Türkiye'de müzisyen olmak: Birçok müzisyenin TC kimlik numarasından başka gelir kaynağı yok

Geçtiğimiz günlerde, pandemi sürecinde müzisyenlerin yaşadığı sıkıntılara odaklanan "Türkiye’de Müzisyen Olmak: Ben İnsan Değil Miyim?" adlı belgesel serisinin ilk bölümü Youtube'da yayınlandı. Belgeseli ve müzisyenlerin yüzleşmek zorunda kaldıkları zorlukları, Gizem Ertürk ve Mert Gider'le konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Mahmut Çınar

DUVAR - Mart ayından itibaren yaşananlar, tüm dünya için, belki insanlık tarihi için tam anlamıyla "olağanüstü" olarak tanımlanabilecek cinsten. Artık tarih kitaplarında kaldığını sandığımız karantinanın hayatımıza girmesi, dünyayı saran bir virüsten korunmak için gösterdiğimiz çabanın her şeyi değiştirmesi, gündelik hayatın olağan gidişatının her anlamda kesintiye uğraması, bu yılı yaşayan bizler açısından asla unutmayacağımız ve muhtemelen gelecek nesillere de anlatı olarak aktaracağımız ortak bir deneyim oldu. Gelen hastalık ve ölüm haberleriyle hayatın geçiciliğini ve insanlık olarak kurduğumuz düzenin aslında çok da sağlam temellere oturmadığını idrak ettik belki.

Bu ortak travmadan kurtulmak için ise en iyi bildiğimiz yollardan birine başvurduk çoğumuz; sanata, özellikle müziğe. Yalnızlık ve kapanmışlık hislerimizi ve özlediğimiz ortak coşkularımızı da, zorluklarla mücadele ettiğimiz hatıraları ve belki kimi zaman yılgınlığı da müzikle anlamlandırdık. Oysa diğer taraftan müzisyenler, bu süreci en ağır biçimde yaşayan insanlar. Müzisyenlerin "ekmek kapısı" olan konserler iptal edildi. Toplu etkinliklerin çoğunda gösterilmeyen duyarlık, ilginç bir şekilde müzik ve eğlence sektörü için gösterildi. Neredeyse tüm iş kollarında insanların çalışmaya devam etmesi için yapılan tartışmalı düzenlemeler, müzik sektörü söz konusu olduğunda sağlık ve pandemi uzmanlarının bile eleştirdiği bir şekilde yasaklama ve olağanüstü bir şekilde sınırlama olarak uygulandı. Yaz aylarının sonuna doğru belediyelerin hayata geçirdiği mesafeli açık hava konserleri, kapalı alanlarda henüz yasaklar söz konusu değilken yasaklandı. Gündüz vakitlerinde neredeyse hiçbir sınırlama gelmemişken, eğlence sektörünün yoğun çalışma saatleri olan akşam saatleri "karantina saatleri" olarak belirlendi.

Tüm bu yaşananlar, genellikle gündelik kazanan ve gelişmiş bir sosyal güvence sisteminin dışında olan müzisyenler açısından dramatik sonuçlar yarattı. Yüz binlerce müzisyen, müzik sektörüyle ilişkili işlerde çalışanlar ve bu insanların yaşam çevresinde yer alan belki milyonlarca yurttaş, bir anda temel yaşam gelirinden oldu. Üstelik üretim, hizmet ve turizm gibi kimi sektörlere destekler ve yasal tolerans gösteren devlet kurumları, müzisyenler için hiçbir girişimde bulunmadı.

Pandemi koşulları müzisyenlerin hayatının ortasına düşmüşken, geçtiğimiz hafta bir belgesel serisinin ilk bölümü, Youtube'da yayınlanır yayınlanmaz büyük ses getirdi. Türkiye'de Müzisyen Olmak: "Ben İnsan Değil miyim?" adlı belgesel projesinin ilk bölümünde müzik sektöründen birçok isim, yaşanan zorlukları anlatıyor, çoğu zaman sahne ışıklarının yarattığı parıltının arkasında olup bitenleri en gerçek ve açık haliyle ortaya koyuyor.

Alper Erdinç ve Mert Gider'in yönettiği, Gizem Ertürk'ün ise editörlüğünü ve basın danışmanlığını yaptığı belgeselin diğer beş bölümü, önümüzdeki haftalarda sırayla yayınlanacak. Belgeseli ve müzisyenlerin yüzleşmek zorunda kaldıkları zorlukları, Gizem Ertürk ve Mert Gider'le konuştuk.

'HİÇBİR PROBLEM PANDEMİYLE BAŞLAMADI, SADECE GÜN YÜZÜNE ÇIKTI'

Bu belgesel fikri nereden çıktı, anlatabilir misin?

Gizem Ertürk: Aslında bunlar pandeminin başından beri hep konuştuğumuz konulardı. Belgeseli yapan diğer iki arkadaşım da müzik sektöründe olduğu için, zaten hem onlar hem bizim kendi müzisyen arkadaşlarımızla kendi aramızda konuşuyorduk. Nihayet yazın tesadüfen Alper ve Mert, belgeselin yönetmenleri, bir tatile çıkmışlardı, Fethiye-Kaş civarlarına. Sonra Antalya’ya geldiler ve buluştuk. Biz Alper’le tanışmıyorduk aslında ama Alper, “Ben seni bir yerden tanıyor gibiyim” dedi. Nereden diye düşünürken, birbirimizi tanıdığımızı hatırladık.  Alper, Karsu’yu Türkiye’ye ilk getiren ekiptenmiş, ben de Karsu’yla röportaja gitmiştim. Sektörün aslında ne kadar küçük olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Hepimiz aynı dertlerden mustariptik ve bunu neden anlatmayalım, neden paylaşmayalım dedik. Bu şekilde doğdu. Öncelikle çevremizdeki arkadaşlarımıza gittik. Arkadaşlarımızla dertleşiyor gibi, sohbet ediyor gibi konuştuk ve ortaya bu belgesel çıktı.

Mert Gider: Yıllardır içinde müzisyen ve klip yönetmeni olarak bulunduğum sektörün bin bir türlü problemini zaten görüyorduk da bunlarla alakalı ne yapabiliriz diye düşünmeden yıllar geçiyordu. Derinden bakarsanız hiçbir problem pandemiyle başlamadı, sadece gün yüzüne çıktı diyebilirim. Büyük bir farkındalık yarattı. Yarın düşünülüp birikim yapılmamış, sigorta, sağlık durumları es geçilmiş ve görüyoruz ki, biz de dâhil, zaten hiçbir garantisi olmayan sektörümüz olağanüstü bir hal olduğunda paramparça, berbat durumda.

Liseden ve sektörden arkadaşım Alper'in aklında bazı fikirler vardı, 30-40 saniyelik bir video hazırlamıştı ve bu yaz çıktığımız tatilde bunu bana izletip fikirlerini paylaştığında fikirlerimiz birleşti, doğdu proje. Sonrasında kendisi de bir belgeselci-sinema yazarı ve basın danışmanımız olan Gizem de heyecan duyunca çekimlere başladık. Yapmamız gerektiğine çok inanarak başladık ve tepkilerden görüyoruz ki doğru yoldayız.

Çekim için yaptığımız ilk toplantıda kimlerle görüşülmesi gerektiğine dair bir liste hazırladık ve o yolda hızla ilerledik. Aradığımız insanlar çok güzel karşıladı fikrimizi ve samimiyetle kalpten yapılan bir iş oldu.

Peki, çekimlere ne zaman başladınız?

Gizem Ertürk: Aslında döner dönmez, Eylül’de çalışmalara başladık. Ekim’de başladık çekimlere. Montajı biraz uzun sürdü. Biz daha kısa sürede olur gibi düşündük ama konular arttıkça, daha çok insanla konuşmaya başladıkça Aralık’a kadar, birkaç gün öncesine kadar durum sarktı. İşin montajındaydık. Yani yaklaşık üç aylık yoğun bir çalışmanın ürünü diyebilirim bu bölüm.

Gizem Ertürk, Cahit Berkay

Pandemi süreci çalışmanızda nasıl zorluklar yarattı?

Gizem Ertürk: Mümkün olduğunca bütün çekimleri maskeli ve açık alanlarda yapmaya çalıştık. Ama mesela yaş grubu daha yüksek olan, daha usta müzisyenlerle buluşmalarımızda daha da hassastık bu konuda, mutlaka dış çekim yaptık. Aramızdaki sosyal mesafeye çok dikkat ettik. Mümkün olduğunca birden fazla kişiyle bir araya gelmemeye çalıştık. Bir tek Madrigal’le backstage’lerinde görüştük. Onun dışında tek tek görüşmeye çalıştık çekimlerde.

Kaç kişiyle görüştünüz toplamda?

Şu anda ilk bölümde 19 kişi var. Ama ikinci bölümün kurgusu devam ediyor. İlk bölüm biraz belgeselin bir jeneriği tadında aslında, herkes bir konu başlığı veriyor sizin de fark ettiğiniz gibi. İkinci bölümde biraz daha detaylanacak. İlk bölümden sonra bizimle irtibata geçen, destek vermek isteyen isimler oldu, “Biz de bir şeyler söylemek istiyoruz, biz de katkı sunmak istiyoruz” dediler. O yüzden önümüzdeki hafta yoğun bir çekim trafiğiyle geçecek gibi görünüyor ve bir sonraki bölümde yeni isimler de olacak.

Toplam altı bölüm herhalde?

Gizem Ertürk: Evet, evet altı bölüm olarak planlıyoruz. İkinci bölüm, “Ben İnsan Değil miyim?”in devamı niteliğinde. Üçüncü bölümde konu başlığımız “Hobi Olarak Yine Yap”. Sonrasında biraz da Unkapanı’ndan Spotify’a geçişi konuşacağız, geçmişten günümüze neler değişti, bunu sorgulamak istiyoruz. Tabii ki Roman müzisyenler, sokak müzisyenleri ve eğer ki vaktimiz yeterse orkestra müzisyenleri de yine konuya dâhil etmek istediğimiz gruplar arasında.

Mert Gider: Başından beri hep altı bölüm diye konuştuk. Dileriz altı bölüm bittiğinde tüm bu sıkıntılar da son bulmuş olur.

Peki, bu bağımsız bir proje mi? Bununla ilgili herhangi bir kurumdan fon alabildiniz mi, başvuruda bulundunuz mu, yoksa tamamen sizin inisiyatifinizde mi?

Mert Gider: Yola bağımsız çıktık. Hedefimiz zaten belgeseli Youtube üzerinden ücretsiz paylaşmaktı. Yola çıkarken de aklımızda bir kurumla anlaşır mıyız acaba diye bir düşünce hiç olmadı. Birinci bölümden sonra ulusal medyada haber olarak ve köşe yazılarında yer aldık, bu bizi çok mutlu etti.

Gizem Ertürk: Hiçbir başvuruda bulunmadık, tamamen bağımsız bir proje. Dediğim gibi, üç arkadaş, kamerayı elimize alıp, bir iş bölümü yapıp heyecanla ve hiçbir beklenti olmadan… Hatta bu kadar ses getirmesini bile gerçekten beklemiyorduk. Cuma akşamı belgesel yayınlandı, biz daha arkadaşlarımıza göndermeden insanların paylaştığına ve bize de gönderdiğine şahit olduk, çok şaşırdık. Çok ihtiyaç varmış demek ki. Bence biz bu projeyi x festivali için, x kanalı için ya da başka bir şey için yapıyor olsak bu kadar samimi bir iş çıkacağını düşünmüyorum. Çünkü hiçbir kaygı gözetmeden, arkadaşlarımızla sohbet ediyoruz. “Ne olacak bu işler, böyle gelmiş böyle gitmesin” diyerek yola çıktık aslında. Bundan sonra neler olacak? Umarım güzel dönüşler de olur, umarım bir şeyler değişir.

'BİRÇOK MÜZİSYENİN TC KİMLİK NUMARALARINDAN BAŞKA GELİR KAYNAĞI YOK'

Hakikaten çok ses getirdi. Bir müzisyen olarak söylüyorum, çok önemli bir iş yaptınız. Bu görüşmelerde senin fark ettiğin, müzisyenlerin en çok üstünde durduğu, ortak problemler neler?

Mert Gider: Röportajları yaparken de çok üzücü şeyler duyduk. O anda konuk kişi içinden geleni anlatsa da ekip olarak aramızda tartışıp bazı şeyleri koymamaya karar verdik. Bunlar genelde olumsuz olarak bizi etkileyen şeyler zaten aşağı yukarı tahmin edebilirsiniz. Aklımda kalan olumlu cümlelerden birini Burhan Şeşen ifade etmişti. 80 darbesi sonrası ortaya çıkan grupların isimleri Bulutsuzluk Özlemi, Gündoğarken, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü gibi. Bir diğer örnek ise Serkan Fidan'ın anlattığı Mor ve Ötesi ve Erol Evgin örneği. Sonunu da şöyle bağlamıştı: "Türkiye de Müzisyen Olmak, her yere düştüğünde bir avuç kumla geri kalkabilmektir."

Gizem Ertürk: Pandemi sonrasında olanları herkes biliyor, çünkü bir şekilde kamuoyu gündemine de geldi bunlar. Bir şekilde evde kalmamız lazım ama bu insanlar müzik yaparak hayatlarını geçindiriyorlar, ne yapacaklar, para kazanamıyorlar, vs. gibi sorunlar var ama geçmişten gelen çok daha büyük sorunlar var. En büyük sorun da herkesin dile getirdiği, müzisyenin kimliksizliği Türkiye’de. Yani sanatını kanıtlayabileceği hiçbir şey yok, devlete destek almak için başvurduğu zaman işten çıkış tarihi soruluyor ama işe giriş tarihleri yok. Birçok müzisyenin TC kimlik numarasından başka gelir kaynağı yok. Genelde şöyle; günlük, karın doyurmak için gibi bir bakış açısı var, yani güvence altına alınmamak gibi sorunları var. Aslında konuşulacak, düzeltilmesi gereken çok sorun var. Biz en büyük orkestrayla çalışan müzisyende de bu sorunu gördük, barda vs. çalışan müzisyende de bu sorunu gördük. Kayıt altına alınmamak ve kimliksizlik en çok konuşulan konu. Şöyle şeyler de var tabii; çok küçük paraları kabul etmeyince, “sen olmazsan kapıda bekleyen 100 kişi var” algısı. Yani sanatın değersizleştirilmesi. Bir de geçmişten günümüze gelen, müzisyene çalgıcı, boş adam gözüyle bakılması. Kadınlar için söylenen “Kızını bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya” gibi geçmişten gelen, korkunç algılar var. Bir anda değişmesi mümkün değil ama bunların konuşulması gerekiyor. Pandemi sonrası yaşananlar bir tarafa, o artık hepten korkunç. Bölümün adı da “Ben İnsan Değil miyim?”. Çok ironik bir başlık ama aslında çok oturuyor bu duruma, çünkü pandemi sonrasında yaşananlar gerçekten çok acı. Ama biz bu belgeselle gördük ki geçmişten günümüze gelen çok ciddi sorunlar var, onları da konuşmuş olduk böylece.

Burhan Şeşen, Gizem Ertürk, Alper Erdinç, Mert Gider.

Konuştuğunuz bu sorunlarla ilgili müzisyenlerin bir çözüm önerisi var mı? Buna denk geldiniz mi belgesel sürecinde?

Gizem Ertürk: Aslında şöyle cevap vereyim; bu belgesel sadece sorunları anlatmak için değil, bir taraftan da müzisyenlerin kendileriyle yüzleştikleri bir alan oldu. Çünkü şöyle bir şeyi kabul ediyorlar: Müzik, sanat çok kişisel bir şey, çok da egoların konuştuğu bir şey aslında. Mesela bu belgesel üzerine şöyle bir soru gelmişti: Bu sanatçıların şarkıları yüz binlere, milyonlara ulaşıyor ama bu sorunları neden kimseye ulaşmıyor? Çünkü orada çok kişisel bir şey var, orada sanatını sunuyor. Ama bir problemi anlatırken herkesin aynı fikirde olması lazım, bu çok zor bir şey. Özellikle müzikte, sanatta en ufak bir şeyde bile birçok tartışma çıkıyor, orta yol bulunamıyor bir türlü, böyle sıkıntıların da olduğunu görmüş olduk. Müyorbir başkanı Burhan Şeşen’in bu konuda çok ciddi çalışmaları var, o anlattı; sadece geçici yardımlar değil, kayıt altına alınmakla ilgili. Yine Ahmet Güvenç’in söylediği şöyle bir öneri vardı: Müzisyene kolay ödeyebileceği bir vergi sistemi getirilirse ne sigorta sorunu kalır ne başka problemleri kalır şeklinde. Başka bir öneri de sanatçı kartıydı, bana en mantıklı gelen önerilerden biriydi. Bu müzisyenlerin, “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sanatçısıdır” diye bir kartı olursa hastaneye gittiklerinde, yurt dışına çıktıklarında hayatlarını birçok alanda kolaylaştırıcı bir şey olurdu bu. Ama bunlar hâlâ fikir olarak konuşuluyor. Bence konuşulması da çok değerli ve güzel.

Bu süreç özellikle ortaya çıkardı ki, sanatçıların, özellikle müzisyenlerin ciddi bir örgütlenme eksikliği var. Birçok müzisyen açısından pandemi süreci, bu eksikliğin farkına varıldığı bir süreç oldu. Örneğin etkin ve yaygın bir sendikanın eksikliği... Geçmişte belki bu kadar önemli görünmüyordu ama bu tür bir örgütlenmenin ne kadar zaruri, önemli olduğu anlaşıldı. Buna yönelik bir çözüm önerisi, bunun çok ciddi bir ihtiyaç olduğuna dair bir kanı var mı müzisyenler arasında?

Gizem Ertürk: Bunun ne kadar önemli olduğu her fırsatta konuşuluyor. Ancak şu anda öncelikli olan ekonomik sıkıntılar ve konser verememek. Hep konuşulan, AVM'lerin açık olması, toplu taşımanın çalışıyor olması ama çok daha güvenli olabilecek açık hava konserlerinin, kurallara uygun konserlerin neden yapılmadığı. 12'den 10'a çekildiğinde, konserlerin saati de öne çekilmişti, 8-10 arası gibi olmuştu. 8'den sonra yasak geldiğinde birçok müzisyen arkadaşım, "Olsun, bir de gündüz konserleri yaparız" demişlerdi, yani idrak edememişlerdi durumu.

Konuşuluyor sanırım şu anda, müzisyenlere ekonomik olarak destek verilmesi konusu. Örgütler de var bu arada, yok değil, müzisyenlerin bir arada olduğu ama belki yeterli gelmeyen şeyler vardır. Onlar da bir kere daha konuşulacak bu süreçten sonra. Ama her şeyden önemlisi, tüm bunların yanında kişisel olarak herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi. Çünkü, dediğim gibi, büyük bir grupta bile, büyük bir sanatçının arkasında çalışan müzisyene bile bazen haksızlık, adaletsizlik yapılabiliyor. En küçücük parçada böyleyse genele baktığınızda tabii ki sorunlar daha büyük. O yüzden herkesin bir şekilde bundan sonrası için sorumlu ve vicdanlı davranması gerekiyor.

Umarım. Bizim de müzisyenler olarak artık bunun gibi olağanüstü koşullara hazırlıklı olmamız gerekiyor, bunu da öğrenmiş olduk. Çünkü hakikaten gündelikçiyiz aslında. Günlük kazanıyor ve günlük harcıyoruz... Peki, projenin takvimi nedir? Bölümleri düzenli yayınlayacak mısınız? Öyle ise ne kadarlık periyotlarda izleyebileceğiz?

Gizem Ertürk: Biz aslında yola çıktığımızda birer hafta arayla bölümleri yayınlarız diye düşünmüştük ancak yoğun ilgi ve talep, bizim bölüm aralarında durup başka insanlara da söz hakkı vermemizi gerektirdi. Dolayısıyla bu bizim takvimimizi biraz geciktirecek gibi görünüyor. Ama hani iki hafta arayla en fazla, yani arayı çok açmadan, Aralık boyunca iki bölüm daha yayınlamayı planlıyoruz ama Ocak'a da sarkacak gibi görünüyor bu durum. Biz ağırlıklı olarak rock müzisyenlerine, bağımsız dünyaya yöneldik ama klasik müzik sanatçıları, caz müzisyenleri ulaştı bize, "Bizim de sorunlarımız var, biz de konuşmak istiyoruz" diye. O yüzden giderek açılıyor galiba. Tiyatrocuların, diğer sanat dallarının sorunları var. O yüzden sadece müzik gözüyle de bakmamaya başladık aslında. Giderek çerçeve genişliyor gibi. Ama umarım daha güzel gelişmeler olur ve biz bu seriye devam etmek zorunda kalmayız.

Burada bir şeyi dile getirmek istiyorum. Ekip olarak bize destek olan herkese çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten her kesimden insanın bize kucak açmasına, paylaşır paylaşmaz Athena'nın solisti Gökhan Özoğuz, Gaye Su Akyol, Can Bonomo, Nejat İşler gibi isimler paylaştı, destek verdi. Hiç ummadığımız yerlerden, çok hızlı bir şekilde dönüşler geldi. Herkesin demek ki çok ihtiyacı varmış böyle bir şeye, çünkü müzik hepimizin hayatında çok önemli. Hep konuştuğumuz şey, mutlaka gün içinde bir şekilde müzikle bağ kuruyoruz, müzik dinliyoruz. Geçen bir arkadaşım dedi ki, "Konsere gitmeyi unuttum. O psikolojiden o kadar uzaklaştık ve yalnızlaştık ki, onun ne kadar güzel bir şey olduğunu unuttuk." Biraz bunları da hatırlamak adına, müziğin ne kadar önemli bir şey olduğunu, bizi hayatta tutan şey olduğunu hatırlamak adına ve tabii ki müzisyenlerimize saygı duruşu niteliğinde, hak ettikleri değeri görmeleri adına bu çalışmayı yaptık. Destek veren herkese çok teşekkür ederiz.

Mert Gider: Bu çalışma için bizi tebrik eden herkese şunu söylüyorum: Bu belgeseli bize kucak açıp katılan herkesle beraber yaptık ve yeni dostlarımızla yapmaya devam edeceğiz. Belki aynı fikirde olan fakat çeşitli sebeplerden bir araya gelememiş kişileri buluşturabiliyorsak ne mutlu. Hepsine bin teşekkür.