Tutku ve akıl birleştiğinde
Türkiye tutkusuyla futbol oynayan ve en büyük alâmetifarikası da bu olan bir takım. Ancak Avusturya gibi bir sistem takımını eleyebilmesi için çoğu zaman yapamadığı bir şeyi başarması ve bu tutkusunu akılla birleştirmesi gerekiyordu. Dün gece bunu başardı ve bu sayede kazandı. Fakat maç sonunda onları ayakta tutan şey yine tutkuları oldu.
Son 16 turu öncesinde Türkiye için en merak edilen konu, Avusturya’nın güçlü presine karşı nasıl bir yanıt verileceğiydi. Üstelik takımın en önemli oyun kurucusu Hakan Çalhanoğlu da cezalıydı.
Galiba bu maçtaki en akılcı çözüm, merkezi olabildiğince az kullanıp, oyunu Ferdi Kadıoğlu ve Barış Alper Yılmaz üzerinden kenarlara doğru taşımaktı. Böylece Avusturya’nın presi baypas edilebilirdi. Vincenzo Montella da buna yönelik bir başlangıç planıyla takımını sahaya çıkardı.
Sahaya sürdüğü ilk 11, reji tarafından 4-2-3-1 formasyonuyla dizilmişti. tıpkı grup maçlarında olduğu gibi. Ama bu maçta Kaan Ayhan gerideki ekstra savunmacı olacak ve Türkiye hücumda üçlü, savunmada beşli bir yapıyla oynayacaktı. Ve açıkçası turnuva başından bu yana medya tarafından acımasızca eleştirilen Montella’nın bu taktiksel kararı, maçta Türkiye lehine en büyük farkı yaratacaktı.
GERİDE BİR FAZLA OLMAK
Elbette Merih Demiral’in henüz 57. saniyede kornerden gelen golünden sonra. Türkiye’nin Avrupa Şampiyonası eleme turlarında bugüne dek attığı en erken gol olan bu gol, aynı zamanda Avusturya’ya karşı olabilecek en iyi senaryoydu. Zira erken öne geçmek, Avusturya’nın presinden kaçabilmek için en kestirme yoldu.
Her ne kadar golden sonra Avusturya ciddi bir baskı kursa da, bir süre sonra Türkiye oyunda önce dengeyi bulmayı, ardından rakibine net bir üstünlük kurmayı başardı. Montella’nın geriye ekstra bir oyuncu koyması, Avusturya’nın presini tamamen boşa çıkardı. Türkiye boştaki bir oyuncuyu neredeyse her seferinde buldu. Bunda Kaan Ayhan ve Abdülkerim Bardakcı’nın oyun kurmaktaki becerileri kadar, Ferdi Kadıoğlu ve Mert Müldür’ün geriden yaptığı hücum bindirmeleri, üçlü savunmanın önündeki çift pivotta çok daha rahat ettiği görülen Orkun Kökçü’nün tempoyu harika belirlemesi, Arda Güler’in sahte dokuz rolünü mükemmele yakın oynayıp Türkiye’ye merkezde sayısal üstünlük sağlaması ve Barış Alper’in arkada yaratılan boş alanlara çok iyi hareketlenmesinin de büyük payı vardı.
Avusturya ise ilk yarı boyunca Türkiye’nin bu taktiksel üstünlüğüne bir cevap veremedi. Sanki Türkiye’den bu kadar akıllı bir oyun beklemedikleri için afallamış gibiydiler. Hakları da vardı, çünkü bunu biz de beklemiyorduk. Açıkçası Türkiye için her şeyin yolunda gittiği bir ilk yarı olmuştu. Sadece İsmail Yüksek ve Orkun Kökçü’ye çıkan erken sarı kartlar bir sorun olarak görülebilirdi.
RANGNICK'İN HAMLESİ
Dolayısıyla ikinci yarıda hamle yapması ve bir çözüm bulması gereken taraf Avusturya’ydı. Ralf Rangnick iki değişiklikle müdahalesini yaptı: Sol bek Phillip Mwene’nin yerine Alexander Prass’ı, sağ kanat Romano Schmid’in yerine de ikinci bir merkez forvet olarak Michael Gregoritsch’i oyuna aldı ve 4-4-2’ye geçti.
Elbette sadece kağıt üzerinde. İki bek Stefan Posch ve Alexander Prass’ın iyice öne çıktığı, Christoph Baumgartner ve Marcel Sabitzer’in içe kat ettiği ikinci yarıda Avusturya’nın saha yayılımı çoğunlukla 2-3-5 şeklinde oldu. Topu da mecburen daha fazla talep eden ve daha çok sete yerleşmek zorunda kalan Avusturya, ikinci yarıya daha baskılı başlayan taraf oldu.
Avusturya’daki bu değişiklikler neticesinde savunmada yerleşim problemleri yaşamaya başlayan Türkiye, ikinci yarının ilk 15 dakikalık diliminde biri karşı karşıya olmak üzere rakibine net gol şansları verdi. Ama Avusturya, Mert Günok’u geçemedi.
Daha sonra Arda Güler’in kullandığı bir diğer köşe vuruşunda ön direkte iki savunmacının arasından inanılmaz yükselen Merih, bir gol daha atıp farkı ikiye çıkardı. Lillian Thuram’ın 1998’de Hırvatistan’a yaptığı gibi duble yapan Merih, aynı zamanda savunmacılığıyla da maça damgasını vurdu. Avusturya’nın en baskılı oynadığı dakikalarda hemen her atağı savuşturdu ve toplamda 17 uzaklaştırmayla bu seviyede ulaşılması çok güç bir istatistiğin sahibi oldu.
Merih’in ikinci golünden birkaç dakika sonra Avusturya da bir korner golü buldu ve arka direkte bomboş kalan Gregoritsch farkı yeniden bire indirdi. Bu golün ardından ise Avusturya baskısını her geçen dakika artırdı. Fiziksel olarak rakibine yanıt verememeye başlayan Türkiye, giderek daha çok kalesine gömüldü.
MERT GÜNOK'UN KURTARIŞI
Montella bu dakikalarda Kenan Yıldız yerine Okay Yokuşlu’yu sokarak Avusturya’yı daha sıkı bir şekilde karşılamayı, Arda Güler yerine Kerem Aktürkoğlu’nu sokarak kontratak tehdidini artırmayı hedefledi. İkincisinde çok başarılı olamadı, ama ilkinde kısmen hedefine ulaştı. Avusturya’nın baskısı son ana kadar devam etse de atakları giderek daha gelişigüzel olmaya başladı.
Yine de son saniyede topu Baumgartner’in kafasıyla buluşturmayı başardılar. Ama bir kez daha Mert’i geçemediler. Rangnick’in maç sonunda itiraf ettiği gibi, Türkiye’nin kalesinde sanki Gordon Banks vardı. 1970 Dünya Kupası’ndaki Brezilya-İngiltere maçında Pele’nin mutlak gollük bir şutunu kurtaran Banks, çoğu insan için futbol tarihinin en iyi kurtarışına imza atmıştı. Fakat İngiltere, o kurtarışa rağmen o maçı 1-0 kaybetmişti. Dün geceyse Türkiye, Mert’in kurtarışı sayesinde çeyrek finale yükseldi.
Türkiye’nin en az çeyrek finale ulaşmayı başardığı daha önceki turnuvaları EURO 2000, 2002 Dünya Kupası ve EURO 2008’de de büyük kaleci performansları vardı. Ama ne Rüştü Reçber’in ne de Volkan Demirel’in dün gece Mert’in imzasını attığı kadar ikonik bir kurtarışı olmuştu.
TÜRKİYE'NİN ALAMETİFARİKASI
Türkiye tutkusuyla futbol oynayan ve en büyük alametifarikası da bu olan bir takım. Ancak Avusturya gibi bir sistem takımını eleyebilmesi için çoğu zaman yapamadığı bir şeyi başarması ve bu tutkusunu akılla birleştirmesi gerekiyordu. Dün gece bunu başardı ve bu sayede kazandı. Fakat maç sonunda onları ayakta tutan şey yine tutkuları oldu. Türkiye’den çok daha fazla pozisyona girdikleri için maçı nasıl kazanamadıklarını anlayamadığını söyleyen Rangnick’in ve futbolu onun gibi matematiksel bir kesinlikle algılayanların asla anlayamayacağı şey de bu tutkunun ta kendisi.
Türkiye tam da bu yüzden fazlasıyla akılcı Batı Avrupalı rakiplerinin kafasını karıştırmaya devam ediyor. Şimdi sırada Avrupa rasyonalizminin bir başka kalesi Hollanda var. Bakalım çeyrek finale ulaşan tek doğulu takımın bu mistisizmi onların dengesini de bozacak mı?