Türkiye’nin pandexit’i

Pandexit, her ne kadar siyasi partilerin olası ittifakları ile gerçekleşecek sanılsa da, aslında pandexit seçmen ittifakından geçiyor.

Google Haberlere Abone ol

Dr. Ergin Koçyıldırım* @kocyildirim

Pandexit, pandeminin son evresine verilen isim. Pandexit aslında içinde bulunduğumuz durumdan, eski hayatlarımıza, belki de başkalarının söylediği gibi “yeni normal” hayatımıza bir geçiş dönemi. Özellikle Türkiye gibi, salgını hâlâ bütün etkileriyle yaşayan ülkeler için her ne kadar belirsizliklerle dolu da olsa, aşı ile önlenebilir bir hastalık olan COVID-19’dan kurtuluşumuz ile ilgili içimizdeki umutlar, pandexit döneminde daha da açığa çıkıyor. Pandexit mutluluk demek, pandexit rahatlama demek. Pandexit tanımı her ne kadar ekonomistler tarafından ortaya atılmış ve salgın boyunca yara alan ekonomilerin yeniden eski halini nasıl alacağına dair bazı çıkış yolu önerilerini ve önlemleri içerse de, tıbbi açıdan yorumlayınca, yaşadığımız pandemi romanının son bölümü demek. Peki Türkiye’nin pandexit’i nasıl olacak?

Pandemi dönemi Türkiye’yi sadece korona virüsün hastalık yapmasına değil, 19 yıldır süregelen AKP iktidarı döneminde örselenen ve görmezlikten gelinen ekonomik sorunların, işsizliğin, insan hakları ihlallerinin, kısıtlanan akademik özgürlüklerin, adaletin, barışın ve demokrasinin yara aldığı, doğanın hiçe sayıldığı, haksızlıkların baş gösterdiği, toplumun âdeta nefes alamadığı bir sürecin üzerine gelerek, tüm bu sayısız sorunun daha da belirgin olmasına sebep oldu.

Seller, yangınlar, kuraklık, işsizlik, pahalılık, yoksulluk, yolsuzluk, yurtsuzluk, ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, zorbalık ve şiddetin iç içe geçtiği çoklu kriz koşulları altında sanırım Türkiye’nin pandexit’i derhal yapılacak bir seçimden, AKP iktidarından ve yozlaşmış politikalarından kurtulmaktan geçiyor.

Partilerin son haftalardaki ittifak söylemleri de, aslında toplumun refleksleri ve ihtiyaçları doğrultusunda, kendiliğinden gelişen bir durum oldu. Parti genel başkanları, olası bir seçim sonrası kazandıkları takdirde neler yapacaklarını anlatmaya başladılar. Cumhurbaşkanlığı seçimi için ittifak ve ortak aday söylemleri içine girildiği bu dönemde, ana muhalefet partisi CHP’den, son zamanlarda kamuoyu yoklamalarında şaşırtıcı oranda destek alan İYİ Parti’den, Meclis'te olmasına rağmen etkin siyaset yapması engellenen, başarısı engellenmeye çalışılarak, eski eş genel başkanlarının, milletvekilleri ve yerel seçimlerde kazanmış siyasetçilerinin ve yöneticilerinin tutsak edildiği ancak ilkelerinden asla vazgeçmeyen HDP’den ve tabii ki iktidarın büyük ve küçük ortaklarından kayda değer açıklamalar geldi.

Bu açıklamaların içinde en dikkati çeken CHP lideri sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü olarak TBMM’yi işaret etmesiydi. Her ne kadar HDP eski eş başkanlarından sayın Sezai Temelli, çözümün adresinin İmralı olduğunu işaret etse de, gerek sayın Selahattin Demirtaş'tan, gerekse de HDP Eş Genel Başkanı sayın Mithat Sancar’dan durum düzelten ve çözüm için TBMM’yi gösteren açıklamalar gecikmedi. Öyle ki, milliyetçi çizgide ilerleyen İYİ Parti’den sayın Musavat Dervişoğlu, HDP’nin meşru bir parti olduğunu söyledi. Yine bir TV programında, İYİ Parti İzmir Milletvekili sayın Aytun Çıray, “Vicdan kardeşliği” kavramını yaratarak, sorunun çözüme kavuşturulması gerektiğini, bunun barış ve kardeşlikten geçtiğini ve bu sefer iktidarın elinde tuttuğunu zannettiği Kürt kartını, kendi emelleri için kullanması oyununa gelmeyeceklerini belirtti. Öyle ki, her ne kadar Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nden kurtulmak için aynı rejimin birkaç yıl daha sürdürülmesi gerektiğini savunan CHP'nin açıklamalarına karşılık, bu sürenin bir yılı geçmemesi gerektiğini, bu sürenin uzaması hâlinde ittifakın zarar görebileceğini açıkça ifade eden sayın Aytun Çıray, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişin süratle gerçekleşmesi gerekliliğine vurgu yaptı. Bu yapıcı açıklamaların ardından HDP de, "adalete, barışa ve demokrasiye çağrı deklarasyonu" ile çok önemli bir adım atarak, oldukça yapıcı, ümit verici ve diğer partilerin çok da dile getiremediği birçok konuda detaylı açıklamalarda bulunarak, hem kendine güvenini, hem de program ve planları konusunda ne kadar kararlı olduğunu bir kez daha ispat etti.

Önümüzdeki seçimleri, demokrasinin bir rövanşı olarak görmek çok büyük bir hata olur. Seçim sonucunun kötü olduğu bir ortamda dahi, asıl önemli olan demokratik bir ideolojinin ve söylemin yaratılıyor olmasıdır. Seçimden seçime hatırlanan Kürt seçmen ve Kürt sorunu ile ilgili bu yapıcı ve umut dolu söylemler, muhafazakar çizgideki bir partinin lideri olan sayın Meral Akşener'i de ilerletir. İdeolojisi ne olursa olsun, desteklediği partilerin genel başkanlarından bazı zamanlarda duymak istediklerini duyamayanların, heyecanlı CHP’lilerin, işkilli muhafazakarların, endişeli solcuların ekstrem olma istekleri, beklentileri ve geleceğe hep geçmişe bakarak ilerlemek istemeleri, kanımca demokrasi mücadelesine oldukça zarar veriyor. Asıl birleştirici söylemin, mafya-narko devlet ideolojisinden nasıl kurtulanacağını içermesi gerekiyor. HDP, son deklarasyonu ile bu konuda da önemli bir adım attı. Bu, umarım diğer partilere de örnek olur.

Kürt hareketi tek bir hareket değil. Başarısı da buradan geliyor. Şahinler olduğu kadar, sakin bir kesim de var. Sayın Abdullah Öcalan gerçeği var. Akademi var, kadın hareketi ve nicesi var. Barzaniciler var. Bir de Kürt hareketinde göz ardı edilemeyecek kuvvetli ve değerli miraslar var. Eski Kürt aristokratlar var. Bedel aileleri var. Kürtlerin kendilerini Meclis'te temsil edeceklerini düşündükleri partilerine oy verirken, bu bileşenleri, demokratik kurallar içerisinde zaman zaman, belki de sırayla daha fazla söz sahibi yapmasını yadırgamamak lazım. Sayın Ertuğrul Kürkçü, sayın Sebahat Tuncel, sayın Fatma Gök, sayın Yavuz Önen; bahsettiğim bu farklı hareketlerin temsilcileri olarak parti eş başkanları oldular. Şu anda da bir bedel ailesi üyesi olan Pervin Buldan, kendi ait olduğu grubun temsilcisi olarak eş genel başkanlığı başarı ile yürütmekte.

Bu liderlerin arasında sayın Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ı da ayrıca anlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Bu iki eş genel başkan, tüm bu birleşenlerin ağırlığını eşit şekilde paylaşarak, HDP’nin ve Kürt hareketinin tarihi bir başarı yaşamasına ön ayak oldular.

Çözüm süreci diye diye, sorunun ne olduğunu unutan ve unutturmaya çalışan AKP, daha önce, HDP’yi aracı olarak alarak Kandil’i muhatap aldı. Şimdi de son manevralarıyla, HDP’yi muhatap alarak, Kandil’i aradan çıkarmaya çalışıyor. Bu kaos ortamında “devletle savaşan eninde sonunda devlete benzer” söyleminden hareketle, Kürt hareketinin de, sağ platformdaki partilerin “vicdan kardeşliği” gibi söylemlerine çok da karşı çıkmayacağını beklemek yanlış olmaz. Çünkü "Kürt sorunu" daha çok, bir "Türk sorunu" olarak karşımızda duruyor.

Kürt aydınlarının da yardımıyla ilk seçimlerde eşiği geçmek lazım. İlk seçimlerdeki birleşme çok önemli.

Pandexit, her ne kadar siyasi partilerin olası ittifakları ile gerçekleşecek sanılsa da, aslında pandexit seçmen ittifakından geçiyor. Kürt hareketinin güçlendirici etkisini görmekten geçiyor. Güzel örnekleri çoğaltmaktan geçiyor. Çünkü seçmen hangi partiden olursa olsun, kendisini, partisinden daha iyi, daha temiz ve daha düzgün ifade ediyor. Tıpkı yönetilmeyen, yönetilemeyen salgın döneminde olduğu gibi… Tüm yurttaşlar artık her şeyin farkında.

*Pittsburgh Üniversitesi Öğretim Üyesi