Türkiye’de muhafazakâr milliyetçi blokun tarihsel oluşumu

Sağcı kitle homojen değildir. İçinde her sınıf ve kesimden unsuru barındırmaktadır. Hiç kimse doğuştan solcu, sağcı, muhafazakâr vs. olmadığına göre bu istikrarlı sağcı kitle nasıl oluştu?

Google Haberlere Abone ol

Osman Tiftikçi

Türkiye’de sağ, milliyetçi, muhafazakâr partilere oy verenlerin oranı yüzde 60-70’leri bulmaktadır. Bu kitle, 1950’den beri istikrarlı bir hal almıştır. Örneğin birçok Avrupa ülkesinde iktidarlar, sağ ile sosyal demokrat partiler arasında yer değiştirirken, Türkiye’de kendine sosyal demokrat diyen partiler 1946 yılından beri iktidar yüzü görmemişlerdir. Bir iki koalisyon hariç.

Türkiye devrimci, demokrat hareketi bu kitleyle bağ kurmak ve bu kitlenin ezilen, sömürülen kesimlerini mücadeleye kazanmak zorundadır. Bunu yapabilmek için bu kitlenin her yönüyle anlaşılması gerekir.

Bu sağcı kitle homojen değildir. İçinde her sınıf ve kesimden unsuru barındırmaktadır. Hiç kimse doğuştan solcu, sağcı, muhafazakâr vs. olmadığına göre bu istikrarlı sağcı kitle nasıl oluştu?

İnsanların siyasi eğilimleri birçok etken tarafından belirlenir. Kişinin sınıfsal konumu, etnik kimliği, dini kimliği, yetiştiği, yaşadığı çevrenin genel eğilimi, devletin, egemen düzenin ideolojisi ve elbette siyasi örgütler önde gelen etkenlerdir. Bunlara dünyada ve ülkemizde farklı dönemlere göre değişen genel siyasi, ideolojik havayı da eklemeliyiz.

Türkiye’de milliyetçi, muhafazakâr kitle esas olarak 1950 seçimleriyle birlikte, çeşitli faktörlerin etkisi altında oluşmuştur. 1920’li ve 30’lu yıllarda tek parti, tek adam yönetimine karşı oluşan genel muhalefetin önemli bir bölümü, 1946 ve 1950’lerden itibaren, düzenin siyasi partileri ve resmi ideoloji kullanılarak, milliyetçi, muhafazakâr bir kitleye dönüştürülmüştür. Bunun başarılabilmesi için sol hareket, farklı etnik ve dini kimlikler baskı altına alınıp yasaklanmıştır.

1930 YEREL SEÇİMİ: MUHALEFETİN SİYASİ OLARAK DIŞA VURUMU

23 Nisan 1920’de kurulan TBMM farklı siyasi eğilimleri içinde barındıran nispeten demokratik bir yapıya sahipti. M. Kemal’in Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC), Rauf Beylerin İkinci Grubu, Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nın üç milletvekili, Kürtler, Çerkesler, Lazlar Birinci Meclis'te yer almışlardı. Rumlar ve Ermeniler ise artık Meclis içinde yoktu. Türkiye’nin ilk tek dinli Meclisiydi bu.

1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile başlayan süreçte, bu nispeten demokratik meclisin yerini tek parti ve tek adam yönetimi aldı. Bu yönetimin karşısında geniş bir muhalefet cephesi oluştu. Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) karşısında oluşan muhalefet daha önce İttihat ve Terakki’ye karşı oluşan muhalefetin birebir devamı değildi. İktidara karşı muhalefet cephesi cumhuriyet döneminde daha çok genişledi ve çeşitlendi. Örneğin gayrı Müslimler, feminist kadın hareketi, mütedeyyin kitlenin hatırı sayılır bir bölümü, artık muhalif saflardaydı. O zamana kadar olmayan komünist hareket ve onun etkileyebildiği işçi sınıfı, aydın ve gençlik, yeni ve dinamik bir güç olarak muhalif safta yerini almıştı. Daha önce özellikle Ermeniler içinde gelişen komünist hareket, Müslüman kitleler içine girememişti.

Muhalefet resmi ideolojinin iddia ettiği gibi, irticacılardan, hilafeti, saltanatı isteyenlerden ibaret değildi. Muhalefet cephesi; işçi sınıfı, Kürtler, gayrı Müslimler, muhafazakârlar, esnaf, feminist kadın hareketi ve İslami kesimden oluşuyordu.

Bu muhalefet siyasi olarak örgütsüzdü. M. Kemal muhalefetin örgütlenmesine yol açacak en küçük bir çatlağa bile izin vermiyordu. 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası hemen kapatılmıştı. 1925 Takrir-i Sükun yasaklarından sonra yasal örgüt olarak sadece İstanbul’daki feminist kadın örgütü TKB (Türk Kadın Birliği) kalmıştı. Onun yönetimi de M. Kemal’in bizzat yönettiği bir komplo ile 1927 yılında değiştirildi. Örgütlü güç olarak sadece illegaldeki TKP’nin örgütleyebildiği dar işçi, aydın, gençlik çevreleri vardı. Fakat 1930 yerel seçimleri toplumsal muhalefetin, örgütsüzlüğüne rağmen ne kadar yaygın ve dinamik olduğunu gösterdi.

1930 yerel seçimleri, CHF’li tek parti tek adam döneminin istisnai ve en önemli seçimi idi. Bu seçimi istisna yapan özellikler şunlardı: İlk defa bu seçimlerde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmişti. Gene bu seçimde ilk defa başka bir partinin (Serbest Cumhuriyet Fırkası) seçime katılmasına izin verilmişti ve bu seçim ilk tek dereceli seçimdi.

Biraz evvel saydığımız muhalif kesimler, bazıları bağımsız adaylar şeklinde, büyük çoğunluğu ise Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı (SCF) destekleyerek Cumhuriyet Halk Fırkası’nın  karşısında yer aldılar.

Örneğin gayrı Müslimler (o tarihte İstanbul’un üçte biri gayrı Müslimdi) SCF’de yer aldılar. CHF listesinde hiçbir gayrı Müslim adaya yer verilmezken, SCF listesinde 13 gayrı Müslim aday bulunuyordu.

Kadınların tercihi de SCF’den yanaydı. Kadınlar yerel seçimlerde seçim hakkını kazanınca partilere üye olmak için başvurdular. SCF’ye üyelik için başvuranların sayısı CHF’den epeyce fazlaydı. Suat Derviş ve Nezihe Muhiddin de SCF’ye baş vurmuşlardı. Sabiha Zekeriya (Sertel) ise bağımsız olarak adaylığını koymuştu. CHF mebusu Hayrettin Bey, SCF’ye oy verenleri şöyle tanımlıyordu:

“İşçi kadınlar, müritler, mürideler, esnaf çırakları, amele.”

İzmir liman işçileri 6 Eylül 1930’da  SCF’ye destek için greve gitmişti.

CHF Parti Müfettişi Hilmi Uran ise SCF etrafında kabul edilemeyecek bir koalisyon oluştuğunu belirtiyor ve CHF’ye karşı oluşan ittifak içinde şunları da sayıyordu:

“Ağrı hesabını soracağız diyen Kürtler, milliyetleri kabaran Araplar”, esnaf, “hatta komünizm fikrini besleyenler.”

H.Uran CHF’ye muhalif olanları; serseri, kumarbaz, esrarkeş, kaçakçı, ahlaksız diyerek aşağılıyordu.

CHF yetkililerinin açıklamalarında da görüldüğü gibi, muhalefet irticacılardan, hilafetçilerden, saltanatçılardan, devrim düşmanlarından oluşmuyordu.  

CHF seçimlerde ağır bir yenilgi aldı ama resmi rakamlar CHF’nin yerel seçimleri açık ara kazandığını gösteriyordu. Seçime katılım oranı resmi rakama göre yüzde 16 idi. Bu olağanüstü düşük rakam, muhaliflere oy kullandırılmamasından ve muhalif oyların sayılmamasından ileri geliyordu. Yani seçime katılımdaki düşüklük bir bakıma muhalif oyların yüksekliğinin kanıtıydı.

SCF kurucularından olan Ahmet Ağaoğlu seçim sonucunu şöyle değerlendiriyordu:

“CHF mücadeleden yüzde doksan kazanarak muzaffer çıktı. Şimdi müfettişler, valiler, kaymakamlar, polis ve jandarma haklı olarak iftihar edebilirler.”(1)

M.Kemal bir daha seçim yapmaya cesaret edemedi. 1931 ve 1935 yıllarında yapılan, sadece milletvekili adaylarının değil, oy kullanacak ikinci seçmenlerin de M. Kemal tarafından belirlendiği ve sadece iktidar partisinin katıldığı uygulamalara seçim değil, milletvekili atamaları demek daha doğru olur.

CHF’ye, tek adam yönetimine karşı oluşan muhalif cephe, kendini siyasi olarak ilk kez böyle ortaya koydu.

1950 SEÇİMİ VE SAĞCI KİTLENİN SİYASİ OLARAK BİÇİMLENMESİ

Toplumsal muhalefet 1946 yılında siyasi yasakların ve örgütlenme yasaklarının kısmen kalkmasıyla birlikte tekrar açığa çıktı. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler tekrar kuruldu. Demokrat Parti’nin yanı sıra sosyalist, milliyetçi, İslamcı partiler de vardı. Sosyalist partiler kapatıldı. Komünistler ve sol aydınlar ağır bir baskı altına alındı. 3. kez kurulan çok partili parlamenter sistem sola, Kürtlere ve gayrı Müslimlere sımsıkı kapalıydı.(2) İslamcı ve milliyetçi küçük partiler de ya kendiliğinden kapandılar ya da devlet tarafından kapatıldılar. Muhalif güçler, program olarak CHP’den pek farkı olmayan DP etrafında toplanmaya zorlandı. Süratle sendikalar kuran işçi sınıfı da devlet sendikası Türk-İş’e doğru sürülüyordu.

Burada önemli bir noktayı daha belirtelim: Muhafazakâr akım denilince akla ilk gelen İslami anlayış bu yıllarda en zayıf siyasi akımdı; belki komünistler kadar bile siyasi etkisi yoktu. İslami anlayış milliyetçiliğin alt bileşenlerinden biri durumundaydı, milliyetçiliğin gölgesindeydi. İslami anlayış 1970’li yıllara kadar da milliyetçiliğin gölgesinde kaldı, 1972 yılında MSP’nin (1970’te kurulan MNP kapatılmıştı) kurulması ve aynı dönemde MTTB’nin İslamcı gençlerin eline geçmesiyle birlikte milliyetçi hareketten bağımsızlaşıp ayrı bir siyasi akım haline gelebildi.

Demokrat Parti (DP) 1950 Seçimleri'nde yüzde 55 oy aldı. DP bu oy oranını 1954 Seçimleri7nde yüzde 58’e çıkardı. Bu oylar sadece milliyetçi ve muhafazakâr kitleye, resmi ideolojinin iddia ettiği gibi toprak ağalarına ve onların, yönlendirdiği köylüye ait değildi. 1930 Yerel Seçimleri'ne benzer biçimde, CHP ve tek adam yönetimine karşı muhalif unsurların önemli bir bölümü bu sefer de DP etrafında toplanmıştı.

İşçi sınıfı ve sendikalar, özellikle Marmara ve Ege bölgesinin şehirlerindeki kitleler, Kürt hareketinin temsilcileri, basının önemli bir kısmı, aydınlar, solcu aydınların bir kesimi, bürokrasi hatta ordudaki genç subaylar DP’yi desteklediler. Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan feminist hareketin simge isimlerinden Halide Edip, DP’den milletvekili adayı oldu ve seçildi. Ordudaki genç subaylar, seçimlerde 1946’da olduğu gibi tekrar yolsuzluk yapılırsa, İnönü’yü darbeyle devirmek için örgütlenmeye başlamışlardı.

Muhalif kesimde; “İnönü ve CHP’den kurtulalım da ne olursa olsun” havası egemendi. Metin Toker’in deyimiyle hiç kimse dönüp CHP’ye bakmıyordu.(3)

1950’de DP’ye oy veren kitlenin önemli bir bölümü daha sonraki süreçte, başta Adalet Partisi (AP) olmak üzere, sağ partilerin kitle tabanını oluşturdu.(4) Bu kitleyi, sağ partilerin her tür etkisine ve kullanımına açık hale getiren etkenleri şöyle sıralayabiliriz:

Sol, sosyalist güçlere, Kürtlere, gayrı Müslimlere konulan yasaklar: Bu sayede emekçi, işçi, köylü kitleler, kadınlar, gençler tümüyle sağ ve resmi propagandanın etkisi altına bırakıldılar.

Devletin resmi ideolojisi: Sağ partiler esas olarak devletin resmi ideolojisini savunurlar. Bazıları, özellikle dini istismar eden partiler Atatürkçülük dayatmasına, özünden koparılmış laikliğe itiraz ederler ama resmi ideolojinin Kürt, Rum, Ermeni ve sosyalizm düşmanı tezlerini savunurlar. Devletçidirler, militarist anlayışa sahiptirler. Resmi tarihe bu bakımlardan sahip çıkarlar. Dolayısıyla sağ partilerin kitlesi bir bakıma okullarda, kışlalarda verilen eğitimle, egemen yazılı ve görsel basının propaganda ve yönlendirmesiyle oluşturuldu.

CHP’nin Atatürkçülük dayatması: CHP, Atatürk’ü eleştirilemez, tartışılamaz bir kült haline getirerek, tek parti ve tek adam dönemini bir tür asr-ı saadet gibi sahiplenerek, Atatürkçülüğü dayatarak (Atatürkçülük askeri cuntalar tarafından da dayatıldı), CHP karşısındaki kitleyi kemikleştirdi.

CHP ve Atatürk karşıtlığı, tek parti döneminde yapılanlara karşı tepkiler, sağ, muhafazakâr kitlenin başat bir özelliği haline geldi. Sol karşıtlığı CHP karşıtlığıyla, ya da CHP karşıtlığı sol karşıtlığı ile çoğu zaman özdeşleştirildi. Bu durumun ortaya çıkmasında sadece sağ partilerin, İslami hareketin sözcülerinin demagojileri değil, solun Atatürkçülüğü, Kemalizmden kopamaması da önemli rol oynadı.

Dış etkenler: Emperyalizm İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra komünizme ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı dini gericiliği kullanmada yeni politikalar geliştirdi ve Türkiye de bundan payını aldı. Bundan da önemlisi 1946’dan sonra emperyalist sistem tüm dünyada anti-komünist bir hava estirdi. Bu havadan en çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye oldu. 1950-60 arası DP dönemi, solun sesinin duyulmadığı, Amerikan hayranlığının, komünizm düşmanlığının moda olduğu bir hava içinde geçti ve bu hava, DP destekçisi kitlelerin ideolojik, siyasi biçimlenmesinde önemli rol oynadı.

Anti komünist hava 1959 Küba Devrimi, 1960’larda yükselen anti-emperyalist kurtuluş hareketleri, Vietnam Devrimi ile kırıldı. Bu kırılma Türkiye’de de yaşandı ve Türkiye’de sosyalist hareketin kitleselleşmesi, TKP geleneğinden kopuş ile birlikte yeni bir döneme girildi. DP iktidarı ile birlikte oluşan, sağcı partilerin etkisine ve kullanımına açık milliyetçi muhafazakâr kitle ise varlığını sürdürmeye devam etti.

1950 yılında DP etrafında oluşan muhalefet güçlerinin önemli bir bölümünün sağ partilerin kitlesi haline dönüşmesine neden olan etkenler ve süreç böyle özetlenebilir.


NOTLAR:

(1) 1930 yerel seçimleri ile ilgili olarak yaptığımız alıntılar ve bu seçimle ilgili daha geniş bilgi için “Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı Mücadelesi 1908-1935”  isimli çalışmamıza bakılabilir.

(2) 2015 seçimlerinde HDP parlamenter sistemin bu temel özelliğine son verdi. Hem seçim barajını geçti hem de Kürt, komünist, Ezidi, Ermeni milletvekillerini, kendi ulusal, dini kimlikleriyle meclise soktu. 1914 seçiminden 100 yıl sonra ilk defa Ermenileri temsilen bir milletvekili (Garo Paylan) Meclise giriyordu. HDP’nin bu başarısı Türkiye’de sağa açık parlamenter sistemin sonu oldu. Bütün düzen partileri ve egemen sınıflar el ele vererek Başkanlık Sistemi’ni kurdular.

1960’lı yıllarda yükselen sosyalist harekete karşı dincileri kullanan düzen, HDP’nin karşısına da dincileri (AKP) çıkardı.

(3) Akt. Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), çeviren: Ahmet Fethi, Hil Yayınları 1994, s. 44

(4) DP’nin mirasçısı AP 1965 Seçimleri'nde yüzde 52.9 (CHP yüzde 28.7), 1969 Seçimleri'nde yüzde 46.6, (CHP yüzde 27.4), 1973 Seçimi'nde yüzde 29.32 (CHP 33.3), 1977 Seçimi'nde yüzde 36.9 (CHP 41.4) oy aldı. AP, MSP, MHP ve diğer sağ partilerin toplam oyları yüzde 60’lardan aşağı değildi.