Türkiye'de Kadınların Vajinismus Deneyimleri: Feminist mücadeleye ihtiyaç var
Yeliz Turan Yunusoğlu'nun kaleme aldığı 'Yatak Odasındaki Kalabalık - Türkiye'de Kadınların Vajinismus Deneyimleri' kitabı Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Yunusoğlu, "Kadın bedeni ve cinselliğinin kurgulanması konusunda feminist mücadeleye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum” dedi.
Yeliz Turan Yunusoğlu’nun Metis Yayınları tarafından yayımlanan, “Yatak Odasındaki Kalabalık ‘Türkiye’de Kadınların Vajinismus Deneyimleri’” adlı kitabı, vajinismus yaşayan katılımcıların deneyimlerinden yola çıkarak, onların cinsel yaşamlarında yaşadığı sorunlarda, toplumsal cinsiyet rollerinin, farklı kültürlenme biçimlerinin ve ahlâki normların etkisini tartışıyor. Yazar, “vajinismus” gibi meselelerin sadece tıbbın ve psikiyatrinin alanında konumlanmasını sorunsallaştırırken, metindeki kadınların deneyimleri de gösteriyor ki konu çok geniş çerçevede tartışılmayı gerektiriyor. Cinsellik hakkında konuşmanın tabu olduğu bir toplumda, kadınların deneyimleri ile ortaya çıkan bu metin, ataerkil sistemin kadınlar üzerindeki denetimini görmemizi sağlarken, geriye konuşulması ve tartışılması gereken pek sorun kalıyor.
Yeliz Turan Yunusoğlu, konuya dair merak ettiğimiz soruların yanıtlarını paylaştı.
VAJİNİSMUS MESELESİNDE TIBBİLEŞTİRME NEDEN SORUNLU?
Kadınların cinsel ilişkide yaşadıkları sorunların genellikle tıbbın veya psikiyatrinin alanında konumlandığına tanık oluyoruz. Sizin ele aldığınız “vajinismus” meselesinde, küçük bir Google taraması yaptığımızda bile bunu görebiliyoruz. Oysa konuyu “Yatak odasındaki Kalabalık ‘Türkiye’de Vajinismus Deneyimleri” kitabınızda olduğu gibi deneyimler üzerinden tartıştığımızda çok farklı kültürlenme süreçlerinin, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlarda yarattığı baskının, cinselliğin konuşulamayan bir tabu gibi ele alınmasının yarattığı sorunları görebiliyoruz. Kadınların cinsel ilişkide yaşadığı olumsuz deneyimlerin “tıbbileştirilmesini” sorunsallaştırıyorsunuz. Konuyu sadece tıbbın alanına bırakmamak neden önemli? Sosyal bilimlerin dâhil edildiği bir araştırma kadınlar açısından nasıl olumlu dönüşümler yaratabilir?
Cinsel birleşme anında zorluk yaşayan kadınlar bu durumu genelde penisin duvara çarpmasına benzetiyorlar. Bu benzetme, görüştüğüm kadınların deneyimleri ve vajinismus üzerine yazılan kitaplardan anladığım kadarıyla birçok tıbbi yaklaşımın ve cinsel terapinin esas üzerinde durduğu nokta oluyor. Ancak, ilk cinsel ilişkinin kadını kadın yaptığı varsayılan kültürümüzde, vajinismus, penisin vajinaya girmesinde karşılaşılan “duvara çarpma” hissinden çok önce başlar çünkü kadınlar kadın olmadan önce belirli kadınlık hallerinin öğrenildiği bir sosyalizasyon sürecinden geçerler. Bu süreçte, toplumsal bir kimlik olan “kadınlık” ile ilgili kültürel ön kabuller ve toplumsal beklentiler, bazı stereotipler ve basmakalıp düşünceler oluşturur. Benimsenen kadınlık rolünün oynanmasında bireysel farklılıklar olabilmesine rağmen, bu farklılıklar görmezden gelinir ve kadınlardan önceden belirlenmiş kalıplar içerisinde kadın olmaları beklenir. Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsiz ilişkilerin kadın cinselliğini kurgulaması, cinsel olarak deneyimlenen birçok davranış, tutum ve duygunun, görünürde cinsellikle ilişkisi olmayan toplumsal ve ikili ilişkilerden bir hayli etkilendiğini göstermektedir. İşte bu yüzden vajinismus gibi özünde tıbbi olmayan -organik bir sebep olmadığı müddetçe- gündelik yaşam problemlerinin genellikle hastalık ve bozukluk terimleriyle tanımlanıp ona göre tedavi edildiği bir süreç olan tıbbileştirmeyi eleştiriyorum. Vajinal birleşmede yaşanan zorluğu, yalnızca tıbbın konusu olarak kabul etmek, vajinismusa zemin hazırlayan sosyokültürel sebeplerin göz ardı edilmesine sebep olabilir. Dolayısıyla, cinselliği muhafazakâr bir çevrede öğrenmiş ve yaşamak zorunda kalmış kadınları “hasta” olarak etiketlemekten ziyade, onlara cinsel birleşmeden korkmanın ve kaçınmanın çok normal olduğu söylenmelidir çünkü vajinal birleşmede yaşanılan zorluk aslında kadınların sahip oldukları cinsel davranış repertuvarının en doğal sonucudur. Oysa kadınları iyileştirme amacıyla yola çıkan tıbbi müdahaleler, kimi durumda kadınları cinsel olarak sağlıksız kılan koşulların üstüne örtebilir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki “sağlıklı” olabilmek için öncelikle “hasta” olmamak gerekir. Bu yüzden cinsiyet eşitliğine dayalı toplumsal ve kültürel zeminin hazırlanması kadınların cinselliği sağlıklı bir şekilde deneyimlemeleri için elzemdir. Bunu sağlamak için de sosyal bilimlerden daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Cinsel problemleri işlerken özellikle toplumsal cinsiyet konusuna duyarlı olan sosyal araştırmalar kadın cinselliğine dair mit ve söylemleri açığa çıkarak, kadın cinselliğini olumlayabilir. Cinsel birleşmede yaşanan zorluklar sosyal bilimlerin konusu olduğunda “vaka” ve “rakam” olarak değerlendirilen her şey biricik deneyimlere dönüşebilir. Vajinismus olan kadınların deneyimlerini bir bağlam içerisinde anlatmaya çalıştığım araştırmamın ortaya koyduğu bulgular bu amaçlara hizmet etmektedir. Her bir bölümde yazılanlar, hukuktan gelenek göreneklere tıptan gündelik yaşantıya kadınların cinsel yaşantılarını olumsuz yönde etkileyen her türlü inanış ve pratiğe gönderme yaparak, kadınlara eleştirel bir bakış açısı kazandırmayı amaçlamaktadır.
ARAŞTIRMA DENEYİMİ: KADINLARA ULAŞMAK ZORDU
Cinsellik hakkında konuşmanın neredeyse tabu olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Cinsellik adeta bir masanın ayakları gibi gizleniyor. Türkiye gibi gittikçe muhafazakârlaşan bir toplumda “vajinismus” konusunda deneyimlere dayalı bir araştırma yapmak sizi epey zorlamış olmalı, araştırma sürecinde yaşadığınız en ilginç olay neydi?
Bu konuda araştırma yapmak başlarda gerçekten çok zordu. Sosyal bilimlerden gelen, feminist bakış açısına sahip bir kadın olarak kadın cinselliği üzerine çalışmak üstüne bir de sırtını bilimselliğe yaslayan tıp kurumunu eleştirmek belirli zorluklarla karşılaşmama sebep oldu. Ancak, vajinismusu atlatıp deneyimlerini paylaşmak isteyen kadınlara ulaşmak herhalde bu süreçte yaşadığım en büyük zorluktu. Ankara’da vajinismusu tedavi eden doktorların neredeyse tamamına ulaşmaya çalıştım ve bu süreç yaklaşık iki yıl sürdü. Doktorların cevapsız kalması, bir doktorun araştırmamı etik bulmadığını söylemesi, bana yardımcı olacaklarını vaat edip sonradan çeşitli sebeplerden dolayı vazgeçen doktorlar, bunların hepsi araştırmama olan inancımı daha da kuvvetlendirdi. Bana yardımcı olmak istemezken farkında olmadan çok yardımcı oldular aslında. Aramızda geçen diyaloglar, “pazarlıklar” ve kulağımdan gitmeyen otoriter sesleri araştırmamın önemini bir kez daha hatırlattı bana. Bir doktorun benimle klinik deneyimlerini paylaşmak için bile saatlik ücret ödememi istemesi sanırım yaşadığım en ilginç deneyimlerdendi. Ben ücreti ödemedim, dolayısıyla görüşme gerçekleşmedi ama öğreneceğimi fazlasıyla öğrendim aslında.
FEMİNİST POLİTİKALAR VE CİNSELLİK
Kadınların cinsellikle ilgili yaşadığı “sorunların” ataerkil bir bakış açısıyla ele alındığını da görüyoruz. Örneğin, “vajinismus”un çözümünde daha çok erkeklerin konforunun gözetildiğine tanık oluyoruz. İşin daha vahimi bunu yaşayan kadın kendini toplumsal gözetimin de etkisiyle “hasta” ve “anormal” olarak kuruyor. Başvurduğu uzmanın ona kendisini “eksik”, “bozuk” hissettirdiğini gördüğümüz hatta bir uzmanın “Vajinismus”u “tamamlanmamış evlilik”, “evli bakireler” olarak tanımladığı katılımcı anlatıları var. Kadınların toplumun tüm gözü üzerindeyken bir de bunları yaşaması, yalnızlaşması anlamına geliyor çünkü “sorunun” paylaşılması yine kadının genel ahlâk değerleriyle örtüşen bakışla karşılaşmasına belki kendisini daha kötü hissetmesine sebep olacak. Bunun nasıl önüne geçebiliriz? Kadınların cinsellikle ilgili deneyimlerinin ve yaşadığı sorunların feminist mücadelenin bir parçası olduğunu da düşünürsek, neler yapılabilir?
Bu noktada vajinismusun hastalık olarak ele alınmasının ve hasta rolünün vajinal ilişkide zorluk yaşayan her kadına biçilmesinin kadınları ne kadar yalnızlaştırdığını bir benzetme ile açıklamak isterim. Her toplumda kişilerin hastayken nasıl davranmaları gerektiğini belirleyen “hasta rolü” kalıpları vardır ve hasta olan kişi hasta rolünü üstlenirken rolün gerekliliklerini yeterince yerine getiremezse, içinde bulunduğu grubun yaptırımlarıyla karşı karşıya kalabilir. Grip olan birini düşünelim. Grip olan kişinin hasta rolünü üstlenerek gerekli medikal tedaviyi alması, iyileşmek için istirahat etmesi ve bir süre işe/okula gitmemesi beklenir. Hasta olan kişinin işe gitmemesini istemek yalnızca hastanın selameti için değil aynı zamanda hastalığın başkalarına bulaşmasını engellemek içindir de. Bu yüzden hasta olan kişi zamansız bir şekilde işe gitmiş ve yakın zamanda iş arkadaşlarından biri de grip olmuşsa bunun sorumluluğu iş yerinde ilk grip olan kişiye yüklenir. Bunun sonucu olarak iş yerindeki diğer çalışanlar hasta rolünün gerekliliklerini yerine getirmeyen arkadaşları hakkında olumsuz tutum ve davranışlar içine girebilir. Aynı şekilde, vajinismusu bir hastalık olarak kabul ettiğimizde, vajinismuslu kadınların toplumda nasıl davranmaları gerektiğini belirleyen hasta rolünün gerekliliklerini üstlenmelerini bekleriz. Tıp ve ataerkinin ortak çalışması sonucu vajinismus olan kadınlar için tayin edilen hasta rolüne baktığımızda problemin sorumluluğunu tek başına üstlenme, yaşamış olduğu güçlüğü kesinlikle çözülmesi gereken bir problem olarak görme, sorunun çözümü için yollar arama ve tedavi sonucunda çocuk sahibi olma gibi gereklilikler olduğunu görürüz. Eğer kadın, hasta rolünü oynamazsa çevresindekiler toplumsal düzeni bozan bu kadını kendileri için tehdit olarak algılayabilir. Tıpkı grip gibi vajinismusun da viral olacağından ve tedavi edilmezse toplumsal düzenin bozulacağından korkulur. Bu yüzden vajinismus olan kadın, hasta rolünün gerekliliklerini karşılayamazsa kınanmaktan boşanmaya kadar giden bir takım yaptırımlarla karşılaşabilir. Ayrıca, vajinismus olan kadınların sosyal statülerinin tehlike altında olması, eğer vajinismus bir hastalık olarak görülüyorsa, kadınların hasta rolünü üstlenmelerinde bazen engelleyici etkide bulunabilir. Dolayısıyla tıpkı grip olan kişi bazı ortamlarda hapşırdığında suçlanmaktan ve etiketlenmekten çekindiği için hasta olmadığını söyleyerek hastalığını gizleme gereksinimi duyuyorsa, vajinismuslu kadın da problemini hastalık olarak gördüğü andan itibaren, toplumdan dışlanmamak için bu durumu insanlardan gizlemeyi tercih edebilir. Vajinismus hastalık olarak değerlendirildiği sürece, bazı kadınlar kendilerini bu konuda ifşa etmemek adına, çok istemelerine rağmen problemlerine çözüm aramaktan bile vazgeçmektedir. Bu da bize, tıbbi teşhis yoluyla kadınları sınıflandırılmanın, hatta etiketlemenin sebep olduğu sosyal ve psikolojik etkilerin azımsanmayacak kadar fazla olduğunu gösterir. Kısacası deneyimlerini paylaştığında kadının kendisini daha kötü ve yalnız hissetmemesi için yapılacak şey çok basit aslında: Kadınların vajinal birleşmede karşılaştıkları güçlüğü hastalık olarak görmemek. Belirli bir yaşa kadar cinsellikten sakınan kadının ilk cinsel birleşmede kasılması, korkması ve endişe duyması çok normal. Ancak bu durumu normalleştirmemek de lazım. Tam da bu noktada kadın bedeni ve cinselliğinin kurgulanması konusunda feminist mücadeleye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum çünkü feminist araştırma yöntemi sosyal olay ve olguları yalnızca anlama ve açıklama amacı gütmeyen, kadınların yaşamlarını ve içinde bulundukları sosyal çevreyi dönüştürme işlevini de yerine getirmeyi amaçlayan bir yöntemdir. Ayrıca, feminist mücadele içinde mücadele etmemek için birbirimizi çok iyi dinlememiz gerektiğini düşünüyorum. Tüm önyargılarımızı bir kenara bırakarak. Ve paylaşım elbette. Yargılamadan ama; burun kıvırmadan, üst perdeden konuşmadan. Bir kadın evden mi kaçmış, üç gün üç gece düğün mü yapmak istiyor veya zengin biriyle mi evlenmek istiyor, hepsinin bir sebebi var. Yaftalamak o kadar kolay ki, tek kalemde bir yargıya varmak. Bence mühim olan gerçekten anlayabilmek, hak vermek değil belki her zaman ama anlayabilmek.
YALNIZLIĞA İTİLMEK
Toplumsal cinsiyetin inşa süreçlerinin kadına yüklediği normlar, normun biraz dışına çıkınca kadınların yaşamını çekilmez hâle getiriyor. “vajinismus” meselesinde de bunu açıkça görüyoruz, kadınlara evlenmeden önce cinsel hayat yasaklanıyor, evlendiğinde de o güne kadar üzerinde baskı yaratan faktörler devreye giriyor ve cinsel birleşme gerçekleşmeyebiliyor bu sefer de başka bir süreç başlıyor. Evlilik kurumuyla birlikte başka roller ekleniyor, doğum yapması bekleniyor, “vajinismus” olan, doğurması beklenen kadın kendini gerçekleştirememiş hissediyor çünkü kadın olmak bununla ilişkilendirilirken, konu kadın cinselliği olduğunda, onun bedeninin sadece bir üreme makinesi gibi ele alındığını görüyoruz, buna katılımcı anlatılarında da sık rastlıyoruz. Ve cinselliğin konuşulamaz bir şey olması kadına kendi kendine bunu aşmayı, çözmeyi yüklüyor ve genellikle internete başvuruluyor, bunun da olumsuz sonuçları olduğunu söyleyebilir miyiz? Çünkü internetten yapılan araştırma korkuyu büyütebilir daha da çıkmaza sokabilir.
Kadınlar cinsel problemleri ile alakalı paylaşımda bulunurken oldukça temkinli davranıyorlar. Özellikle arkadaş, akraba ve aile büyükleri gibi yakınlarıyla cinsel problemlerini neredeyse hiç paylaşmıyorlar. Bunun bir sebebi cinselliğin zaten tabu olması ve konuşulmadan yaşanması olabilir. Ancak bence cinsel ilişkiye giremeyen kadınların kadın olarak statülerinin tehdit altında olması cinsel problemler hakkında kadınların kısıtlı paylayışımda bulunmalarının en önemli sebebi. Düşünsenize evlilikle beraber konuşulmaya başlanan cinsellik “çocuk ne zaman?” sorusunun ötesine gidemiyor. Kimse öncesinde anlatmıyor cinsel ilişkide bizi nelerin beklediğini ya da sonrasında sormuyor iyi misin, bir ihtiyacın var mı diye. Çocuk yok mu diye soranlara nasıl söyleyeceksin cinsel ilişkiye giremediğini? Kadınların en sık çözüm arayışı içine girme sebeplerinden anlaşıldığı gibi vajinismus olan birçok kadın, bir süre sonra cinselliği çocuk sahibi olma ile özdeşleştiriyor. Artık bu soruna son vermek ve çocuk sahibi olmak için araştırma içine giren bu kadınların imdadına internet bilgileri yetişiyor. Ayrıca, yüksek ücretli terapilerden dolayı birçok kadının internette çare aramaktan başka şansı kalmıyor. Ufak bir araştırma yaptığımızda bile hemen anlayacağımız gibi, kadınların yaşadıkları problem internette çoğunlukla uzmanlar tarafından yazılıp çiziliyor ve konuşuluyor. İsminin önünde unvan bulunan her uzmana güvenmek durumunda kalıyoruz. Farklı ve yer yer çelişkili bilgilerin yer aldığı internet kaynaklarında uzmanların hemfikir olduğu tek konu vajinal birleşme olmayan cinselliğin sağlıksız olduğu. Tıbbi bakış açısının kıskacındaki kadınlar, daha geniş çerçeveyi görmekte zorlanıyorlar ve kendilerini “eksik”, “hasta” ve “anormal” olarak değerlendiriyorlar. İnternetten öğrendikleri ile telaşa düşen ve kendilerini suçlayan kadınlar daha da yalnızlaşabiliyor. Öte yandan vajinismus olan kadınların deneyimlerini kısıtlı da olsa paylaştıkları bazı bloglar bulunuyor. Ancak bu platformlarda da yine vajinismus tıbbi bakış açısı içerisinde konuşuluyor. Uzman yardımı alan kadınlar parmak egzersizi gibi doktorların verdiği ev ödevlerinden bahsediyorlar. Konuşmalardan anlaşılacağı üzere bu bilgi paylaşımları bir yandan dayanışma ruhu oluştururken bir yandan da kadınların korkularını besleyebiliyor. Çok acıdığına, kanadığına ve kesinlikle penisin vajinaya giremeyeceğine dair anlatılar korktuğu için cinsel ilişkiye giremeyen ve internet araştırması yapan kadını bir kısır döngüye sokabiliyor. Bu yüzden, bir katılımcının da dediği gibi bu konuda internet kadınların hem en yakın arkadaşı hem de düşmanı olabiliyor.
KADINLAR NASIL KENDİ KENDİNİN DENETİMCİSİ HÂLİNE GETİRİLİYOR?
Cinselliğin toplumsal denetim mekanizmalarıyla biçimlenmesi, kadınları cinselliği evlenmeden önce yaşarsa sevginin azalacağına, erkeğin kadından soğuyacağına, onu artık sadece cinsel olarak seveceğine dair kaygılara itiyor. Katılımcı anlatılarında bunu gözlemleyebiliyoruz, buradan yola çıkarak, toplumsal normların adeta içselleştirildiğini, kadınların kendi bedeninin denetimcisi hâline getirildiğini söyleyebilir miyiz?
Türkiye’de her sınıftan ve kesimden kadının cinselliği, namus adına, toplum tarafından denetlenir. Ancak kadın cinselliğinin kontrolünde kullanılan stratejiler, görev alan sosyalizasyon ajanları ve kurumlar, geleneksel ve Batı tipi ataerkilliğin etkili olduğu bağlama göre değişmektedir. Diğer bir deyişle, ülkemizin hemen her bölgesinde kadın cinselliğinin denetlenmesi ortadan kalkmamış, sadece tanımlandığı zemin değişmiştir. Geleneksel yapılanmaların ve geleneksel tip ataerkilliğin hakim olduğu bölgelerde kadın bedeni ve cinselliği fiziksel şiddet aracılığı ile denetlenirken, modern topluluklarda ve Batı tipi ataerkilliğin hüküm sürdüğü kesimlerde kadın cinselliğinin denetlenmesi aile ve eğitim kurumları aracılığı ile sevgi ve saygı gibi cinsel ahlaka dayalı ortaya çıkan söylemlere dayanmaktadır. Batı tipi ataerkilliğin işleyişte olduğu bölgelerde kadının evlenmeden önce cinsel olarak aktif olması, eş adayının (erkeğin) sevgisinin azalacağına, kadından soğuyacağına hatta kadını artık sadece cinsel olarak isteyeceğine dair düşünceleri doğuruyor. Ayrıca, genç bir kızın aktif cinsel yaşantısı babası ile arasındaki sevgi ve saygıyı da sarsabiliyor. Bu da bize akrabalık sistemiyle örgütlenen geleneksel yapılanmalarda kadının -ve dolayısıyla soyun- namusunu korumak için kaba kuvvete başvurulurken, modern topluluklarda kadın cinselliğinin karı-koca ve/veya baba-kız arasındaki sevgi, saygı ve bağlılık zemininde denetlendiğini gösteriyor. Böylece, kadın cinselliğinin denetlenmesi Türkiye’de farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda şekil değiştirerek varlığını sürdürüyor. Tüm bu kısıtlamalar doğrultusunda kadınlar cinsel arzularını yok saymayı ve ikili ilişkilerde yalnızca duygusal açıdan tatmin arayışı içinde olmalarını saygınlık olarak değerlendirip cinsel kimliklerini bu yönde inşa ediyorlar. Yani diyebiliriz ki toplumsal normların içselleştirilmesi ile beraber kadınlar kendi bedenlerinin denetimcisi haline geliyorlar ve ket vurma cinsel benliklerinin bir parçası haline geliyor.
Emek Erez Kimdir?
Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.
Platonov yazıları: Umutlu zamanlar, edebiyat, emek ve trajedi 24 Mayıs 2024
Güç bir kişide toplanırsa 17 Mayıs 2024
‘Umutsuz Karakterler’: Sınıfsal hezeyanlar, ayrıcalık kaybı endişesi 03 Mayıs 2024
Hayvanlarla ilişkiyi yeniden düşünmek için mitoslar 26 Nisan 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI