Türkiye’de tarım: Neoliberal bakış açısını terk etmek gerekiyor
Türkiye, ithalata dayalı tarım politikası ile yıldan yıla üretimden kopuyor. Uzmanlara göre tarım politikası geç olmadan ‘üretici ve tarla’ odaklı ele alınmalı, neoliberal bakış açısı terk edilmeli.
ANKARA- İthalata dayalı tarım politikası, kayıtlı çiftçi sayısının 500 binin altına düşmesine neden olurken motorin, gübre, sulama ve ilaç maliyetlerindeki artış ile son dönemde yaşanan pandemi ve savaş gibi etkenlerin getirdiği yeni sorunlar Türkiye’de tarımsal üretimin geleceği noktasında endişeleri artırıyor.
Özellikle Covid-19 salgınıyla değişen tarım düzeninin ülkelerde ‘gıda milliyetçiliği’ ile ‘gıda egemenliği’ni hâkim kıldığı düşünülürse, “tarım ve gıdada yeni dünya düzeni” olarak adlandırılan sisteme ayak uydurmayan ülkeleri tarımsal üretimde büyük bir tehlike bekliyor.
Uzmanlara göre ithalata dayalı tarım politikası ile yıldan yıla üretimden kopan Türkiye, bölgede tarım zengini ülke olmaya aday; ancak politikaların değiştirilmesi şart.
Hükümetin daha da geç olmadan tarım politikasını ‘üretici ve tarla’ odaklı yeniden ele alması gerektiğini savunan uzmanlar, aksi durumda şirketlerin kontrolüne geçen bir tarım sisteminin oluşturulacağını, böylece de küçük aile tarımının bitirilerek bir sınıfın tasfiye edileceğini söylüyor.
‘ASLINDA TÜRKİYE’NİN EN AZ BİR BUÇUK KATINI BESLEYEBİLECEK DURUMDAYIZ’
Türkiye tarımında 1980’lerden sonra hâkim olan neoliberal politikaların bugünün ithalata dayalı politikalarına zemin hazırladığını ifade eden Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş, “Bir zamanlar kendine yeterli olmakla övünen ülkemizde artık birkaç ürün dışında tüm ürünlerde ithalata bağımlılık artıyor. Bu duruma hiç kuşkusuz izlenen yanlış tarım politikaları sonucunda geldik. Tarım serbest piyasaya bırakılmamalıydı” diyor.
Türkiye’de mevcutta tarıma yönelik bir üretim planlaması ve bu yönde kurgulanan bir sistem olmadığına vurgu yapan Demirtaş’a göre aslında toprak yapısı ve verimliliği bakımından Türkiye’nin en az bir buçuk katını besleyebilecek durumdayız.
Ancak ithalata dayalı politika, çiftçilerin üretim maliyetleri gibi nedenlerin sayılabileceği sistemde çiftçinin ne ekeceğini şaşırdığını belirten Demirtaş, “Türkiye'de çiftçilerimiz tarlalarına gübre atmakta ve ürettiklerini değerine satmakta zorlanıyor. Yalnız gübrenin değil, benzinin, mazotun, elektriğin, suyun ve hayvan yeminin fiyatına her geçen gün yeni zamlar geliyor. Çiftçiler üretimden çekilirken ekilmeyen topraklar geri döndürülemez biçimde ekilebilir niteliğini kaybediyor ya da betona gömülüyor” ifadelerine yer veriyor.
‘ÜRETİCİYİ DESTEKLEYEN POLİTİKALAR ÜRETİLMELİ’
Demirtaş, Covid-19 salgınının tarımda ülkeleri kendi önlemlerini almaya zorladığını kaydederek, Türkiye’nin önlem alması gereken şu noktaya dikkat çekiyor:
“Dünyada yeni bir tarım düzeni var. Ülkeler ürettikleri ürünlerin önce kendilerine yetip yetmeyeceğine bakıyor. Yani korumacı bir politika ön plana çıkıyor; çiftçiyi, üretimi desteklemek gibi… Gıda milliyetçiliği de arttı. Türkiye’nin bu yönde adımlar atıp üreticiyi destekleyici politikalara geri dönmesi gerekiyor.”
‘TÜRKİYE’DE TASFİYE EDİLEN KÜÇÜK AİLE TARIMIDIR’
Çiftçiler Sendikası Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu’na göre ise Türkiye’nin tarım politikası küçük aile tarımını yok etmeye yönelik. Günümüzde şirketlerin kontrolüne geçen bir tarım sistemi oluşturulmaya çalışıldığının altını çizen Çobanoğlu şunları söylüyor:
“Türkiye’de bitirilen tarım değil, tasfiye edilen küçük aile tarımıdır. Türkiye’deki tarım hızla şirketlerin kontrolüne geçiyor. Gerek sözleşmeli üretim politikası ile gerek tarım organize sanayi bölgeleri uygulamalarıyla gerekse de iktidarın uyguladığı tarım politikasıyla… Bu süreçte küçük aile tarımı bitirilerek bir sınıf tasfiye ediliyor, tarımdan kopartılıyor. Böyle olunca da gıda krizi baş gösteriyor. Çünkü iş şirketlerin kârına dönük bir üretime dönünce aşırı kâr elde etme anlayışı da beraberinde geliyor. Bundan 20 yıl önce tarımda çalışan nüfus, çalışan nüfus içerisinde yüzde 36’lardaydı. Ancak geçen 20 yılda bu oran yüzde 12’lere düştü. Örneğin geçmişte 400 bin aile tütün dikerken şimdi bu oran 50-60 bine düştü. Bu örnek diğer tarım ürünlerinde de aşağı yukarı bu şekilde ilerliyor.”
‘İTHALAT ODAKLI BİR GIDA SİSTEMİ KURULMUŞ DURUMDA’
Çobanoğlu’na göre küçük aile tarımı yapan çiftçilerin üretimini sürdüreceği politikalar uygulanmazsa açlık önümüzdeki yıllarda en önemli gündem maddelerinden biri olacak.
Türkiye’nin 10 farklı ülkede tarım arazisi kiralayacak olmasını ‘toprak gaspı’ olarak değerlendiren Çobanoğlu, şunları söylüyor:
“O ülkelerdeki üretim de Tarım ve Orman Bakanlığı eliyle yapılmayacak ki. Oradaki üretim şirketlere devredilecek. Yapılmak istenen şirket tarımcılığının önünü açmaktır. Şirketler ne talep ediyorsa ona göre tutum alınıyor. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi için rapor hazırlandı ve ardından şeker fabrikaları özelleştirildi. Bugün de 400 bin ton şeker ithalatı için düğmeye basıldı. Bizim birkaç yıl öncesine kadar şeker problemimiz yoktu. Üreticiler kamu fabrikalarına şeker pancarı üretimi yapıp, bundan gelir elde ediyordu. Çıkarılan Şeker Yasası ve özelleştirmeler ile birlikte üretici şeker pancarı üretiminden vazgeçer hale geldi. Şimdi de dışardan şeker ithal ediyoruz. İthalat odaklı bir gıda sistemi kurulmuş durumda.”
‘GIDA EGEMENLİĞİ HAREKETİ BAŞLATIP, BM’DEKİ DEKLARASYONU İÇ HUKUKA UYARLAMALI’
Türkiye’nin ‘gıda egemenliği’ hareketi başlatıp, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda kabul edilen ‘Köylü Hakları Deklarasyonu’nu iç hukuk düzenlemesi haline getirmesi gerektiğine dikkat çeken Çobanoğlu, “Gıda egemenliği; halkın kendi kültürüne uygun gıdayı üretme ve tüketme hakkı anlamına geliyor. Bunun için de BM Genel Kurulu’nda kabul edilen ‘Köylü Hakları Deklarasyonu Türkiye’de iç hukuk düzenlemesi haline getirilmeli. Bu deklarasyonda suya erişim hakkı, temiz havaya erişim hakkı, toprağa erişim hakkı, sağlıklı tohuma erişim hakkı gibi çok sayıda çiftçiyi koruyan maddeler var” diyor.
‘HES’LERE ENERJİ YETMİYOR DİYE TARIMDA SU KULLANIMI ENGELLENİYOR’
Türkiye’de bu hakların çiftçinin elinden alındığını söyleyen Çobanoğlu, şöyle konuşuyor:
“HES’ler yapılıyor, sular hapsediliyor. Geçen günlerde sanırım Amasya’da İl Tarım Müdürlüğü, üreticiye yönelik 'Suyu kullanmayın, HES enerjisi yetmiyor' açıklamasında bulundu. Tarımda su kullanımının engellenmeye çalışıldığı bir politikada sürdürülebilirlik olabilir mi? Sonuç olarak gıda egemenliği oluşturulmalı. Tarım politikaları oluşturulurken üreticilerin ve tüketicilerin söz söyleme ve karar verme mekanizmalarının içinde bulunması gerekir. Bu anlamda demokratik bir tarım programına ihtiyaç vardır. Bu oluşmadığı zaman kim gelirse gelsin bu devran şirketler lehine dönmeye devam edecektir.”
‘ÇÖZÜM AGROEKOLOJİ TARIMI VE GIDA EGEMENLİĞİ’
Türkiye’nin böylesine krize dönüşen bir tarım politikasını sürdürebilme olanağı bulunmadığına işaret eden Tarım Politikaları Uzmanı Prof. Dr. Tayfun Özkaya’ya göre bu krizden çıkmak için önce neoliberal bakış açısını terk etmek gerekiyor.
Türkiye’de tarımsal üretimin dünyaya göre çok daha ağır yaşanan bir ekonomik kriz içinde olduğuna vurgu yapan Özkaya, bu sistemden kurtulmanın çözümü olarak agroekoloji ve gıda egemenliği tezini ortaya koyuyor.
Agroekoloji tarımın, kimyasallar olmadan, çevre bilimini kullanarak tarım yapmak anlamına geldiğini söyleyen Özkaya, bu sistemin faydalarına şu sözlerle dikkat çekiyor:
“Şüphesiz bütün çiftçilerin birkaç yılda bu sisteme geçmesi mümkün olamayacaktır. Ancak yıllarca ertelenecek bir olay da değildir. Örneğin bazı çiftçilerimiz kırmızı örümceklere karşı arap sabunu ile çok daha ucuz, zararsız ve sentetik tarım ilaçlarından daha etkili başarılı sonuçlar alabiliyorlar. Şimdiden birçok zeytin ve kiraz üreticisi toprağı hiç sürmeden çok daha iyi sonuçlar alabiliyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde bazı eyaletlerde toprağı hiç sürmeden anıza ekim yapılan alanların oranı yüzde 40’lara yaklaştı. Pulluksuz tarım veya azaltılmış toprak işleme denilen bu sistemde özel mibzerlerle tohum veya fide ekimi gerekiyor. Ülkemizde bile bu özel mibzerler üretilmeye başlandı. Böylece mazot kullanımı oldukça düşebiliyor.”
‘YEREL KURULUŞLAR VE BELEDİYELER AGROKEOLOJİK TARIMI YAYGINLAŞTIRABİLİR’
Prof. Dr. Özkaya, şimdilik yerel kuruluşlar başta olmak üzere çiftçiler ve bazı belediyelerin agroekolojik tarımı yaygınlaştırma çalışmalarını sürdürmeleri önerisinde bulunarak sözlerini şöyle noktaladı:
“Belediyeler kendi ihtiyacı ve marketlerinde satmak için aldığı ürünlerin önemli bir kısmını analiz ederek, daha çok kooperatif veya gıda grupları üyesi çiftçilerden alabilir. Zehirli olup olmadığına bakmaksızın bütün üretimi desteklemek doğru değildir. Ürünlerin önemli bir kısmında sıfır tarım ilacı şart koşulabilir. Belediyenin, aldığı ve kullandığı veya pazarladığı hiçbir ürünün maksimum kalıntı limitinin üzerinde olmayacağını garanti etmesi yararlı olacaktır. Belediyeler agroekolojik üretim yapan üreticilerden belli bir anlaşma ile özellikle taze sebze ve meyve alabilir ve ürünlerin yoksullara yardım amacıyla kullanılmasını sağlayabilir. Böyle bir politika özellikle ekolojik üretim yapan çiftçilerin bütün üretimlerini makul bir fiyattan satabilmelerini sağlayarak agroekolojik üretimin hızlı gelişmesine katkı sağlayabilir.”