı cevapladı.
‘SON YİRMİ YILDIR KADIN EMEĞİ DEĞERSİZLEŞTİRİLİYOR’
Kadın kooperatifleşmesinin Türkiye’deki kadın politikalarına bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Nasıl?
Kadın kooperatiflerine yönelik makro politikaların, AK Parti yönetiminin iktidara geldiğinden beri uyguladığı muhafazakâr ve neoliberal kadın emeği politikaları ile doğrudan bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Son yirmi yıldır kadın emeğinin tarımda, imalat sanayiinde, hizmet sektöründe ve hane içi bakım hizmetlerinde giderek değersizleştiğini ve enformelleştiğini biliyoruz. Bu bağlamda mevcut yasalarda, kadın kooperatiflerinin faaliyet alanlarının geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine dayalı gıda üretimi, el işi ve çocuk bakım hizmeti olarak tanımlandığını görüyoruz. Bu muhafazakâr yaklaşımda kooperatifler kadın işi olarak görülen alanlarda üretim yapan örgütlenmelerdir. Ayrıca mevcut neoliberal politikalar kadın kooperatifleri ile kadın girişimciliği arasında doğrudan bir bağlantı kuruyor ve kooperatifleri rekabetçi piyasa koşulları içinde tek başına ayakta durması gereken işletmeler olarak tanımlıyor. Bu işletmeler yasal olarak yüksek kuruluş masrafları, noter ve ticaret odası harçları, kurumlar vergisi ve katma değer vergisi ödemekle mükellef. Bu politik yaklaşımda, kooperatiflerin sürdürülebilirliği e-ticaret, pazarlama ve girişimcilik eğitimi almış kadın girişimcilerin yönetimine bağlı.
Oysa sahaya indiğimizde kadın kooperatiflerinin ortaklarını ekonomiye sadece girişimci olarak eklemlemediğini görüyoruz. Mesela araştırmamda gıda üretimi yapan bir kadın kooperatifinde ortakların talebe göre evden parça başı üretim yaptıklarını gözlemlemiştim. Başka bir kadın kooperatifinde ise ortaklar günlük 70 TL yevmiye ile sözleşmeli mevsimsel işçi olarak Tarım ve Orman Müdürlüğü’ne bağlı bahçelerde ot ayıklama ve çiçek ekme işlerinde kullanılıyordu. Bu örnekler bize kadın kooperatiflerinin emek gücü piyasasında kadınlar için girişimcilik dışında yarattığı farklı istihdam türleri olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki mevcut kadın kooperatifleşmesi ve kadın emeği politikalarının bu farklı çalışma biçimlerini göz önüne alacak şekilde değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
‘HANE İÇİNDEKİ İŞ BÖLÜMÜ KADIN ÖRGÜTLENMESİNİ ETKİLİYOR’
Toplumsal cinsiyet rolleri kadın kooperatiflerinin işleyişini nasıl etkiliyor?
Öncelikle toplumsal cinsiyet rollerinin kooperatiflerin kuruluşunu ve kooperatifteki çalışma koşullarını doğrudan etkilediğini söyleyebilirim. Örneğin, Ankara’da gıda üretimi yapan bir kadın kooperatifinde yönetici ve ortaklarla yaptığım mülakatlarda kuruluş aşamasında erkeklerin evdeki işleri aksatacakları için pek çok kadına kooperatif üyeliği için izin vermediği anlatılmıştı. Dolayısıyla ev-iş rol çatışmasının, kadının çalışmasına dair algıların ve hane içindeki iş bölümünün kadın örgütlenmesini etkilediğini söyleyebiliriz. Kadınların öncelikli görevlerine dair algı, özellikle genç olanların kooperatifte aktif olarak çalışmasını da engelliyor. Bir başka kadın kooperatifinin genç bir yöneticisi ev işlerine ve çocuk bakımına yeterince vakit ayıramadığı için sürekli kayın validesi tarafından eleştirildiğini ve bu yüzden eğitim programlarına katılamadığını anlatmıştı.
İkinci olarak toplumsal cinsiyete ilişkin normlar, değerler ve beklentiler yukarıda bahsettiğimiz makro politikaları uygulayan belediyeler, kalkınma ajansları, il tarım ve orman müdürlükleri, il ticaret müdürlükleri, sivil toplum kuruluşları gibi tüm aktörlerin kadın kooperatiflerine yönelik uygulama ve hizmetlerini de doğrudan etkilemektedir. Farklı yerel yönetim birimleriyle kadın kooperatifleri arasındaki ilişkileri yakından incelersek hem kooperatiflerin karşılaştıkları cinsiyetçi tutumları hem de kadınların bu tutumları değiştirmek için geliştirdikleri stratejileri ve verdikleri mücadeleleri daha iyi anlayabiliriz.
2019 yılında kadın kooperatiflerinin tanıtılması amacıyla Ankara’da düzenlenen bir fuara katılım izni almak için bir kadın kooperatifiyle Ticaret İl Müdürlüğü arasında yaşananlar kurumların cinsiyetçi tutumlarına güzel bir örnektir. Söz konusu kurumdaki yetkili, çalışan kadınların erkek istihdamını engellediğini ve kadınların öncelikli görevinin ev işi olduğunu söyleyerek, kooperatife fuara katılım için izin vermemiş. Kooperatif yöneticisi kadın, yetkilinin bu cinsiyetçi önyargısıyla mücadele etmek için aynı kurumda çalışan bir kadınla bir tür kız kardeşlik ilişkisi kurarak fuara katılım izni aldığını anlatmıştı. Aynı strateji ile vali, belediye başkanı ve kaymakam eşleri ile düzenli toplantılar yaparak erkek bürokratların kadın kooperatiflerine dair önyargılarını değiştirmeye ve desteklerini arttırmaya da çalışıyorlar. Yani toplumsal cinsiyet ilişkilerinin kooperatif işleyişini nasıl etkilediği sorusunu cevaplarken hem farklı kurum ve kuruluşların cinsiyetçi yaklaşımları, hem de bunları dönüştürmek için geliştirilen stratejiler üzerine düşünmek gerekiyor bence.
‘KADIN KOOPERATİFLERİ VİTRİN OLARAK KULLANILIYOR’
Toplum ve Bilim Dergisi’nin son sayısında yayımlanan yazınızda, liberal belediyecilik anlayışıyla yazılmış mevcut çalışmalarda, belediyelerle kadın kooperatifleri arasındaki iş birliğinin niteliği ve etkisinin sorgulanmadığını ifade ederek, bu çalışmalarda sadece belediyelerin kadın kooperatiflerine sundukları hizmetlerin tanımlandığını anlatıyorsunuz. Sizce belediyeler toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışını gözetmeyen hizmetler sunduklarında kooperatif yapılanmalarında çalışan kadınları iş ve sosyal hayatta neler bekliyor?
Hem kadın kooperatifleriyle yakın ilişkileri olan sivil toplum kuruluşlarında çalışanlarla, hem de kadın kooperatiflerinden ortak ve yöneticilerle yaptığım görüşmelerde vurgulanan en önemli konulardan birisi belediyelerin kendi prestijlerini, kadın-dostu siyasi imajlarını güçlendirmek için kadın kooperatiflerini vitrin olarak kullanmalarıydı. Mesela Antalya'da bir kadın kooperatifi yöneticisi, belediye başkanı ve çalışanlarının siyasi tutumlarından şikayetçiydi. Fırın ve kafe açarak kadınları istihdam etmek isteyen yönetici, belediye yönetimi ile aynı partiden olmadığı için hiçbir destek alamıyordu. Ancak kendi kadın-dostu imajını güçlendirmek için kooperatifi himayesi altına almak isteyen belediye, kadın kooperatifi yöneticisine sadece toplu etkinlik fotoğraflarında yer vermekteydi. Başka bir örnekte Ankara’da bir kadın kooperatifi ilçe belediye başkanının cinsiyetçi tutumu yüzünden hiçbir desteğe erişemiyordu. Belediye başkanı kadınların çalışma hayatında başarılı olacağına inanmadığı için bina tahsisi, kira yardımı, fuar ve pazarlara giderken ürünleri taşımak için lojistik destek gibi hizmetlerden faydalanamıyorlardı. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliği gözetmeyen, kadınların yaşam ve çalışma koşullarını dönüştürmeyi hedeflemeyen liberal belediyecilik anlayışına dayalı hizmetlerin niteliğini sorgulamamız gerekiyor. Kadın kooperatifleri bu anlayışa sahip belediyelere kooperatiflerin işleyişiyle ilgili taleplerini iletirken zorlanmakta ve gerekli desteği alamamaktadır. Bu da kooperatiflerin üretim ve satışla ilgili sorunlarını çözümsüz bırakıyor.
Ayrıca yerel yönetim birimleriyle iletişim içinde olan kooperatif yöneticileri sosyal hayatlarında cinsiyetçi önyargılarla karşılaşmakta ve ayrımcılığa uğramaktadır. Dolayısıyla hizmetleri sorgulamak, bizim toplumsal cinsiyetin, belediyelerin yönetişim anlayışları ve faaliyetleri üzerindeki etkisini anlamamızı sağlayacaktır. Böylelikle vitrinleştirilen ve cinsiyetçi tutumlarla karşılaşan kadın kooperatiflerinin iş hayatında ve sosyal hayatta karşılaştıkları sorunları daha iyi anlayabilir ve çözüm önerileri sunabiliriz.
‘TÜM KARARLAR KATILIMCI YÖNTEMLERLE BELİRLENİR’
Yine Toplum ve Bilim Dergisi’nde yayımlanan yazınızda, belediyelerle kadın kooperatifleri arasındaki ilişkiyi liberal sosyal belediyecilik yaklaşımıyla değerlendiren çalışmalara karşı toplumcu belediyecilik yaklaşımını savunan belediyelerden söz ediyorsunuz. Size göre toplumcu belediyelerin kadın kooperatiflerine yönelik girişimlerindeki asıl motivasyon ya da amaç nedir?
Toplumcu belediyecilik, toplumsal cinsiyete duyarlı uygulamalarla ve bütçe kalemleriyle kadınların gündelik hayatının parçası olan cinsiyetçi ilişkileri ve üretim ilişkilerini dönüştürmeyi, kadınlar için sosyal ve ekonomik eşitlik getirmeyi hedefleyen bir yerel yönetim anlayışıdır. Ayrıca bu yönetim anlayışında faaliyetlere ve kamu kaynaklarının nasıl kullanılacağına dair alınan tüm kararlar katılımcı yöntemlerle belirlenir. Bu anlayışı benimseyen belediyeler kadın kooperatiflerinde çalışma koşullarını iyileştirmeye yönelik pek çok dönüştürücü faaliyette bulunabilirler. Serbest piyasa koşullarına karşı kadın kooperatiflerine lojistik destek sağlamak, doğrudan satış marketleri açmak, garantili sözleşmeli alımlar yapmak, bina ve hazine arazisi tahsis etmek ve komşu belediyelerle iş birliklerini güçlendirmek belediyelerin yürütebileceği dönüştürücü faaliyetler arasındadır. Bu faaliyetlerle kadın kooperatiflerinin üretim koşullarını iyileştirmek ve aracısız satış kapasitelerini artırmak hedeflenir. Bu tür faaliyetler bize kadın kooperatiflerinin ne ölçüde alternatif dayanışma temelli ekonomik örgütlenmeler olabileceklerinin imkân ve olasılıklarını gösteriyor.
Tabii bu imkanlar üzerine düşünürken, kadın kooperatifleri, belediyeler ve diğer ilgili kurumlar arasındaki ilişkilerin karmaşıklığını da unutmamalıyız. Pek çok açıdan liberal anlayışa sahip bir belediyenin, yerel talepleri de dikkate alarak örneğin yerel gıda ürünleri üreten bir kadın kooperatifine üretim için arazi hibe ettiğini, ya da ürünlerini aracısız satabilmesi için mekan tahsis ederek Türkiye’deki diğer kooperatif marketlerde de bu ürünlerin satılması için yardımcı olabildiğini görebiliyoruz. Bu tür faaliyetlerle de bir belediyenin kadınlara ev dışında üretime katılması için alan açabildiği, kadın kooperatifinin alt yapısını güçlendirdiği ve marketler karşısında rekabet gücüne sahip olmayan kadın kooperatiflerini piyasa koşullarına karşı koruma altına aldıkları söylenebilir. Bu tür örneklerden yola çıkarak kadın kooperatiflerine yönelik faaliyetler tasarlanırken ve uygulanırken verilen mücadelelere ve faaliyetlerin etkilerine bakmak gerekiyor bence.
‘KADIN KOOPERATİFLERİ İLE SÜREKLİ TOPLANTILAR YAPILMALI’
Dünyadaki örnekleri de göz önüne alarak kooperatif-belediye iş birliğinde kadınları sadece ekonomik değil, sosyal açıdan da güçlendirecek ne tür çalışmalar yapılabilir?
Makro politik yaklaşımla uyumlu ana akım çalışmalarda ekonomik güçlendirmenin otomatik olarak sosyal ve psikolojik güçlendirmeye yol açacağı var sayılıyor. Oysa biliyoruz ki kadın kooperatiflerindeki çalışma koşulları toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden bağımsız değil. Benim sosyal güçlendirmeden anladığım bu eşitsizliklerin, kadının çalışmasına ve öncelikli görevlerine dair toplumsal algıların dönüşmesi ve kadının emeğinin örgütlenmesine dair uygulama ve kararları etkileyebilmesi. İşte bu noktada kadın kooperatiflerinin siyasi karar alma ve bütçe kalemleri belirleme süreçlerine doğrudan katılabileceği çok kademeli ve yatay yerel yönetişim sistemi geliştirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Ancak kadın kooperatiflerinin yerel deneyimlerini ve ihtiyaçlarını merkezine alan bir siyaset tasarımı ile kadının sosyal açıdan güçlenmesi mümkün olabilir. Bunu yapabilmek için de kadın kooperatifleri ile sürekli toplantılar yapılmasının yanı sıra, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşları tarafından kadın kooperatiflerine yönelik saha faaliyetlerine ilişkin raporlar hazırlanarak, bu raporlar belediyelere, bakanlıklara ve diğer kamu kuruluşlarına aktarılabilir. Böylelikle politika yapım ve uygulama süreçleri çok daha şeffaf ve kapsayıcı hale getirilebilir. Mesela Yunanistan’da üniversiteler, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları arasında kurulan yerel ağ mekanizmasının kırsal turizm alanında faaliyet gösteren kadın kooperatiflerinin taleplerini üst makamlara iletme ve sorunları tespit etme konusunda oldukça başarılı olduğunu biliyoruz. Türkiye’de de toplumsal cinsiyet ilişkilerinin kooperatiflerin kuruluşu, yönetimi ve işleyişi üzerindeki etkilerini irdeleyen akademik çalışmaların çoğaltılması ve üniversitelerle ilgili kurum ve kuruluşlar arası iletişimin güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.