Türkiye’nin ‘kısa yol’ ideolojisi: Bu hep böyle böyle gider mi?
‘Kısa yol’ bir günün hikâyesi değil, bugünün hikâyesi. Gitgide güçlenen bir hikâye. Kısa yol bir araç değil. Bütün. Nihayet. Kısa yol, bir yolculuk da değil. Geldiğimiz, vardığımız yer… Türkiye gün geçtikte insanların emekten vazgeçip başka yollar, hep kısa yollar aradığı bir ülke haline geliyor. Böyle nereye kadar gideriz?
1.
Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ni okuyorum. Pamuk, kitabın 12 Eylül Darbesi sonrasında geçen sayfalarında memleketin popüler kültür ve hüsran tarihinin tıkış tıkış arşivine kaldırılmış bir fenomenden, bankerlerden de ara ara bahsediyor. Nasıl bahsetmesin; seksenli yılların ilk döneminin en acayip konularından biriydi banker krizi. Yüz binlerce insan, yıllarca biriktirdiği paraları yüksek faiz umuduyla götürüp bankerlerin kucağına atmıştı. 12 Eylül sonrası yasaların değişmesiyle başlayan süreçte bankerlerin çoğu batmış, kimileri de kaçmıştı. Yetmişlerden başlayarak tüm birikimlerini bu bankerlere götürenler de ortada kalmıştı.
Kimler yoktu bu insanlar arasında… Ekonomik konularda hep saf emekli öğretmenler, esnaf, işçiler; paralarına para katmak isteyen hırslı zenginler… Neredeyse tüm toplumu kapsayan bir yelpaze... Orhan Pamuk, başkahramanın alaylı yaklaştığı bu grubun içine, kendisi de bir yazar olarak biraz muzip biçimde, Nişantaşlı Pamuk ailesini de, ilk romanında ‘Cevdet Bey ve Oğulları’nda anlattığı Cevdet Beyleri de koyuyor. Okumuşu yazmışı mürekkep yalamışı da kapsayan, öyle bir grup…
Velhasıl, Türkiye o günlerde bir tufana tutulmuştu. Defalarca söylendi, biliyoruz. Dönemin tanıklarının büyük bölümü, o günlere dönüp baktıklarında, “karanlık yıllardı” diye anlatmayı sever. Başrolde hep sağ-sol çatışması, kardeş kavgaları, sokağa çıkma yasakları, bir yandan da gazyağı kuyrukları vardır. Düşününce, her şeyin üstünü kalın bir perdenin örttüğü sisli yıllarmış gibi de geliyor. Birçokları için de fırsat yılları... Belki toplumun bir bölümü için “tren kaçıyor mu” yılları… “Mevcudun dışında da çözümler var” yılları… Tanımadığı kişilere götürüp tüm birikimini veren insanların motivasyonunu nasıl tanımlayalım?
2.
Ya bugünleri, bugünün insanlarını, bu insanların motivasyonlarını nasıl tanımlayalım?
Bir üst sınıfa çıkma, çok zahmete girmeden daha iyi koşullarda yaşama, yırtma isteği yok mu şimdi? Geçti mi o heves? Bitti mi o rüya? Bir tür ekonomik devridaim makinesi gibi, sınırlı varlıktan sonsuz zenginlik üreten o bankerlere ihtiyaç kalmadı mı?
Hepimiz biliyoruz ki, o heves geçmedi, rüya da bitmedi. İnsanlar hâlâ deli gibi, hiç zahmete girmeden yırtmak istiyor, daha iyi koşullarda yaşamak istiyor; mevcut iktidarın ilk dönemlerinde hep söylediği gibi, “hayaldi gerçek oldu” demek istiyor. Birikimlerini onla yüzle binle çarpmak istiyorlar. Ama bilin bakalım ne yok? Birikim…
Bugünün insanlarının o ‘karanlık’ yılların insanlarından bir farkı götürüp bankerlerin kucağına yığacakları birikimlerinin olmaması. O yüzden de etrafta banker göremiyoruz. Bankerlerin değişik formlarını, titanları, çiftlikbankları, kârpaycıları, türlü türlü zincircileri zaman içinde ara ara gördük ama artık onlar da ortada yok. Çünkü birikim yok.
Şimdi az az paralar var. Paracıklar… Tulumbaya ilk hamlelerini yaptırabilmek için dökülen su gibi, yoğurda çalınan maya gibi… Umudu diri tutmak için, elde avuçta, küçük miktarda hamle paraları var. İşte bu küçük miktarlar, paracıklar; bankerleri değilse de başka rüya satıcılarını kendine çağırıyor. İsterseniz, rüya satıcıları bu paracıkları kendilerine çağırıyor da diyebilirsiniz.
Kim bunlar? Bet’çiler, sanal kumarcılar, kriptocular… Bir adım üstte, memleketin her tarafını ama en çok finans merkezlerini sarmış kara paranın karalığını ova ova beyazlatmak için kurulan mini mini şirketler, zincirler, tuhaf yatırımlar… Değerinin üstünde satışlar, alışlar, komisyonlar:.. Buralardan etrafa saçılan ve saçıldıkça değdiklerinin aklını kaçırtan kazançlar, kurnazlıklar, şeytanlıklar… Hızlı yükselme sağlayan kısa yol çözümleri… Evet kısa yol çözümleri, bu tabir isabetli… Tek bir ifadeye başvuracak olursak: Kısa yollar.
Toplumun çoğunluğu için söylüyorum; bugün, elde avuçta para yok. “Ha” dedin mi çıkmıyor, silkelensen aşağıya bir şeyler düşmüyor. Ama kısa yol çok. Öyle görünüyor… Öyleymiş gibi görünüyor. Bir yerlerden bir şeyler bulunsa hızla yükselinirmiş gibi duruyor. Tulumbaya iki bakraç su dökülse, yoğurt için kenarda biraz maya hazır dursa… İşte o zaman. Ah işte o zaman, bakın ne kadar da hızlı yaşanacak her şey… Hiç öyle emeğe, çalışmaya, yıllar harcamaya da gerek kalmadan… Çünkü örnekler önümüzde. O influencer’a bakın bir: Ne ortaklıklar, ne işbirlikleri, ne tantanalar… Ya o Twitter hesabındaki ekonomist: Söylediği kriptoya yatırsaydık parayı, şimdi ohoo… Peki o sanalcılar? Kardeş, kumar diyorsun ama uyanık olursan iki tıkla zenginsin, hafife alma yani…
Siz de hafife almayın. Kısa yollar, ‘kısa yol’culuklar, yepyeni bir devridaim makinesi düşü gibi yerleşti toplumun ruhuna… Parasız, birikimsiz toplumun devridaim makinesi.
3.
Bu düş bir günde şekillenmedi. Memleket, kısayolculuk zihniyetine bir günde kapılmadı. Halk, önce uzun yolların tek tek tükendiğini, kalanların tek tek tıkandığını gördü. Bir yandan tükenmemişleri tıkanmamışları da tükenmiş ve tıkanmış saydı.
1970’lerden sonra doğan kuşak, o meşhur X’ler, ilk kazığı 2001 finansal kriziyle yedi. Eğitime inanan, yükselmenin yolunun okumaktan geçtiğini tartışmasız kabul eden anne-babaların çocuklarıydılar. Okudular. Dil öğrendiler. Büyüdüler. İşlere girdiler. Duvara çarptılar. Onca eğitim, onca hayal bir hamlede berhava oldu.
Bunlar ilk dökülenlerdi. Gerisi de geldi. Daha bir işe yerleşmemişlerin, henüz okumakta olanların çıtası çok aşağılara düştü. Kötü yerden başladılar. Yola devam edebilenler ise irtifa kaybıyla yaşadı. Eğitimin vadettiği güzel günler birçokları için ya gelmedi, ya geldiğinde çok geçti, ya da lezzetsizdi.
Eğitimin vadettiği diyorum; çünkü ilk suçlanan, tüm yatırımın yapıldığı eğitimdi. Soru hep şuydu: İyi de biz bu okulları neden okuduk? O kuşağın fertlerinden başlayarak eğitimin, çabanın, bilgi için dirsek çürütmenin insanı bir adım, çok adım, pek çok adım yukarı taşıyacağı fikri ve hayali yavaş yavaş aşındı. Bir yandan, 2000’ler Türkiyesinde, AKP’nin akla ziyan eğitim politikaları marifetiyle, eğitimin, eğitim veren kurumların, hatta bunların en saygınlarının kendisi de aşındı. Bitti mi? Bitmedi. Öğretmenler de aşındı. Hem sosyoekonomik hem kültürel olarak sınıf düştüler. Bugünün en hafif tabirle ‘hırt’ diye tanımlayabileceğim birçok ferdinin gönüllerinden de düştüler; bu hırt fertlerin gözünde, yaz tatilinde işe gitmeden para kazanan ‘asalaklar’ statüsüne indiler.
Bitti mi? Bitmedi… Liyakat zincirinin göz göre kırılması eğitim fikrini topyekün işe yaramaz hale getirdi. Yeni sorular geldi. Okuyup ne olacaksın? Olsan kaç para kazanacaksın? Zaten para kazanmak için bir işe girecek misin?
Bitti mi? Bitmedi. Para kazanacak olsan da bu meslek sana itibar getirecek mi? Doktor olsan, avukat olsan, mühendis olsan? Yeter mi? Tatmin eder mi? Hem avukat hem influencer değilsen, başkaları sırf mesleğinden dolayı sana bir paye verir mi?
İşte böyle... Bu da, her toplumun en uzun yolu olan ama Türkiye’de özellikle başrolde olan, çobanlıktan cumhurbaşkanlığına uzanabiliyor diye gurur duyduğumuz eğitimin hikâyesi…
İyi de Ahmet Kaya’nın şarkısında dediği gibi: Bu hep böyle böyle gider mi?
4.
‘Kısa yol’ bir günün hikâyesi değil, bugünün hikâyesi. Gitgide güçlenen bir hikâye. Kısa yol bir araç değil. Bütün. Nihayet. Kısa yol, bir yolculuk da değil. Geldiğimiz, vardığımız yer. Sadece memlekete dair bir hikâye değil. Tüm dünyaya, insana dair bir hikâye.
Hayat, süreçlerden ibarettir. Okula gideriz, bir süreç. Birini severiz, bir süreç. Bir duruma alışırız, bir süreç. Bir yere gideriz, bir süreç. Yaşarız, ölürüz, bir süreç. Bugün ise bize süreçsizliği vaaz ediyor. Bilgiye mi ulaşmak istiyorsunuz? Doğru komutu verin yeter. Yapay zekâ size bilgiyi getirecek. Dönem ödevlerini, kâr zarar tablolarını, dost sohbetlerinde öylesine ortaya atılmış bir iddianın doğrusunu, sizi hiç zahmete sokmadan getirecek. Bilgi sürecini kaybederken siz zaman kazanacaksınız
O zamanla ne yapacaksınız peki?
5.
Yaşayacaksınız. Hesapta o var. Yaşamak… Dolu dolu yaşamak. Araya süreçler, zahmetler girmeden yaşamak. Ama nasıl? Hangi işi ifa ederek, hangi anlama ulaşarak, hangi potansiyeli gerçekleştirerek? Bunun cevabı yok.
Kısa yoldan iyi yaşamak isteyen için yollar var ama bu yolların çoğu boş küme, bir anlam üretmiyorlar; gösterdikleri, işaret ettikleri bir hakikat yok. Zaten o yolların kendisi de pek yok, onlara dair başarı hikâyeleri var sadece. ‘Birileri başarmış, siz de başarabilirsiniz’ hikâyeleri.
Bu hikâyeler, ‘kısa yol’ fikrini, toplumun zihnine bir hakikatmiş gibi nakşediyor. Toplumun her alanında hızlı çözüm hayalleri buradan türüyor. Futbolda bir teknik direktörden, bir yıldız futbolcudan mucize bekleniyor. Anamuhalefet partisi insanlara birer kısa mesaj göndererek onları mobilize edeceğine inanıyor. İktidar, hükmetmek için, zahmetsiz torba yasaları, bir çırpıda yazılmış geceyarısı kararnamelerini, parlamentoda tartışmasız topyekûn inip kalkan elleri kullanıyor.
Bunların versiyonları hep vardı ama şimdi bir şey daha var. Sosyal medyada kaydıra kaydıra giderken, bir anda var olan dünyaların arasında ilerlerlerken süreç bilgisinden, sürecin hakikatinden daha da hızlı kopuluyor. Hakikatten koptukça kısa yol daha da şevkle talep ediliyor. Bu kadar hikâyenin ortasında, bu kadar imkânın yanı başında yaşıyor olduğumuzun bilinci, hayatımızın olduğundan da kısa olduğunu algılattığı için olabilir mi?
Her şey çok hızlı olup bitiyor. Toplumun giderek yoksullaşan büyük kesimi için bu böyle. Madalyonun bir de öteki yüzü var: Kısa yol rüyaları kuranların dışındakiler, sürecin daha da uzamasıyla tatmin oluyor. Tüm gün ağır ateşte pişen bir yemekle, kuaförde saatlerce uğraşılan saçlarla, forma sokmak için santim santim, kas kas uğraşılan bedenle… Zenginleşenler, süreçleniyor.
Süreçsizler ise yırtmanın bir yolunu arıyor. Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi’nde, bankerlere kaptırılan paradan bahsediyordu ama şimdi bankerlere kaptıracak ciddiyette bir para bile yok. Birikim yok. Tulumbaya dökecek su kadar, yoğurda çalacak maya kadar, kısa yoldan medet umacak kadar bir para var. O kadar.
Sonra o da kalmayacak.