Üç Büyükler, üç Avrupa
Baba filmindeki portakallar, Manchester’dan hatıra fotoğrafı ve Slovakya’da vardiya değişimi. Üç Büyükler’in Avrupa macerası üç farklı yönde ilerliyor…
Futboldaki kast sistemi belirginleştikçe, büyük liglerin elit kulüpleri haricindeki takımlar Avrupa kupalarıyla ilişki kurmakta zorlanıyor. Para önemli bir motivasyon olsa da tek başına yeterli değil. Üç Büyükler bu sezon şu ana kadar Avrupa kupalarında farklı anlamlar aradı. Kimisi buldu, kimisi aramaya devam ediyor…
KULLANIŞLI GRUPLAR
Şampiyonlar Ligi finalinin kapısında artık “Milyarı olmayan giremez” yazıyor. Avrupa Ligi’ni 13 yıldır Alman, İngiliz ve İspanyol kulüpleri kazanıyor. Konferans Ligi de aynı yolun yolcusu olmakla birlikte, Türkiye gibi başaltı sayılabilecek ülke takımlarının kupaya uzanma ihtimali – az da olsa – hâlâ var.
Ancak lig şampiyonluğuna kilitlenmiş Fenerbahçe turnuvadan başka şekilde yararlanıyor. Konferans Ligi’ndeki kolay grup, Süper Lig’de şans bulamayan oyunculara forma imkanı sunarak soyunma odasındaki huzuru korumada kilit rol oynuyor. Fenerbahçe gibi ilk 11 hiyerarşisi net olan kadrolarda bu imkan daha da önemli. Hem “yedekler” kendini yararsız hissetmiyor, hem yeni oyuncularla ikinci bir oyun planı deneme fırsatı doğuyor, hem de ilk 11’nizdeki sakatlık veya ceza gibi olası eksikleri kapatacak adaylar belirlenmiş oluyor. Galibiyet alışkanlığını sürdürmek de kimsenin hayır demeyeceği bir ek gelir.
Trnava’daki maç sorunsuz değildi ama Fenerbahçe’nin ana hedefine hizmet etmeyi sürdürdü. Türkiye Kupası’ndan da benzer bir fayda devşirmeye çalışacaklar. Ligde oynamayan oyuncular ne kadar çok süre bulursa, hem kendileri hem de çalkantılardan yılmış camiaya huzur aşılamaya uğraşan İsmail Kartal için o kadar iyi.
NASİPSE YERLEŞECEĞİZ
Şampiyonlar Ligi’nde ise işler öyle yürümüyor. Avrupa kupalarını takımlara gerçek seviyesini gösteren bir ayna olarak düşünürsek, Şampiyonlar Ligi bu aynaların en temizi ve en büyüğü. Oyununuz ve oyuncularınızla ilgili yarattığınız yerel efsaneler esaslı bir gerçeklik testine tabi tutuluyor. Bazen doğru düşündüğünüzü, bazen fena halde yanıldığınızı fark ediyorsunuz.
Neyse ki Galatasaray bu sınavdan şikayetçi değil. Geçen sezon Süper Lig’i kazanan Sarı-Kırmızılılar Avrupa’da yaptıkları ve yapamadıklarıyla anılmaktan memnun. Çünkü kendini oraya ait hissediyor.
Bu haliyle küçükken Avrupa’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönmüş birine benziyor. Oraları tanıyor, dönüş hayalleri kuruyor. Şu anki ekonomik ortamda pek mümkün olmadığını bilse de ihtimalleri yokluyor. Arada bir gidip görüyor.
Gidip geldikçe anılar da birikiyor. Old Trafford’da sadece bir maç değil yeni bir Avrupa hatırası kazandı. Manchester’da çektirdiği fotoğrafı buzdolabına asacak. Her mutfağa girdiğinde görecek. Grubu kaçıncı sırada bitirir bilinmez. Ama rekabet edebileceğini görmenin getirdiği özgüven, kulübün Avrupa mitolojisini beslemek için çok kıymetli olacak.
Bir kademe daha yükselmek için Galatasaray’ın da rotasyona ihtiyacı var. Ama ters yönde. En büyük yıldızlarını Şampiyonlar Ligi’ne hazırlayıp görece kolay lig maçlarını ikincil isimlerle geçecek seviyeye geldiğinde Kupa 1’de yarı final veya Kupa 2, Kupa 3’te final mümkün olabilir. Okan Buruk’un şu anki görevi, duygusal ve fiziksel açıdan yoğun Şampiyonlar Ligi müsabakalarının Süper Lig’e yansımasını doğru yönlendirebilmek. Her halükarda camia Bayern Münih maçlarını iple çekiyor.
FORMA DEĞİL PORTAKAL
Dolmabahçe’de ise epeydir hava bozuk.
Beşiktaş depresyonda. Yataktan çıkası, işe gidesi, hayata karışası yok. Perşembe akşamı çıkış tünelinden sahaya adım atan oyuncuların yüzündeki bıkkınlık ve isteksizlik fark edilmeyecek gibi değildi.
Sahada da işler ters gitti ve iki hafta önce Club Brugge’e karşı belki de tarihinin en ağır beraberliğini alan Siyah-Beyazlılar, zayıf rakibinin sunduğu rehabilitasyon şansını tepti.
Son düdük çaldığında, Luganolu futbolcuların turuncu formaları Francis Ford Coppola’nın efsanevi Baba serisinde beliren portakallara dönüştü. 2-0 öne geçtiği maçı 3-2 kaybeden Beşiktaş’ta cuma günü Şenol Güneş istifa etti, yönetim olağanüstü genel kurul kararı aldı. Yeni başkan ve yeni hoca belirsiz. Kulübün reforma değil Rönesans’a ihtiyacı var. Bu ihtiyaç – yine – geçiştirilirse depresyonun bitmesi zor.
TARAFTAR İÇİN DAHA ÖNEMLİ
Üç Büyükler’in Avrupa’daki akıbetini birkaç ay içinde göreceğiz. Ön elemelerdeki iyi sonuçlar ülke puanını epey yukarı çekti. Sezonu yenilgisiz götüren Galatasaray ve Fenerbahçe epeydir görülmemiş bir seviye vaat ediyor. Son yılların aksine iki takım rekabette birbirini aşağı çekmektense yukarı itiyor. Bu trend sürerse ilkbaharda Avrupa seyahatleri mümkün.
Bunu yaptıkları takdirde Avrupa vitrinine daha fazla ürün koyup yüksek bonservisli satışları devam ettirebilecekler. Mevcut yayın ve maç günü gelirleri düşünüldüğünde, ekonomik sürdürülebilirlik için oyuncu satma gerekliliği ortada.
Gerçi orasını yönetimler düşünsün. Nasıl olsa tıpkı şu anki gibi batık olduklarında bile parayı bir yerden buluyorlar. Avrupa’da asıl anlam arayan ise taraftar. Yandaş müteahhitlerin yönettiği, hakem tartışmalarının bitmediği, çimleri boyalı Süper Lig’in içinde debelenmektense şöyle bir çıkıp hava almak, başkalarıyla karşılaşmak, futbolun başka şekillerde de oynanabildiğini, izlenebildiğini, hatta yönetilebildiğini görmek iyi oluyor. Aksi halde kendi yalanlarımızın gürültüsünden evrensel gerçekleri duyamıyoruz…