YAZARLAR

Türkiye'nin Rusya sorunu?

AKP hükümetini çok sayıda komşu ve ülkeyle sorunlu ilişkilerde bulunmakla eleştirdiğimiz şu ortamda, Rusya ile de ilişkileri bozmasını önerecek durumda değiliz. Ama Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin adını koymasının da zamanı geldi. Bu kadar çok sorun yaşanan bir ülkenin Türkiye açısından dengeleyici bir rol oynamasına imkân yoktur, bu dış politikanın mantığına aykırıdır.

Rusya son beş yıldır Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasında en önemli ülke haline geldi. Genel yaklaşım, Batı emperyalizminden bunalan ve dış politikasında kendisine alan açmak isteyen Türkiye’nin mecburen Rusya’ya yanaştığı ve onu özellikle ABD karşısında dengeleyici olarak kullandığı şeklinde. Bu yazıda, Türkiye’nin bu büyük kuzey komşusunu tarihinde iki kez dengeleyici olarak başarılı bir şekilde kullandığını anlatıp, AKP dönemindeki bu üçüncü denemenin ise maalesef aynı düzeyde bir yarar sağlamadığını nedenleriyle tartışacağım. Rusya’nın bir süredir Türkiye için bir dengeleyici olmaktan çıktığını, tersine Türkiye’nin dış politikasında daraltıcı, sınırlandırıcı bir aktöre dönüştüğünü savunacağım.

DENGELEYİCİ OLARAK BOLŞEVİKLER

Bu artık tarihin konusu olmakla birlikte, bugüne ışık tutması açısından kısa bir anımsatma faydalı olabilir. Anadolu hareketi, dönemin Bolşevik Devrimi'ni, Batı, yani o dönemde İngiltere ve Fransa’ya karşı son derece maharetli bir şekilde kullanabildi. 23 Nisan’da açılan Meclis ilk iş olarak dış politikada Lenin’e önce bir mektup ardından iki üst düzey heyet gönderdi. Bu temaslarda Millî Mücadele’nin anti-emperyalist niteliğini vurguladı. Sovyetlerin gelişmelerin seyrine bakarak yardıma karar verdikleri ve bu desteğin hem diplomatik, hem askeri, hem de ekonomik (Ankara hükümetinin tanınması, kapitülasyonlardan vazgeçilmesi vs.) açıdan Millî Mücadele’nin kazanılmasında ne kadar önemli bir rol oynadığı artık herkesin malumu. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da bir yandan dış politikada Sovyetler Birliği denge politikasının temellerinden biriyken, iktisadi açıdan da teknik yardım da dahil olmak üzere destek bir şekilde devam etti.

Bu dönemi bir bütün olarak “stratejik dengeleme” olarak tanımlamak mümkündür.

SOĞUK SAVAŞ PARANTEZİ OLARAK SOVYET YARDIMLARI

1960’ların ortasına gelindiğinde bir yandan içeride kalkınma ihtiyacı, öte yandan ise uluslararası sistemde detente yani “yumuşama” ortamı sayesinde Türkiye, kuzey komşusunu yeniden devre sokabildi. Bu kez daha çok “ekonomik/kalkınmacı” bir dengeleme söz konusu idi. Demirel gibi ABD yanlısı bilinen bir siyasetçi 1967’de Moskova’yı ziyaret edip anlaşma imzalayabildi. Devamında Soğuk Savaş koşullarında Sovyetler Türkiye’ye, kalkınmasına katkı sağlayacak, katma değer yaratacak ve halen faaliyette olan dev sanayi yatırımları yapmaya başladılar. Hem de düşük ve uzun vadeli faizlerle İskenderun Demir-Çelik, Seydişehir Alüminyum, Aliağa Petrol Rafinerisi, Bandırma Sülfirik Asit Fabrikası gibi dev sanayi tesisleri kuruldu. Bu tesislerle birlikte Sovyet danışmanlar Türkiye’ye gelmiş, ticari ilişkiler gelişmiş ve Türkiye’nin üretim yoluyla kalkınması, dış politikasına da yansımış ve “çok yönlülük” ilkesi doğrultusunda Türkiye bir önceki Menderes dönemiyle kıyaslanmayacak ölçüde dış politikasını Batı’dan özerkleştirebilmiştir. Bu arada Sovyetlerin bu tür yatırımları Bulgaristan ve Romanya gibi müttefiklerinden esirgediklerini, bu ülkelerin taleplerini geri çevirdiklerini hatırlatmak gerek.

AKP TARZI DENGELEME

AKP yönetimi özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden itibaren bir yandan içeride Avrasyacılarla işbirliğinin sonucu, öte yandan dış politikadaki sıkışmışlığını azaltmak, özellikle Suriye’de hareket edebilmek için Rusya’ya yanaşmış, Erdoğan ile Putin arasında bir liderler diplomasisi tesis etmiş görünüyor. Sıkıştıkça iki liderin telefona sarıldığı, hızlıca görüşme ayarlayabildiği, bir şekilde sorun çözebildiği, daha önce denenmemiş ama günümüz diplomasi anlayışına uygun bir çalışma şeklinin geliştirildiği görülüyor. AKP iktidarının Batı ile çatışmalı ilişki içinde olduğunu, AKP ve Erdoğan liderliğinde yükselen Türkiye’yi Batı’nın baskılamaya ve zayıflatmaya çalıştığı, bu baskıyı dengelemek için Rusya ile zorunlu olarak yakınlaştığı iddia edildi. Türkiye’nin büyümesinden ve güçlenmesinden, Rusya’nın değil de, neden aynı ittifak sistemi içindeki ülkelerin daha çok rahatsız oldukları ise hâlâ meçhul. Şu anki gelişmelere bakıldığında Rusya’nın, Türkiye’nin dış politikası içindeki yeri çoktan dengeleyici olmaktan çıkmış durumda. Hatta, Rusya ile yakınlaşma Türkiye’yi giderek zorlayan, bir dengeleyici olmaktan çok dış politikasında hesaba katması ve dikkatle kollaması gereken bir faktöre dönüştü.

BÖLGESEL RAKİP OLARAK RUSYA

Aslında 1990’lardan beri Rusya Türkiye’nin önem verdiği her dış ve bölgesel sorunda karşısındaydı. Bosna ve Kosova’da Miloseviç yönetimine sağladığı destekle buradaki katliam ve soykırımın dış destekçisi olurken, 1992-93 Karabağ savaşında doğrudan Ermenistan'ın yanında yer alarak Azerbaycan topraklarının işgal altında kalmasına katkı sağladı. Kürt sorununda Rusya Türkiye'nin yanında yer almadı, Suriye’den çıkan Öcalan, ABD yerini tespit edip bildirinceye dek, uzun süre Moskova’da kaldı. Şu an Türkiye’nin dahil olduğu neredeyse bütün bölgesel sorunlarda Rusya karşısında. Libya’da Hafter, Mısır’da Sisi, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Suriye’de Esat, Kafkasya’da Ermenistan Rusya’nın doğrudan ya da dolaylı olarak desteklediği aktörler. Türkiye’nin Batı karşısında dengeleyici olarak kullanmak istediği Rusya, Şubat 2020’de 30’dan fazla askerin hayatını kaybettiği saldırının arkasındaydı. Neredeyse bütün bölgesel dış ve güvenlik konularında Türkiye’nin karşısında olan bir ülkenin, Batı karşısında Türkiye’nin sırtını dayayacağı, güç alacağı bir ülke olamayacağı ortada. Bu gerçeği ABD’nin görmemesi mümkün değil. Türkiye için Rusya, bir dengeleyici olarak kullanılmaktan çok, bölgesel sorunlarda baş etmeye, kendisine zarar vermesini engellemeye çalıştığı bir rakibe dönüştü.

RUS REVİZYONİZMİ

Türkiye’deki Rusyacı ve Avrasyacı kesimlerin, Batı ve ABD emperyalizminden bunalmalarını anlamak mümkün ama bunu vurgularken, Rus yayılmacılığını ve revizyonizmini “ıskalamaları” doğru bir yaklaşım değil. Rusya 2008’de Gürcistan’ı işgal etti, burada iki özerk bölgeyi kontrol etmeye başladı. 2014’te Kırım’ı Ukrayna’dan kopardı ve günümüzde görülmemiş bir şekilde, bir ülke toprağını kendisine ilhak etti, bununla da yetinmeyip Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesinde bir hibrid savaş yürüttü, askerlerin ulusal işaretlerini çıkartarak, bir yeraltı örgütü gibi istikrarsızlık yaratma taktiklerini uygulamaya soktu. 2015’te Suriye’ye askerî olarak yerleşti, Halep şehrini havadan bombalamayla yerle bir etti, korkunç sivil kayıplarına yol açtı. Türkiye’nin güvenlik sorunu olarak gördüğü PYD ile ilişkileri gayet iyi ve bu çok açık bir şekilde biliniyor. Yine, Libya’da, Türkiye’nin aksine açık oynamayıp, bir yandan Hafter’i desteklemekte, kendisinden bağımsız görüntüsü vermek için Wagner paralı askerlerini kullanmakta. Yine en son, Azerbaycan-Ermenistan savaşında Rusya, üçlü bir mekanizmayı kullanarak hem savaşın sınırlarını belirledi, hem de barış masası ve anlaşmanın yapılması sürecinden Türkiye’yi dışladı.

EKONOMİ VE ENERJİ KONUSUNDA ORTAK MI?

Rusya kaçınılmaz olarak Türkiye açısından ekonomik bir ortak. Ama iktisadi açıdan bakıldığında Türkiye’nin bir alıcı olarak parasını gecikmeden ödediği bir ortak iken, Türkiye’nin ihracat yapmakta zorlandığı, zaman zaman engellerle karşılaştığı bir ortak. Ekonomik ilişkiler doğalgaz alımından kaynaklanan çok büyük bir dış ticaret açığı yaratıyor ve bu hiçbir şekilde azaltılamadı. 20 milyar dolar ithalata karşılık 4 milyar dolarlık ihracat. Türkiye’nin 20 yıldır Rusya ile bu kadar dengesiz bir dış ticaret ilişkisine göz yummasının bir mantığı yok. Hiçbir ülke her yıl 15-20 milyar dolarlık, neredeyse dış ticaret açığının yarısını oluşturan bu dengesizliği tolere etmez. Turizm ve Türkiye’nin yatırımları açısından Rusya önemli bir ortak olmakla birlikte, turist başına elde edilen gelirin düşüklüğü ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Türk Akım gibi boru hattı projeleri Türkiye’nin değil daha çok Rusya’nın stratejik/ekonomik ihtiyacını karşılamaya yönelik ve Türkiye’ye yeterince katkısı yok. Türkiye’nin şu dönemde ihtiyaç duyduğu finansal destek konusunda da İngiltere, Katar, Çin gibi ülkelerin yanında Rusya’nın adı hiç geçmiyor.

REKABETÇİ İŞBİRLİĞİ, KOMPARTIMANLAŞTIRMA VS.

Son dönemde Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkileri yukarıdaki kavramlarla açıklamaya çalışan yaklaşımlar var. İki ülke sorunlarını kompartımantalize edip bir şekilde donduruyor, işbirliği yapacakları alanlara kayıyorlar. Burada da hem rekabet hem de işbirliği alanları açılıyor. Bu yaklaşımın artık bir anlamı kalmamaya başladı. Çünkü Türkiye-Rusya ilişkileri, bir-iki küçük bölgesel sorunu dondurup, iki tarafın yola devam edeceği bir ortamda değil. Suriye’nin hangi boyutunu kompartımana sokacaksınız? Rusya daha geçtiğimiz ay İdlib civarında Türkiye’nin açıktan desteklediği grupları vurarak mesaj vermeye devam etti. Türkiye-Rusya ilişkilerinin kendisi bu tür kompartımantalize edilmiş sorunlardan oluşmaya başladı. Ayasofya’dan Mavi Vatan’a, Libya’dan Kıbrıs’a kadar Rusya, Türkiye’nin Batı karşısındaki hiçbir hamlesinde diplomatik olarak yanında durmadı. Hatta, Yunan medyasında, Rusya Türkiye’yi destekliyor yorumları çıkınca, hem Atina’daki elçilik, hem de dışişleri bunu şiddetle reddetti ve 'provokatif açıklamalar' dedi. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin mutlak dışlandığı bir ortamda Rusya dışişleri bakanı Lavrov Eylül 2020’de Rumları ziyaret ederek üstü örtülü destek sağladı. Türkiye kendi hataları sonucunda da olsa en çok yalnız kaldığı ve dışlandığı Doğu Akdeniz jeopolitiğinde Rusya’dan açık ya da üstü örtülü bir destek alamadığı gibi, Libya politikası ve gaz arama faaliyetleri Rus medyasında eleştiri konusu oldu.

AKP hükümetini çok sayıda komşu ve ülkeyle sorunlu ilişkilerde bulunmakla eleştirdiğimiz şu ortamda, Rusya ile de ilişkileri bozmasını önerecek durumda değiliz. Ama Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin adını koymasının da zamanı geldi. Bu kadar çok sorun yaşanan bir ülkenin Türkiye açısından dengeleyici bir rol oynamasına imkân yoktur, bu dış politikanın mantığına aykırıdır.

Batı şu anda Türkiye’nin üzerine daha fazla gelmiyorsa, örneğin yaptırım uygulanmıyorsa, bu Türkiye’yi Rusya’ya kaybetme korkusundan ileri gelmiyor. Batı da Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerde gidebileceği bir alan kalmadığının farkında. Rusya Türkiye’nin kritik dış politika konularında desteği olan bir ülke değil, ekonomik yardım sağlayan, Batı ile içinde bulunduğu iktisadi bağımlılığı azaltan, askeri teknoloji aktaran bir ülke de değil. Örneğin, Türkiye S-400 kozunu oynayarak ABD’den Patriot’u uygun fiyat ve koşullarla alabilseydi, bu türden bir dengeleyiciliğin Türkiye’nin lehine işlediği somut bir durum yaşanabilirdi. Ama bu türden gelişmeler maalesef yaşanmıyor. Rusya ile yakınlaşma Batı ile ilişkilerde sorun olmaya başladı ve bu da Türkiye’nin elini Rusya karşısında güçlendiren değil, zayıflatan bir gelişmeye dönüştü. Rusya öyle bir dengeleyici ki her sorunda Türkiye’nin nerede ve hangi araçla canını yakacağı beklentisi yaratıyor.

Tabii, en temelde sorun Rusya ile ilişkiler değil. Genelde Türkiye’nin dış politikasının çok sorunlu bir zeminde, yanlış eksenler üzerinde hareket ediyor olması. Sorun Rusya’ya yakın olmak değil, Rusya’ya yakın olmak zorunda kalmak, ki ikisi çok farklı şeyler. Türkiye’nin yalnızca dış politikada değil, iç politikada da bir zihniyet değişikliğine gitmesi, bu çerçevede dış politikasının da herhangi bir tanıma sığmayan, “yalnız kalma-askeri güç kullanma” eksenine sıkışmış niteliğinden çıkması gerekiyor. 


İlhan Uzgel Kimdir?

1988’den itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Bölüm başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi. British Council, Jean Monnet ve Fulbright gibi burslardan faydalandı. Daha çok ABD dış politikası, Türk dış politikası, Balkanlar gibi konularla ilgilendi. Ulusal Çıkar (2004, İmge), Türkiye’nin Komşuları (derleme, 2002, İmge) ve AKP Kitabı (derleme, 2009 Phoenix) gibi çalışmaları vardır.