Türkiye’den korkuyorum, Türkiye’de korkuyorum, Türkiye için korkuyorum

Bu kadar depresif huzursuzluk, hepimiz için fazla. En iyi niyetli yorumlar dahi havanda dövülen su misali. Korku dağları bekliyor. Umut nerede kimse bilmiyor.

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

Yunan adalarına giden Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları namütenahi ülkelerinden şikâyet ediyor. Lakin şikâyet dilekçeleri, komşudaki turistik hizmetin kalitesi, ucuz ve bol porsiyonlu tabakların methiyesine dair. Kıyının bu tarafında bulamadıkları özene yani. İhtimal, gidenlerin çoğu başka bir olguyu kendilerinden bile saklamak için deniz mahsullerinden girip Grek Salata’nın muhteşemliğinden çıkıyor. Gerçek şu ki ülkelerinde olmayan bir şeyi görmenin şaşkınlık ve acısıyla dönüyorlar evlerine. Komşuda olup da yurtlarında olmayan bir şeyin sızısı: İnsanı güvende hissettiren sulh ve geleceğinden şüphe edilmeyen umut.

Sokaklarında sahte bir barışın hüküm sürdüğü, sanki daha kötü günlerin arifesindeymiş gibi hissedilen, barış ile savaş, huzur ile kaos arasında Araf’ta, yani daha kötüye doğru giden depresif belirsizliğin bekleme salonunda, bilinmez bir zilin sesine kulak kesilen ama ne olacağı hakkında en küçük bir fikri olmayanların iç karartan bunaltısında, gündelik hayatta her an her türlü bela ve musibetin başa gelebileceği ve bu belayı def etmek için güvenilebilecek bir hukuk sisteminin artık olmadığını herkesin bildiği, hukuk ve etik kuralların değil, ahlakın değil, iyinin ve erdemin değil; paranın, mülkün, zenginliğin, habis egoizmin, ölümü kutsayan siyasetin, mütekebbir kötülüğün, hadsiz ve nobran iktidarın, kaba kuvvetin, hukuk dışı ve heyhat hukukun koruması altındaki teşkilatların, çetelerin, taassubun dogmanın resmi gayriresmi ideolojilerin yalan dolanın tahakkümü altında “gücü gücüne yetene” bir sistemin mevcudiyetine artık herkesin ikna olduğu ve daha fenası biat ve iman ettiği ve daha da fenası önünde diz çöktüğü, çökmeyene fenalık ettiği böyle kaidesiz, ilkesiz, kuralsız ve ahlak dışı bir toplumda geleceğe dair umut beslemenin imkansız olduğu, çocukları büyüyüp de yaşlandığında kendisine ve ailesine  ve yakınlarına şehrine ve ülkesine ne olacağına dair en küçük bir kehânette bulunamadığı müthiş bir belirsizlik aleminde sadece lahzayı yaşamaya çalışmak ve bu çabanın beyhudeliğini bilerek yani tüm bunları bilerek ve sindirmeye çalışarak vatanına dönmek. Yarını olmayan “Huzursuz Carpe Diem Ülkesi”ne, sonrasından sual olunamayan bir “Günü Kurtarma Cumhuriyeti”’ne dönmek.

İşte Ege adalarından dönenlerin hissettikleri. 

Keşke abartı olsa. Biraz edebiyat yapmış olsa yazar.  

Sokaklar tehlikeli. Trafikte her an her şey olabilir. Kuralsız bir ülkede trafikte her an öldürülebilir ya da dövülebilirim. Kafama silah dayanması an meselesi. Ya da ben, “yeter artık” deyip birine zarar verebilirim. Binlerce kez uğradığım haksızlık karşısında bir gün sınırı geçip, bu kez hiç de hak etmemiş birinden hıncımı çıkarabilirim. Doğru: Yumuşak atın öfkesi pek olur. Lakin öfke, hak eden zorbayı ıskalayabilir.

Her an aldatılabilirim. Her an biri bana yanlış ürünü fahiş fiyata satabilir ve itiraz ettiğimde ya boşa çekilen küreğimle kalır ya da üstüne şu Trabzon’da bebeğiyle dövülen Savcı gibi hedef olabilirim. Kiracı evime zarar verebilir ya da ev sahibim beni kış ortasında kapının önüne koyabilir. Söze sadakat, ahde vefa, borcuna sahip çıkmak eskilerin masalları artık. Çocuklarımı kötülükten zorbalıktan korumak için çaba içinde olsam da her güne endişeyle uyanmaya devam ederim. Yanlış girilen bir sokakta yanlış insanların karşısında mesela doğru saatte ve doğru durakta lakin yanlış bir minibüs şoförüyle temastan korumakta zorlanabilirim. O zaman ömür boyu acı içinde çocuklarımı bile korumaktan aciz bir baba olarak kahredip kendimden nefret etmekten başka elimden ne gelebilir?

Her an sosyal medyada iftiraya uğrayabilirim, üç beş kişinin yalan yanlış suçlamasıyla hayatım kararabilir. Söylemediğim bir sözü, söylemeyeceğim şekle sokup onuruma saplayabilirler. Kendini savunmak ve gerçekleri açıklamamın anlamı olmaz. Çünkü kimse gerçeği istemiyor artık ve arkadaşlarım tanıdıklarım bile sosyal medyada bana küfretmekten imtina etmezler. Bu ahlaksız hayatta herkes ahlak tanrısı ve gardiyanı kesilmiştir. Kimsenin hakikat ile ahlak ile kural ile ilke ile derdi yoktur. Para ve zenginlik ve iktidardan nemalanma ve güçlünün önünde hizalanma o güç kimde ise artık (iktidar muhalefet din iman ideoloji sol sağ fark etmez) önünde diz çökerek iyilik, merhamet ve hakikati ve doğru olanı tükürük hokkasına çevirmek,  geçer akçe ve yükselen değerdir. Kim hakikati paçavraya çevirirse o denli bu piyasanın değerlisidir.

Emeğiyle geçinmek, geçinerek onurunu korumak, onurunu korurken yoldan çıkmamak çok daha zordur artık. Gittikçe fakirleşen bir ülkede daha da dibe doğru giderken sadece Carpe Diem desen de yaşlanmadan ve sürünmeden ölmen için neye inanıyorsan ona dua etmekten başka bir şansın da yoktur. Emekli maaşınla asgari standartlarda bile yaşamayacağın belli iken ya son nefesine kadar çalışmak ya da çalışmayı bıraktığında ölümü çağırmak zorundasın. Bu yaştan sonra onurunu ayaklar altına alıp yaşamak da bizden ırak olsun.

Yunanistan’da kırk yıllık sevilen bir şarkı var. “Mi milas mi gelas kindinevi I Ellas” Gülme Konuşma Yunanistan tehlikede. Güzelim bir aşk şarkısına, tarihteki Cunta için kullanılmış bir sözü eklemişler: “Gülme Konuşma Yunanistan tehlikede” Bugün Yunanistan’da görülen o ki halk mutlu. Gülmek konuşmak serbest. Öyle zengin değil ülke. Dudak uçuklatan servetleriyle zengin sınıfın arsızca büyümediği vakıa. Ve tam da bu sebeple fakirlik artmıyor. (Bizim fakirler henüz bunu bilmiyor.) Aksine gelir dağılımı fena değil. En azından bizim ülkeye göre. Ve biz kendi vatanımızda ağız dolusu gülemiyoruz. Gülerken haksız yere hapse atılan yurttaşları düşünüyoruz. Gülemiyoruz. Gülerken kahrolası aczimizi düşünüyoruz. Konuşamıyoruz! Haksız yere hapislere atılanlar arasında yer almak da istemiyoruz. Ama böyle bir ülkede nasıl sulh ve sükûnet ve saadet olur şüphe ediyoruz. Bütünüyle şüphedeyiz. Bütünüyle ümitsiz, bütünüyle mutsuz.

Oysa ailem Girit’ten vakti zamanında göç etmiş. Sünni- Hanefi kökenli ve Türküm. İzmirliyim.  Heteroseksüelim. Yani Devletin asli yurttaşıyım. Bu tanımı ben değil eğitim müfredatında öğrendiğim kadarıyla Devletim yapıyor. – Devletle arası açılı Alevi, Kürt, Rum ve Ermeni’yi ve eşcinseli saymıyorum bile- Buna rağmen Türkiye’den korkuyorum. Sokaklarından korkuyorum. Resmi, gayriresmi kurumlarından korkuyorum. Yanlış anlaşılmasın. Korkmak pasif bir duygu değil. Hayatından endişe eden her canlı korkar. İnsan ise sadece hayatî değil bireysel ve sosyal bütünlüğünün zarar görmesinden de korkar. Kimliklerinin parçalanmasından, inkâr edilmesinden, değiştirilmesinden! Gelişememekten, değişememekten, bir duruma bir toplumsal tarihsel kesite hapsolmaktan da korkar ama. Hayatı tutukluk yapan insan da, hayatı tutuklanmış birey de korkar. Bugün Türkiye’de korkuyorum. Türkiye’den korkuyorum. Türkiye için korkuyorum. Düşünememekten, konuşamamaktan engellenmekten korkuyorum. Engelleri aşmak için göstereceğim çabaya karşı önüme çıkacaklardan korkuyorum. Varoluşu engellenmiş halde yaşamak zorunda kalmak. İşte asıl korkunç olan.

Peki, herkes mi kötü, ilkesiz, kuralsız? Herkes mi ahlak dışına tevessül ediyor? Herkes mi hak etmediği kazanca göz dikmiş? Böyle değil tabii! Lakin herkes, kendi dışındaki herkesten her şeyi bekler halde! Her türlü kötülük ve ahlaksızlık sokaktaki yurttaşa artık kural gibi geliyorsa o da elini korkak alıştırmamaya başlıyor. O da sistemde yaşamak için o sisteme uyum göstermeye kalkıyor. O da zorbalığa, yalan dolan ve üçkâğıda yöneliyor. Çünkü bu bir kanaate dönüşmüş durumda. Ve bu kanaat toplumun ruhuna yerleştiğinde önce güvensizlik sonra kötünün kopyası olmak peşi sıra geliyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Sokakta, pazarda, meydanlarda, tatilde, gecenin kör vaktinde, sabahın alacakaranlığında… Artık kimse sokakta yürüyen o yabancıya güvenmiyor. Kendi insanına güvenmiyor. Mülteciye hele hiç güvenmiyor.  Evet, herkes herkesten başına her türlü musibetin gelebileceğine inanmış halde.  O yüzden dinsel ya da değil cemaatler şeklinde örgütlenerek bir araya geliyor. Kendini güvene almak için bunu yapıyor. Güce sığınıyor ve bunu da popüler anlamda medeni bir toplumun üyesi olduğu için yapmıyor. Bu gizli kapaklı,  demokrasiyle uzak yakın ilgisi olmayan yapıların içinde kendini iyi hissediyor. Bu teşkilatların içinde neler yaşandığını ise sadece tahmin edebiliyor bir de ajanslara düşen haberlerden takip edebiliyoruz.

Yunan adalarından dönen yurttaşın gözündeki huzursuzluk, yaşadığımız bu sosyal siyasal “soğuk kaos”un bir yansıması. Soğuk çünkü gündelik hayat bir şekilde devam ediyor. Kaos çünkü yarına, yarının ötesine ilişkin kimse huzur içinde hayatını planlayamıyor. Her an her şey olabilir. Bir yıl sonraki tatil planları bile belirsiz.

Bu kadar belirsizlik içinde insanlar dostlarıyla en mutlu zamanlarında gülerken bile ruhunun derinlerindeki endişenin salladığı parmağa huzursuzlukla bakıyor. O parmak “Rahatlama, kendini koy verme! Zor günler kapıda. Unutma!” diyor. Bu kadar depresif huzursuzluk, hepimiz için fazla. Daha fenası her şeyin nasıl yoluna gireceği hususunda kimsenin fikri yok. En iyi niyetli yorumlar dahi havanda dövülen su misali. Korku dağları bekliyor. Umut nerede kimse bilmiyor.