Türklük krizini aşabilir mi?
Toplumu çöküş halinden kurtarmak ve savunmak için “ulus krizi”ne dair düşünme, yeni pencereler ve kurucu fikirler ortaya çıkarma sorumluluğu vardır.
Hasan Kılıç*
“Siyaset bir kutsallaştırma uğrağı olmaksızın yapılabilir mi?”
Simon Critchley
Yazar Oğuzhan Kayserilioğlu, kişisel Twitter hesabında, birkaç gazetecinin beyanlarının kolajlanmasından oluşan bir videoyu alıntılayarak “Ulus krizi” kavramsal tespitinde bulunmuş. “Ulus krizi” dediği şeyin “hiç görülmese de” ciddi etkilerinin olduğuna işaret ederek iktidarın “ulus” veya “yurttaş” değil, “ümmet” gibi bir şey (bold bana ait) oluşturma girişiminde olduğunu ifade etmiş.
Sayın Kayserilioğlu’nun kavramsal tespiti reel-politikte doğru olsa da gerek kavramlar arasındaki diyalektikte düştüğü hatalar gerekse de “ulus krizi”nin -en azından- yakın geçmişle ilişkili tarihsel ve reel-politik kesişimini pas geçmesiyle ortaya çıkan eksiklikler flooddaki kavramsal tespitin içerisinin doldurulmasıyla ilgili sorunları ortaya koyuyor.
Bir yazı, kuşkusuz ki, eleştirdiği ve/ya eksik bulduğu bir başka metinden ilham alabilir. Bu yazı, Sayın Kayserilioğlu’nun floodunun değerlendirmesini yapma cüretine sahip değildir. Bilakis buradan hareketle, ulus kavramını, Türklük krizi üzerinden “ulus krizi”nin yakın geçmişle ilişkili tarihsel serencamını anlatmayı ve “Türklük krizini aşabilir mi?” sorusu etrafında düşünmeyi amaçlıyor.
ULUS: YERYÜZÜ TANRISI
Modern çağla birlikte meşruiyet, gökyüzünden yer yüzüne indirildi; bir soyutlamayla birlikte zamanın tanrısı mertebesine ulaştı. Toplumsal meşruiyetin var oluş uğrağına “ulus” dendi. Ulus, en yaygın referans olan Benedict Anderson’ın ifadesiyle söylersek hayali bir cemaattir. Bu hayali cemaat, çok sayıda insanın ortak bir bilinç etrafında bir araya gelmesini, ortak aidiyete ve sembolik değerlere sahip olmasını sağlar. Bu insanlar, bir cemaat hayali etrafında toplanarak benzer duygulanımlar, bilgi yapıları ve kabul-ret ölçülerine sahip olurlar. Ulus, soyutluğu ve metafizik boyutları derecesinde bir yeryüzü tanrısına dönüşür.
Modern Türkiye devleti, katı ulus-devlet olarak kurulmuştur. Devlet ulusunu ararken önce Müslüman olmayan toplulukları bertaraf etmiş, daha sonra ise Müslümanlık dahiliyetinde kabul edilen Kürtler tedip, tenkil ve inkâr edilmiştir. Bu zeminde Türklük, homojen olarak tahayyül edilmiştir. Nitekim modern Türkiye’nin devlet ve demokrasi anlayışı da homojen ulus fikrine dayanılarak köklerini salmıştır.
YERYÜZÜ TANRISI KRİZDE: TÜRKLÜK KRİZİNİN YAKIN GEÇMİŞİ
Modern Türkiye’nin kuruluş fikri olan homojen ulus fikri, her daim kurucu ötekiye ve düşmanlığa ihtiyaç duyan Türklüğü sembolizmle beslemiş, sürekli yeniden onaylanan konumda tutmuştur. Homojen Türklük, bir bahçıvan misali bahçede ne zaman farklı bir ot çıksa bunu enterne etme, biçme ve mas etme işlevini gördü. Bu işlev onun varoluş şartıydı.
Modern Türkiye ulus-devletinin ulus tahayyülü çeşitli genişleme ve daralma dönemleri yaşasa da 12 Eylül 1980 darbesinden sonraya devreye konan Türk-İslam senteziyle birlikte önemli bir virajı almıştır. Özellikle belirtelim ki, bu, yolun değiştirilmesi değil; bilakis kuruluşta başlanılan yolda önemli bir virajın alınmasıydı.
Gerek kuruluştaki karakteri gerekse de 12 Eylül rejiminin yeniden biçimlendirdiği homojen ulus fikri, Türkiye’deki toplumsal hakikat karşısında hep bir kriz dinamiğini barındırıyordu. Nitekim kimlik ve sınıf temelli her karşı çıkış, bu dinamiği yeniden hareketlendiriyordu. Bunun içindir ki, egemenlerin dilinde vatan hep beka sorunuyla, millet hep yok olma tehdidiyle karşı karşıyaydı.
Türklük krizinde dinamiğin en sarsıcı şekilde hareket ettiği dönem, 2013-2015 yılları arasında yürütülen Çözüm Süreci’nde açığa çıktı. Bu sürecin temel niteliklerden biri müzakere-mücadele diyalektiğini barındırıyor olmasıydı. Çözüm Süreci’nde devlet/hükümet tarafı ile Sayın Öcalan/Kürt Siyasi Hareketi tarafı hem müzakere hem de mücadele yürütüyordu. Müzakereler -eksik de olsa- kamuoyunun bilgisine geliyor, mücadele ise hem Ortadoğu’nun birçok bölgesinde hem geleceğe dair siyasi tahayyül ve iddialarda hem de seçim sandıklarında sürüyordu. Çözüm Süreci’nin belirgin bir diğer niteliği, Kürt Siyasi Hareketi açısından kamusal alanda müzakere etme zemininin ilk defa bu denli açık olmasıdır. Görünür olan, sözünü serbest şekilde söyleyen Kürt Siyasi Hareketi, hakikatini ele alıyordu. Çözüm Süreciyle Kürtlerin varlığı daha güçlü-yaygın şekilde kitlesel kabul görmüş, kurtuluş aşaması tamamlanmıştı. Kürt Siyasi Hareketi açısından artık kuruluş aşamasının ete kemiğe bürünme zemini vardı. Bu durumla bir diyalog sürecinde karşı karşıya kalma, Türklük ve devletin kuruluş kökeninde bulunan kriz dinamiğini harekete geçirdi.
Böylece hem ulus hem devlet zor iki seçenekle karşı karşıya kaldı. Ulus homojenliği terk etme, yeniden tanımlanma ve dönüşme seçeneği ile mevcudu tahkim ederek krizi aşma gibi iki tercihiyle karşı karşıyaydı. Devlet ise katı-tekçi-sömürüye dayalı karakterini zor yoluyla sürdürme ile demokratik dönüşüm yaşama gibi iki seçenekli kriz aşma opsiyonuna sahipti.
Bu seçeneklerle karşı karşıya kalındıktan sonraki süreç herkesin malumu, önce şiddetin Çözüm Sürecinden önceki boyutunu kat be kat aşan bir şiddet ortamı yaşandı. Bu şiddet ortamıyla Türkiye toplumuna bir şok terapisi uygulandı. Bu terapiyle yakın tarihli toplumsal hafıza gerilere itildi. Siyasetin kavram setleri “barış, demokrasi, eşitlik” gibi kavramlardan “beka, şiddet, terör” gibi kavramlara doğru evrildi. Bu evrilmeyle birlikte birbirimizi tanıma, anlama ve kavrama düzeylerimiz ciddi bir dönüşüme uğradı.
Böylece egemenler için Türklük ve devlet krizini aşmak için siyasal zemin var edildi. 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL ile birlikte devlet krizi, gücün tek elde toplanması (Roma’daki iustitium kurumu gibi) ve sonrasında Türk Tipi Başkanlık denilen bir yönetim sisteminin uygulamaya geçirilmesiyle aşılmaya çalışıldı.
Egemenler için Türklük krizini aşma çabası devlet krizini aşma çabasından daha çetrefilli bir alandı. Çünkü burada geçerli akçe devletin yasal-kurumsal gücünden yararlanmaktan çok toplumun meşruluk vermesiydi. Nitekim daha 2015 yılında ablukalarda kentlerdeki duvarlara yazılan Türklüğü övücü ve onaylayıcı sözlerden günümüze kadar Türklük krizini aşmaya çalışan bir siyasal akıl varlığını sürdürüyor. Kimi zaman İslami tonu, kimi zaman Turancılığı, kimi zaman ise Kızıl Elma gibi imgeleri kullanarak aşılmaya çalışılan Türklük krizi, en sarsıcı haliyle devam ediyor. 2021 yılında Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin adının Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) olarak değiştirilmesinden tutalım da kurucu öteki olarak Kürtlüğün kayyımlar eliyle dil üzerinden inkar edilmesine kadar hayatın her alanında bu krizi aşma girişimlerini görmeye devam ediyoruz.
BİR ALTERNATİF PENCERE İHTİMALİ: DEMOKRATİK ULUS
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, Demokratik Ulus’u Demokratik Modernite fikrinin içinde ve Demokratik Cumhuriyet kavramıyla birlikte, Demokratik Anayasa’nın ise kurucu momenti şeklinde düşünmek gerekir. Fakat yazının konusu tamamlayıcı ve bütünleştirici kavramlar arasındaki ilişki olmadığı için -yeni bir tartışma açması umuduyla- Demokratik Ulus fikrini kısaca tariflemeye yöneleceğim.
Demokratik ulus, farklı kimlik ve sınıflardan oluşan toplulukların bir arada yaşamasının ve bu bir arada yaşamın eşitlik ve adalet değerleri etrafında örülerek gerçekleştirilmesinin toplumsal meşruiyet sağlayıcı ifadesidir. Herhangi bir entite Demokratik Ulus içerisinde bir diğerine üstün gelemez, aynılık dayatmasından bulunamaz. Yine buna göre ulus, aşkın anlamlar yerine en yerelden örgütlenerek bir arada bulunabilmenin anlamı olarak ifade edilir.
Sayın Abdullah Öcalan’ın teorik temelini attığı Demokratik Ulus fikri, her şeyden önce ulusal pazara koşan kapitalist ulus fikrinden ayrışır. Tekil çıkarlarını genelin çıkarı olarak gösteren ve ulusu burada işlevsel hale getiren sermayeye karşı, ulus-devlete ve piyasaya mesafe alır. Bu mesafe olmadıkça ulusun ideolojik bir yargıya dönüştüğünü ve toplumsal realiteden uzaklaştığını kabul eder. İdeolojinin yanılsamayla ilişkisi üzerinden ulusun ideolojik yargı halinin tekil çıkarını genelin çıkarı olarak sunmasına zemin hazırladığı açıktır.
Demokratik Ulus, mevcuttaki ulus fikrinin tanrısal olmaktan çıkarılması, yaşama ve topluma ait hale getirilmesidir. İnsanları bir arada tutan boyutu metafizikten alarak reel olana verme girişimidir. Hayali olmayan, entite(ler) olarak var olan ama yine kurulması gereken bir şey olarak (demokratik) ulus, toplumsal meşruiyetini hakiki bir aidiyet hissi içerisinde bulur. Toplumsal realite demokratik ulus açısından temel pusuladır. Demokratik Ulus’ta kutsal olan ulusun kendisi değil, bir arada yaşam iradesidir. Kutsiyet atfedilen maskeli-maskesiz tanrısallıklar değil; ortak yaşamda ısrar hakikatidir. Çünkü Demokratik Ulus, kapitalizmin ulus tahayyülünün kutsallık halesiyle sömürü düzenine hizmeti kutsallaştırıldığı eleştirisini yapar.
Demokratik Ulus, seküler bir anayasal yurttaşlığa dayanır ve başta sınıfsal çelişkiler olmak üzere her türlü gerilime karşı eşitlik fikrini bağrında taşır. Demokrasinin aynılık üzerinden değil, fark üzerinden ifade edilerek eşitlik fikriyle birlikte yaşam bulması sağlanır. Böylece devlet, bir tahakküm aracı ve/ya aşkın bir varlık olmaktan çıkarılır. Demokrasi artı devlet formülü, toplum esasta kalmak kaydıyla yaşama geçirilebilir.
Velhasıl, Demokratik Ulus homojen ulus fikrinin karşısında, toplumsal hakikati ve siyaset ile arasındaki ilişkiyi esas alarak sadece Türklük krizini aşmanın alternatif bir penceresini değil, Demokratik Cumhuriyetin zeminini de var etme potansiyeline sahip olan kurucu bir fikir olarak durmaktadır.
TÜRKLÜĞÜ KRİZDEN KURTARMAK VEYA TOPLUMSAL ÖZGÜRLEŞME
Her açısı ve birçok öznesi “Türk aidiyeti”nden oluş(turul)an, Türklüğün ırkçılıkla özellikle de Müslüman karşıtlığıyla- ilgisinin/alakasının olmadığını savunan bir video üzerinden ifade edilen “Ulus krizi”, bugün Sayın Kayserilioğlu’nun dediğinin aksine “toplumu içine çökertecek” bir durum değil, “halihazırda çökmüş bir toplum” durumunun kavramsal ifadesidir.
Toplumu çöküş halinden kurtarmak ve savunmak için “ulus krizi”ne dair düşünme, yeni pencereler ve kurucu fikirler ortaya çıkarma sorumluluğu vardır. Nitekim bu sorumluluğun -özellikle sol-sosyalist-demokratlar için- başlangıç noktası şu olabilir: Karl Marx Yahudi Sorunu adlı eserinde “Yahudinin toplumsal özgürleşmesi, toplumun Yahudilikten özgürleşmesidir” der. Buradan hareketle ifade edersek; Türklerin toplumsal özgürleşmesi, bu aidiyettekilerin kılcal damarlarına kadar Türklük işlenmiş homojen ulustan ve bu ulusa dayalı egemenliğin ortaya çıkardığı imtiyazlardan-konfordan özgürleşmesidir.
*Dr., Siyaset Bilimi