Tutuklu gazeteci Serdar Altan'dan mektup var: Gazetecilik suç değildir
Geçen yıl 15 gazeteciyle birlikte tutuklanan DFG Eş Başkanı Serdar Altan, karşılaştıkları hukuksuzlukları anlatan bir mektup paylaştı. Altan, "Bilinmelidir ki gazetecilik suç değildir" dedi.
DİYARBAKIR - Geçen yıl 8 Haziran'da Diyarbakır merkezli ev baskınlarında gözaltına alınan 22 kişiden 16 gazeteci tutuklandı. O gazeteciler arasında Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı Serdar Altan da vardı.
11 Temmuz'da ilk kez mahkeme heyeti karşısına çıkacak olan Altan, bir yıllık tutukluluk sürecini anlatan bir mektup kaleme aldı.
Mektubunda "Diyarbakır emniyeti, tarihin en absürt işlerinden birine imza attı. Ve ciddi anlamda gülünç konuma düştü. Gözaltına alınan gazetecilerin kameralarını, fotoğraf makinalarını, bilgisayar ve cep telefonlarını operasyonda ele geçirilen suç aletleri olarak bir masanın üzerinde sergiledi" diyen DFG Eş Başkanı Serdar Altan'ın mektubu şöyle:
'TAM BİR YIL OLDU'
“Tam bir yıl oldu. Diyarbakır'da 21 basın çalışanı ve onlara röportaj verdiği ileri sürülen bir yurttaşın gözaltına alındığı operasyonun üzerinden 1 yıl geçti. Bu operasyon sonucu gözaltına alınan gazetecilerden 16'sı aradan geçen 1 yıla rağmen halen tutuklu. Adeta rehin gibi tutulan gazetecilerin salıverilmemesi için iktidar erki ve yargı organları ellerinden geleni yaptı. Soruşturmayı yürüten savcılık ancak 10 ay sonra iddianameyi hazırlayabildi. İddianameyi hazırlayan mahkeme kendisine tanınan yetkiyi son gününe kadar kullanarak, 3 ay sonrasına duruşma verdi. 11 Temmuz'da hâkim karşısına çıkacak olan gazetecilerin bu tarihe kadar tutukluluk süreci 1 yılı da aşarak 13 ayı bulacak.
GAZETECİLER TUTUKLANDI, KURUMLAR İŞGAL EDİLDİ
Peki, gazetecilerin adeta intikam alırcasına yapılan bu operasyon ve uzun tutukluluk süreci ne anlama geliyor? Bunda amaç neydi ve bu süreçte neler yaşandı? Kısaca 1 yıl öncesine dönelim ve hatırlayalım.
8 Haziran 2022 tarihinde Kürt basın ve medya kuruluşlarıyla çalışanlarına yönelik yapılmıştı operasyon. Operasyon ne için, neden yapıldığı pek anlaşılmayan bir şekilde Diyarbakır dışından getirilen bir savcı görevlendirilmişti. Diyarbakır polisi tüm birimleriyle adeta seferber edilmişti. Özel bir savcının seçilmiş olması operasyonu da özel kılıyordu. Nitekim aynı anda onlarca basın mensubunun evleri basılmış, eşzamanlı olarak çalıştıkları kurumlar da baskına uğramıştı. Aralarında ülkenin tek Kürtçe gazetesi Xwebûn, yine yegane kadın ajansı Jinnews, görsel çalışma yürüten prodüksiyon ajansları vardı. Buralara sadece baskın yapılıp arama yapılmamış, kurumlarda karakol kurularak adeta işgal edilmişlerdi. Nitekim PİA ve ARİ ajanslarındaki işgal tam bir ay sürmüş; mülkiyet hakkı ihlal edilmekle kalmamış, yasadışı bir arama ve el koyma işlemi gerçekleştirilmişti. Zaten bir bir avukatlarımız tarafından tutanak altına alınan bu hukuk dışı işlemler aylar sonra iddianameye yansıyınca daha açık bir şekilde gördük.
DOSYADA GİZLİLİK KARARI VARDI
Kapsamlı operasyon sonrası evlerine baskın yapılan 21 basın çalışanı ve medya çalışanı gözaltına alındı. Aralarında yıllarını gazetecilik mesleğine adamış, bu uğurda bedeller ödemiş gazeteciler de vardı, henüz bu meslekte yeni olan genç arkadaşlar da. Çoğu Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG), Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) BASIN-İŞ gibi basın meslek örgütlerinin yönetici ve üyeleriydi. Operasyonu yürütenler bununla yetinmemiş, hedefteki ajanslara bir ara röportaj vermiş genç bir yurttaşı, ta Isparta'da gözaltına alarak Diyarbakır'a getirmişti. Toplam 22 kişi, 8 gün gibi uzun bir gözaltı sürecine tabi tutuldu. 8 gün boyunca neyle suçlandığımızı bilmeden bekledik. Çünkü dosyada gizlilik kararı vardı ve avukatlarımız dosyaya erişemiyordu.
Ancak dosyaya erişebilenler vardı! Emniyet güçlerinin sızdırmasıyla yandaş basın yayın organları oluşturdukları sahte bir şema ile bizlerin örgüt üyesi olduğunu salık veriyordu. Emniyet bununla da yetinmeyip işi resmiyete dökme çabası içerisine girdi, basında çıkan bu iddiaları resmen açıkladı. 22 örgüt mensubu yakalanmış ya! Bunların mutlaka silahları veya herhangi bir suç aleti vardır ve bunların da gösterilmesi gerekir. Öyle de oldu...
SUÇ ALETLERİ: FOTOĞRAF MAKİNESİ, KAMERA, CEP TELEFONU
Diyarbakır emniyeti, tarihin en absürt işlerinden birine imza attı. Ve ciddi anlamda gülünç konuma düştü. Gözaltına alınan gazetecilerin kameralarını, fotoğraf makinalarını, bilgisayar ve cep telefonlarını operasyonda ele geçirilen suç aletleri olarak bir masanın üzerinde sergiledi. Hem de kocaman ‘terörle mücadele’ yazısının altında. Aslında sadece bu mevzu üzerine bile söyleyecek çok şey var ama uzatmak istemiyorum. Nitekim polisin bu şapşallığı yani sergiledikleri cihazları, bizlerin kanlı canlı gazeteci olduğunun açık ispatıydı. Bir nevi kendi kara propagandalarını boşa düşürmüşlerdi. Buna benzer bir durumu daha sonra iddianamede de göreceğiz.
Emniyette ifade vermeyi reddeden gazeteciler, 8 günün ardından savcılığa çıkarıldı. Kent dışından özel olarak getirilen, operasyonun hemen ardından da İzmir'e tayin edilen; kırmızı ceket, beyaz bluz üzerine de ay yıldızlı bir kolye işareti takmış her yönüyle mesaj dolu olan; hal hareket, tavır davranışlarıyla kendini ispat çabası içerisindeki savcıyla ilk kez karşılaşacaklardı. Savcının tüm bu mesaj dolu yaklaşımları ve tavırları hem operasyonun amacını ortaya koyuyor, hem de sorgu sürecinin neyle sonuçlanacağını haber veriyordu. Nitekim öyle de oldu. Gözaltına alınanlardan 16 gazeteci 'örgüt üyesi olmak' suçlamasıyla tutuklandı.
HAKİKATİ SAVUNMAKTAN VAZGEÇMEDİK
Daha önce de farklı vesilelerle belirtmiştik; bu bir gazetecileri susturma operasyonuydu. Sadece gazeteciler susturulmakla kalmayıp halkın haber alma hakkının önüne geçiliyordu. Çünkü bizler karabasan gibi toplumun üzerine çöken baskıcı, duyulmayanı duyuran, görülmeyeni gösteren, 'Kral çıplak' diyen, haykıran gazetecilerdik. Hiçbir zaman iktidar odaklarının sokmak istedikleri kalıplar içerisine girmedik. Her zaman haklının, ezilenin yanında durma çabası içerisinde olduk ve halkın haber alma hakkını savunduk. Bunun için belki yıllar boyu çok bedeller ödedik. Ancak hakikati savunmak kararlılığımızdan milim geri adım atmadık. Halen bu kararlılığımızın bedelini ödüyoruz. Ama olsun; haksızlıklar, hukuksuzluklar, hak ihlalleri, zorbalıklar karşısında susmaktan yeğdir.
BASKILAR DEVAM ETTİ
Bilindiği üzere bizlerin tutuklanmasının ardından ülkenin hali her geçen gün daha da kötüye gitti. Bizden sonra yine onlarca arkadaşımız gözaltına alındı, tutuklandı. Gazetecilere dönük soruşturmalar, davalar hiç eksik olmadı. Basın ve medya çalışanları hep baskı altında tutuldu. Eleştirel yayın organları verilen cezalarla susturulmaya çalışıldı. Daha yakın zamanda Diyarbakır ve Ankara merkezli 2 ayrı operasyonda yine gazeteci arkadaşlarımız hedef alındı ve aralarında derneğimiz DFG'nin Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu'nun da bulunduğu çok sayıda gazeteci tutuklandı. Bütün bunların sonucu olarak Türkiye, uluslararası basın özgürlüğü endeksinde istikrarlı bir şekilde gerilemeyi sürdürdü.
Bununla birlikte toplum bir bütün olarak baskı cenderesine alındı ve her alanda bu baskı politikaları hâkim kılınmaya çalışıldı. Derinleştirilen ekonomik kriz ve sömürü düzeni her alana yayıldı. Savaş politikalarıyla Kürt sorununda çözümsüzlük ısrarla sürdürüldü ve aslında tüm bu kötülüklerin zemini gazetecileri susturma çabalarıyla kendini gösterdi. Bu durum geçirdiğimiz son Mayıs seçimlerinde de yansımasını buldu. Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde gazetecileri susturma amaçları daha net anlaşılacaktır.
'BİZİ SUSTURMAYI BAŞARAMAYACAKLAR'
Başlarken de belirttiğimiz üzere bize yönelik operasyonun üzerinden bir yıl geçti. Cezaevinde geçirdiğimiz 10 ayın ardından hakkımızdaki iddianame tamamlandı. Devlet organları, emniyetiyle, yargısıyla el ele vermişçesine bizi daha ne kadar hapishanede tutacaklarının çabası içerisine girdi. Gizlilik kararı nedeniyle göremediğimiz ancak 10 ay sonra iddianame olarak karşımıza çıkan dosyada 'dağ fare doğurdu' misali dalga geçercesine sadece gazetecilik faaliyetlerimizin sıralandığı bir metinle karşılaştık. İddianamenin en flaş kısmı olmaya aday gizli tanığın 'falan şahıs buraya kamerayla girip çıkıyordu', 'çekiyordu', 'şu, şu şahıslar burada program yapıp HDP'lileri konuk alıyorlardı' minvalindeki beyanları, bize gözaltı sürecindeki gazetecilik teçhizatlarımızın 'suç aleti' olarak sergilendiği sahneleri hatırlattı. İddianameyi hazırlayan savcı da baştan sona nasıl gazetecilik yaptığımızı anlatan bir metne imza atıyordu.
Şimdi dönüp bir yıllık sürece baktığımızda hukuksuzluklarla dolu, tam anlamıyla bir 'gazetecileri susturma' operasyonuyla karşı karşıya olduğumuzu daha net bir şekilde görebiliyoruz. Şunu da biliyoruz ki nasıl geçmişte bunu başaramadılarsa bugün de bizi susturmayı başaramayacaklar. Dışarıda da olsak, dört duvar arasında hapiste de olsak karşılarında dimdik ayakta, gazetecilik onurunu korumaya, yazmaya, çizmeye, anlatmaya, göstermeye devam edeceğiz.
Bu vesileyle yaklaşık bir ay sonra görülecek olan duruşmamıza tüm onurlu meslektaşlarımızı ve demokratik çevreleri davet ediyor, sesimize ses katmaya çağırıyoruz. Bilinmeli ki gazetecilik suç değildir!" (DUVAR)