YAZARLAR

Türkiye’nin -yarım- toplumsal haritası

Kadınlar çifte kavruluyor. Çünkü topumun yaşadığı her sorunu aynen yaşadıkları halde ilaveten bir de kadın olarak doğdukları için kendilerine reva görülen toplumsal cinsiyet temelli şiddetin her türü ve her tonu gibi ağır baskı olan zorlayıcı tahakküm ile de mücadele etmek zorunda kalıyor. Şu ekonomik tabloda artık ocaklarda aş değil kadına, çocuğa şiddet kaynıyor.

Raporu aralık ayında yayınlanan bir saha araştırmasının hayli iddialı bir ismi var ve oldukça geniş kapsamlı bir çalışma olduğu görülüyor. 13 başlık altında 450’den fazla soru içerdiği belirtiliyor. 2500 kişiyle ve yüz yüze görüşmeler yoluyla gerçekleştirilmiş. Ancak her katılımcıya soruların tümünün yöneltilmediği de raporun giriş bölümünden öğreniliyor.  Fakat soru yöneltilirken katılımcılar arasında yapılan ayrımın hangi ölçütlerle tespit edildiğine dair bir açıklama görmedim. Türkiye Genel Sosyal Saha Araştırma (TGSS) Vakfı bu çalışmayı İstanbul Araştırma ve Eğitim (İSAR) Vakfının katkısı ile yapmış. Finans kaynağı ise Abdullah Tivnikli Vakfı. Türkiye’nin Toplumsal Haritası – 2024 başlıklı saha araştırması için tespit edilen 13 başlık arasında kadın sorunları yok. Toplumun yarısını oluşturan kadınların kadın cinsiyetine özgü, toplumsal cinsiyet kaynaklı toplumsal sorunlarını görmeyen bir toplumsal harita var karşımızda. Anket katılımcıları arasında kadınların da yer alması, bazı sorularda kadın, anne kelimelerinin geçmesi kadın cinsiyetine özgü toplumsal sorunları görmezden geldiği gerçeğini değiştirmiyor. Toplumun yarısını oluşturan kadın ve cinsiyet sorunları yok sayıldığı için Türkiye’nin yarım toplumsal haritası daha yerinde bir isim olurdu.

‘Ne bekliyordun ki?’ diyenler olacaktır ama kaç kollu bir ahtapotla sıkıştırılmakta olduğumuzu ve bu sıkıştırılmıştık halinizle nereye doğru yönlendirilmek istendiğimizi daha açık-seçik görmeye ihtiyaç var. Büyük isimli, akademik görünümlü (Doğan görünümlü Şahin misali), muhtemelen devasa bütçeli ve iktidarla göbek bağına (aklınca) görünmezlik kılıfı geçirmiş izlenimi veren çalışma, toplumda cinsiyet temelli şiddet algısını değiştirmeye çalışmış. Cinsiyete dayalı şiddet ifadesini geçelim sorularda şiddet kelimesi bile yok. Şiddetin adını değiştirmiş, “fiziksel disiplin” yapmışlar. Olgunun yerini algının doldurması için en sık başvurulan yöntem malum isim değiştirmek. Değiştirilen isim tek tıkla hafızayı silme işlevi görür gibi bir algıları var sanki. Katılımcılara “çocukluğunuzda annenizden, babanızdan, yakın çevrenizden ‘ne sıklıkla’ fiziksel disiplin uygulamasına maruz kaldınız?” sorusu yöneltilmiş. Şiddet olgusunun yok sayılması için pedagojik yöntem kullanıp fiziksel disiplin kavramının hangi fiilleri içerdiğini parantez içinde açıklamışlar. Kulak çekme, saç çekme, vurma, sopayla vurma ve diğerleri…. Bu ‘ve diğerleri’ kısmında öldürme, ağır yaralama, komaya sokacak ağır yaralama, ensest, çocuk yaşta kardeşini doğurma gibi olgular perdeleniyor. Bir başka konu olan ev içi şiddet de isim değiştirmiş. Aile içi anlaşmazlık olmuş soruda şiddetin adı. Ve maşallah diyelim toplumun yarıdan fazlası çocukluğunda aile içi anlaşmazlığa tanık olmamış. Keşke doğru olsaydı dedirten bu sonuç fiziksel disiplin dedikleri çocuğa yönelik fiziksel şiddet için de geçerli sonuç olarak çıkmış. Toplumun yarıdan fazlası çocukluğunda şiddet görmemiş. Ama burada bir istisna var o da anne şiddeti. Yüzde 51 anne şiddeti pardon fiziksel disiplin uygulaması görmüş. Babalar masum. Onlar yüzde 49 sadece. Zahide Yetiş’in kulakları çınlamış olmalı.

Toplumsal cinsiyet temelli şiddet kavramını bilmezden gelerek belki de kavramın içini boşaltma politikasına katkı sunmak için tecahül-i arif ile “kadına yönelik şiddet" olarak değerlendirmiyordu TBMM çatısı altında. Komisyon Başkanı Hulki Cevizoğlu da “Mecliste de şiddet var” diyebildiğine göre toplumsal cinsiyet temelli şiddetin varlığını inkar için komisyona davet ettiği Zahide Yetiş’ten hayli feyz almış olsa gerek. Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi amacıyla kurulan komisyon işini bitirdiğinde “kadına şiddet yok, ayrımcılık yok” kıvamında bir rapor hazırlarsa neredeyse sevineceğim. Nedeni basit, toplumsal cinsiyet temelli şiddet, cinsiyet, cinsel şiddet gibi tanımların kullanılması yasaklansın önerisi getirmeleri bile olası. Nitekim Türkiye’nin toplumsal haritasını çıkardığı iddiasındaki TGSS araştırmasında cinsel şiddete dair soru yok. Toplumsal cinsiyet kavramını toplu seks olarak anlayanlardan başka ne beklenir demiyorum. Tersine cinselliği erkek için hak, kadın için görev olarak tanımlayan anlayışın cinsellik ile şiddet pardon “disiplin uygulamasını” bir arada düşünmesi mümkün değil diyorum. Yani bu çerçevede Mahmut Tanal’ın yolunu keserek kadına tokat atamadığından yakınan Urfalı Yurttaşın “ailemdir… karımı, kızımı, bacımı terbiye edemeyecek miyim?” ataerkilliği seviyesinde görünseler de meselenin yeni-ataerki inşa politikasını desteklemek olduğu açık bir gerçek.

TGSS haritasına bir konuda hakkını teslim edelim; kadın cinayetleri, Türkiye’yi bekleyen tehlikeler başlığı altındaki listede yer almış. Katılımcılar Toplumsal Problemler başlığı altında verilen listeden yaptıkları seçim ile en önemli sorunlar arasında kadın cinayetlerini üçüncü sıraya yerleştirmişler. İlk ikide hayat pahalılığı ve enflasyon yer alıyor. Üçüncü en büyük toplumsal problem ise kadın cinayetleri. Bunun altında uyuşturucu kullanımı, yolsuzluk, torpil/kayırmacılık, depremler, işsizlik, terör şeklinde uzayan listenin en altında ise başıboş sokak hayvanları yer almış. Tam bir “ben ne söylerem tamburam ne çalar” tablosu. Hayat pahalılığı, enflasyon, kadın cinayetleri ve uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması iktidarın konuşulmasını bile istemediği sorunlar olduğu halde katılımcılar bunları liste başı yapmış. Listenin adı da önemli: Türkiye için ne derecede tehdit oluşturuyor? İktidar gündemi sokak hayvanları ile oyalamak için canları canice yok etmek için yasa çıkarmaya hazırlanırken, iktidar medyası konuyu manşetten indirmezken, aynı günlerde diyebileceğimiz 2024 haziran-temmuz aylarında verilen cevaplar işte böyle bir liste oluşturmuş. Toplum gerçeklerin farkında ama iktidar politikaları toplumsal gerçeklikten çok uzak. Kadın hakları ve cinsiyet eşitliğine bigane kalan, şiddeti yok saymak için yumuş, yumuş gösteren harita ne yaparsa yapsın toplumun sesini kısamamış. Ancak cinsiyet eşitliği karşıtı politikalar için yol temizliği yapmayı da ihmal etmemiş diyebilirim.

“Geleneğimizdeki vakıf medeniyetini yaşatan” iddiası site tanıtımlarında yer alan üç ayrı vakfın katkı yaparak hazırladığı haritada yöneltilen sorulardan bazıları neden İngilizce cümle kurulumu (sentaks) ile hazırlanmıştır, bilemedim. Türkçe dil kuralı ile örneğin “maruz kalma sıklığınız” şeklinde sormak yerine İngiliz gramerinden tanıdığımız “ne sıklıkla / how often” kalıbını kullanmanın yerli ve milli hatta gelenekselci bir izahını duyabilir miyiz, merak ediyorum. Beni çok rahatsız eden ne sıklıkla ne derece gibi yabancı dillerden aparılmış söz kalıpları tartışmasını ehline bırakayım.

Ülkede düşünce ve ifade özgürlüğü, gazetecilik, avukatlık, siyasi muhalefet, kitlesel muhalefet, sendikal hak talebi, iktidara biat etmeyen sermayedar olmanın suç sayıldığı bir dönemdeyiz. Soruşturma, kovuşturma, gözaltı, tutuklama ve ceza fırtınası esiyor. Toplumun yarısını oluşturan kadınlar bu fırtınadan eşit derecede etkileniyor. Ancak bir fark var kadınlar çifte kavruluyor. Çünkü topumun yaşadığı her sorunu aynen yaşadıkları halde ilaveten bir de kadın olarak doğdukları için kendilerine reva görülen toplumsal cinsiyet temelli şiddetin her türü ve her tonu gibi ağır baskı olan zorlayıcı tahakküm ile de mücadele etmek zorunda kalıyor. Eş, flört konumlarındaki erkek şiddeti ile sınırlı değil zorlayıcı tahakküm, benzeri baskı yöntemleri ailelerde çocuk yetiştirme pratiği olarak yaşanıyor. Saha araştırması görünmez kılmaya çalışsa da şu ekonomik tabloda artık ocaklarda aş değil kadına, çocuğa şiddet kaynıyor.

Kapak fotoğrafı: Osman Berker Gümüş, Kültür Portalı


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.