Türkiye'ye karşı Arap manifestosu
Mısır gazetesi El Vatan’ın yazı işleri müdürü Ahmet El Hatip “Türkiye ile Mısır arasında normalleşmenin olabilmesi için” 10 madde sıralamış. Türkiye’nin işi hiç de kolay değil, bir gazetecinin yazdıklarından dolayı değil, yazdıkları saha gerçeklerini (Arap başkentlerinde Türkiye denildiğinde nelerin konuşulduğunu) yansıttığı için. Bu nedenle bu yazılanları bir gazetecinin iddiaları diye okumanın yanı sıra “Türkiye’ye karşı Arap Manifestosu” olarak da okuyabiliriz.
Yaklaşık iki haftadır dış ilişkilerimizin en önemli başlığı Türkiye-Mısır ilişkileri. Bugünlere nasıl gelindiği konusunda geniş bir mutabakat var. Bundan sonrasında ne gibi gelişmeler yaşanabileceği ile ilgili ortaya atılan iddialar ise yoruma açık. Bu iddia/öngörülerin bazıları Türkiye ile Mısır arasında yaşanan gerginliğin sadece Mısır ile sınırlı olmadığı, Araplar ile Türkiye gerginliği tanımının yaşananları daha iyi çerçevelendirdiği görüşünü destekliyor.
Mısır gazetesi El Vatan’ın yazı işleri müdürü Ahmet El Hatip’in yazdıkları buna örnek. El Hatip “Türkiye ile Mısır arasında normalleşmenin olabilmesi için” 10 madde sıralamış. Bu sıralamaya aslında “Arap Manifestosu” dersek abartmış olmayız. Zira maddelerin hepsi Mısır’ın şartları ya da Mısır’ın sorumluluk alanları ile ilgili gibi görünse de aslında El Hatip, Arap dünyası adına aslında zaten maddeleri daha önceden münferit olarak zikredilen bir toparlama yapmış. Böylece son dönemde dönmek istediği Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’ye bakış da özetlenmiş oluyor.
Üstüne Suudi Arabistan ile Katar arasında sağlanan normalleşmeden hemen sonra BAE dışişleri bakanının şu sözlerini hatırlayalım: Türkiye’nin Arap dünyası ile ilişkileri düzeltmesine karşı değiliz ancak Türkiye yüzünü Arap dünyasına dönmeli (Arapların hassasiyetlerini gözeterek hareket etmeli / bakış açısını buna göre belirlemeli).
Ahmet el Hatip’in zikrettiği ilk madde deniz hukuku ile ilgili. El Hatip uluslararası hukuk olmadan iki taraf arasında sınırın çizilemeyeceğini, Türkiye’nin uluslararası deniz hukukuna uymasının önemli olduğunu belirttikten sonra, Ankara’nın şu ana kadar yasayı (BM’nin 1982 Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi) imzalamadığını vurgulamış.
İkinci maddede “Mısır’ın Türkiye’nin genel kurallara uyduğundan emin olması halinde siyasal iletişime geçeceği” belirtiliyor. Daha sonra ise “Mısır teröre destek veren devletler ile siyasi seviyede iletişim kurmadığı için iletişimin güvenlik seviyesinde kalacağı” ifade ediliyor. Bu maddede Türkiye’nin Mısır’ın iç işlerine karıştığı iddiası var “terör örgütü” ile kastedilen ise Müslüman Kardeşler.
3. maddeden itibaren meselenin “daha geniş” bir çerçeveye oturtulduğunu görüyoruz: Türkiye, Doğu Akdeniz'de Avrupalı müttefiklerle, özellikle Yunan ve Güney Kıbrıs tarafıyla geniş kapsamlı bir anlaşmaya varmadan bölgede Mısır-Türk anlaşması olmayacaktır. Bu şartın Türkiye’nin öfkesini çekmesi çok doğal. Türkiye on yıllardır Avrupa’ya Mısır’dan çok daha yakın ilişkilere sahip ancak bu konjonktürde Mısır bile Türkiye’ye karşı anlaşmalı olduğu Avrupa ülkelerinin hukukunu korumaya soyunmuş durumda. Bu bir açıdan Türkiye’nin de sorgulaması gereken bir durum aslında.
4'üncü maddede Suudi Arabistan ve BAE’nin de hassasiyeti ortaya konuyor: Mısır’ın, Türkiye'nin Libya'dan siyasî, askerî ve güvenlik açılarından ayrılması, Libya dosyasını tamamen kapatması ve Libya'ya getirdiği paralı askerleri çekmesi gerekmektedir. Mısır daha en baştan Türkiye’nin Libya’da yaptığı anlaşmalara karşıydı ve Arap dünyası Türkiye’nin anlaşmalarını sadece Libya’ya değil tüm Arap coğrafyasına giriş olarak görüyordu. Bugünlerde ilk hedef Türkiye’nin daha önce Sarrac Hükümeti ile yaptığı anlaşmaları kadük kılmak ve Türkiye’nin etkinliğini kırmak.
5'inci madde ile birlikte Arap dünyasına tam girişin yapıldığını görüyoruz. Mısır’a böyle bir görev verildi mi bilinmez ancak bugünlerde “Arap dünyasının koçbaşı” misyonunu üstlenmiş gibi. Şöyle deniliyor: Suriye'nin kuzeyinden Türk askerlerinin çekilmesi için bir takvim hazırlanmalı ve Irak hükûmetiyle Irak topraklarına müdahale olmayacağını taahhüt eden bir bağlayıcı anlaşma yapılmalıdır. Burada Suriye ve Irak hükümetlerinin isteklerinin de dile getirildiği malum. Ancak sanki Irak ve Suriye’nin hamisi Mısır’mış gibi çizilmiş çerçeve.
Bir sonraki madde de Türkiye’yi fazlası ile rahatsız edecek ifadeler barındırıyor: Görüşmeler, Suudi Arabistan ve BAE taraflarını da kapsamalı ve Türkiye son yıllarda Körfez ülkelerine yönelik suçlarından dolayı özür dilemelidir. Kahire, Türkiye Arap devletlerinin iç işlerine karışmayacağına ve Arap ulusal güvenliğinin sınırlarına uyacağına dair söz vermedikçe herhangi bir anlaşmaya varmayacaktır. Libya, Suriye ve Irak ile ilgili isteklerden sonra “Türkiye’nin özür dilemesi gerektiği” ve “Arap devletlerinin iç işlerine karışmayacağı sözünü vermeli” ifadeleri çok ağır.
Daha sonra yine Suudi Arabistan ve BAE ile “ortak düşman” Müslüman Kardeşler Örgütü ile ilgili şartlar sıralanıyor. Müslüman Kardeşler’in TV kanallarının yayınlarına son verilmesi ve örgüt üyelerinin İnterpol’e teslim edilmeleri isteniyor. Son olarak ise Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi dahil, bazı ülkeler ile anlaşma yapmaması durumunda Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na alınmayacağı ifade ediliyor.
Ahmet el Hatip’in yazısı sonuçta resmî açıklama değil ancak “hükümete yakın gazeteci” kültürüne yabancı değiliz ve bu maddelerin Arap ülkelerinin çeşitli vesileler ile gündeme getirdikleri konuları içerdiğini biliyoruz.
Türkiye’nin işi hiç de kolay değil, bir gazetecinin yazdıklarından dolayı değil, yazdıkları saha gerçeklerini (Arap başkentlerinde Türkiye denildiğinde nelerin konuşulduğunu) yansıttığı için. Bu nedenle bu yazılanları bir gazetecinin iddiaları diye okumanın yanı sıra “Türkiye’ye karşı Arap Manifestosu” olarak da okuyabiliriz.