Uçurum kenarına doğru…
İsrail’in kurulmasına varan süreçte evsiz barksız kalan Filistinli mültecilere yardım için BM bünyesinde kurulan, devletlerin bağışlarıyla iş gören UNRWA, İsrail istihbaratının yaydığı bilgilerle “terör yuvası” ilan edilmek üzere. Parçalanmış Filistinli toplumu genel olarak UNRWA’nın desteği olmadan hayatını sürdürebilecek durumda değil.
İsrail’in Gazze’de, nice zamandır elinde bulundurduğu plan uyarınca yürüttüğü etnik temizlik ve soykırım harekâtı, yeryüzündeki insan yaşamını birçok yönden değişik boyutlarda etkileyecek gibi görünüyordu; nitekim bu etkiler bir bir ortaya çıkmaya başladı. Birleşmiş Milletler bünyesindeki Filistinli mültecilere yardım kuruluşu UNRWA’nın, bağışlarıyla faaliyetini sürdürdüğü büyük Batılı devletlerce âdetâ lanetlenmesi ve kuruluşa yapılan yardımların -tam da kuşatma ve bombardıman altındaki Filistinli nüfus açlıktan kırılırken- kesilmesi, İsrail ordusu ve “yerleşimci” adı altında iş gören faşist milislerin marifetlerinin ulaşamayacağı yerlerden vuruyor insanlığı.
Hikâye basit: İsrail’in kurulmasına varan süreçte evsiz barksız kalan Filistinli mültecilere yardım için BM bünyesinde kurulan, devletlerin bağışlarıyla iş gören UNRWA, İsrail istihbaratının yaydığı bilgilerle “terör yuvası” ilan edilmek üzere. Bazı UNRWA çalışanlarının 7 Ekim’deki caniyane Hamas saldırısına katıldıkları veya yardım ettikleri yollu İsrail iddiası henüz kanıtlanmadı, ama hem kanıtlanmış gibi davranılıyor hem de toplu cezalandırma -savaş suçu!- ve soykırıma iştirak bahanesi kılınıyor.
1949 Aralık’ında kurulan UNRWA (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı. Kullandığımız kısaltma İngilizcesinden: United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees in the Near East), mültecilere barınak, eğitim ve sağlık hizmeti sağlıyor, gıda ve giyecek dağıtıyor. Güya Filistin toprakları sayılan ama büyük ölçüde -yer yer tamamen- İsrail’in denetiminde bulunan Batı Şeria, tabiî Gazze ve Doğu Kudüs’ün yanısıra Filistinlilerin onyıllardır hep geçici, yani her an kovulabilir statülerde tutulduğu Lübnan, Suriye ve Ürdün’de faaliyet gösteriyor. Buralarda 59 mülteci kampının temel ihtiyaçlarını gideriyor. Parçalanmış Filistinli toplumu genel olarak UNRWA’nın desteği olmadan hayatını sürdürebilecek durumda değil. Filistinlilerin topluca yaşadığı yerlerde bu kuruluşun katkısı olmaksızın mütevazı boyutlarda herhangi bir sosyal hayat örgütlenmesi mümkün değil. 1950 başlarında faaliyete geçtiğinde kuruluş fiilen 500 binin üzerinde Filistinli’ye hizmet veriyordu. Geçen yıl sonunda, yemesi içmesi, barınması, okulu, hastanesi için UNRWA’nın eline bakan insan sayısı altı milyona yaklaştı.
Ve şimdi ABD ve İngiltere başta, zor anlaşılır bir şevk ve arzuyla yerlerinden fırlayan Almanya, İtalya, Hollanda, İsviçre, Finlandiya, Avusturalya, Kanada, Japonya peşlerinden, Fransa da onların peşinden, UNRWA’ya bağışlarını durdurdular.
İsrail istihbaratının verdiği ve bir kısım Batı basınının hemen üstüne atladığı bilgi başlangıçta, az sayıdaki UNRWA çalışanının Hamas militanı olduğuna ilişkindi. Önce yedi, sonra on iki kişinin 7 Ekim saldırısına katıldığından sözedildi. İddia üzerine UNRWA’nın başındaki Yüksek Komiser, Philippe Lazzarini, bu çalışanların sözleşmelerinin derhal feshedileceğini ve gerçeğin ortaya çıkarılması için acilen soruşturma yürütüleceğini açıkladı. Kimse aldırış etmedi çünkü niyet başkaydı.
UNRWA’nın toplam 30 bin, Gazze’de 13 bin kadar çalışanı var. Bunların arasında on iki Hamas militanının kendilerine yer bulmuş olması kuruluşu topluca terör yuvası ilan etmeye yetmeyeceğinden, sözkonusu istihbarat bilgisi beslendi: Aslında 1200 UNRWA çalışanının ya doğrudan ya da dolaylı olarak -akrabaları vs. üzerinden- Hamas’la “iltisaklı” olduğu ortaya sürüldü. (Kaç UNRWA çalışanının herhangi bir “terör eylemi”ne destek olduğu veya katıldığı henüz meçhul; ama kuruluşun en az 150 çalışanının İsrail bombardımanlarında can verdiğini biliyoruz.)
İddianın bu şekilde, akrabalarla falan bezenip gevşetilme pahasına genişletilmesi, şüphesiz yine bir istihbarat operasyonuyla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyordu. Elbette Gazze gibi, hayatın gerilim ve düşmanlık üzerine kurulduğu yerde, bağlantıları köklü ve yaygın bir örgütün birçok elemanının yardım kuruluşlarında çalışabileceği veya oralarda çalışan insanların zaman içinde örgütlere katılabileceği muhtemel. Ancak tam da açlık ve salgın hastalık riskinin kapıya dayandığı zamanda UNRWA’ya desteğin kesilmesi ve kuruluşun bir-iki ay içinde faaliyetini sürdüremez hale getirilmesi için, kimi çalışanlarının suç işlemesi veya örgütsel aidiyetleri bahane yapılamaz; normal şartlarda. İşin içinde İsrail, gerisinde ABD ve bu son sefer hepten gözü dönmüş halde başka Batılı devletler olunca, şartlar da normal olamıyor.
UNRWA’ya saldırıyı baştan şaibeli kılan kanıtları dünyaya yine İsrailli faşistler sunuyor. Bu yılın ilk günlerinde, 4 Ocak günü, İsrail meclisi Knesset’te konuşan eski dışişleri bakanlığı görevlisi -şimdi sağcı bir think-tank’in mensubu- Noga Arbell, milletvekillerine, “savaşı kazanmak için UNRWA’yı ortadan kaldırmanın şart olduğunu”, bu yapılmadan savaşın kazanılamayacağını, şu anda uygun fırsatın yakalandığını, kaçırmamak gerektiğini anlatmıştı.
ABD’nin UNRWA’ya bağışı durdurduğunu açıklamasının hemen ardından da, İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz, şüphesiz keyifle, kuruluşun zararlarını “yıllardır” dile getirdiklerini, UNRWA’nın “mülteci meselesinin varlığını sürdürmesine” yolaçtığını yazdı Twitter’da. İsrailli yetkililerin âdet edindiği üzre UNRWA’yı, “Hamas’ın sivil kolu” diye nitelemeyi ihmal etmeden.
İsrail devletinin UNRWA’ya yaklaşımının basbayağı kökten imha hedefine uzandığı ortada. Bu aslında çıplak gerçeğin de ifadesi: UNRWA olmazsa milyonlarca Filistinli hayatta kalamaz. Daha pratik ve güncel gereklere uygun konuşacak olursak şöyle demeliyiz: Gazze’de kimse yaşamını sürdüremez. Dolayısıyla: UNRWA’ya yönelik saldırı, Gazze’yi -ve belki ardından Batı Şeria’yı da- boşaltma, yani etnik temizlik planının aslî parçası.
Ve şimdi işin daha beter yanı: Bu İsrail planının uygulanışına Batılı devletler katılıyor. Hem de Uluslararası Adalet Divanı İsrail’in Gazze’de yürüttüğü harekâtın pekâlâ soykırım kıstaslarıyla değerlendirilebileceği yolunda karar almışken. Dahası da var: ABD ve belli başlı büyük Batılı devletler böylece, tam da Adalet Divanı kararı Gazze’de açlık tehlikesiyle yüzyüze kalmış Filistinli halka acil yardım zorunluluğunu ilgili herkese dayatmışken, özellikle bu yardımı imkânsızlaştıracak bir tahribat operasyonuna katılıyorlar. Sahiden yaptırım gücüne de sahip bir hukuk merciinin dünyada sözü geçse, bu devletler soykırıma katılmakla suçlanıp yargılanabilirlerdi. İş buraya kadar uzanmasa bile, yardım durdurma eylemi pekâlâ “toplu cezalandırma” kapsamında görülebilir, savaş suçu sayılabilirdi. Terör eylemine katıldığı iddia edilen bazı kişileri, yardım kuruluşuyla ilişkilerini kesip yargılamak nerede, milyonlarca insanı aç susuz, barınaksız, hastanesiz, okulsuz bırakmak nerede!
“Dünya nereye gidiyor?” bahsine bodoslama -fakat sakladığı, yumuşattığı, sözünü etmediği olgulardan ötürü okuru kollayıcı- giriş niteliğindeki geçen yazımdan bir parçayı hatırlatmak isterim: “İsrail ve ona sağladıkları serbest hareket alanıyla kendileri için tarif etmiş oldukları meşruiyet zeminini de paramparça eden Batılı devletler, küresel ölçekte kibarca ‘aşırı sağın yükselişi’ olarak tanımlanan uğursuz gelişmeye hizmet ediyorlar. ‘Göçmenler gelecek, rahatımızı bozacak’ endişesiyle, uluslararası ilişkilerden hukuk nosyonunun ortadan kaldırılması, şüphesiz, gelişmiş, görece demokratik rejimlerin de kökünden sarsılması anlamına geliyor. Hukuksuzluk da bir tür virüs salgını. Köşeye sıkıştırıp tecrit edemiyorsunuz. Birden kural haline geliveriyor. Ülke sınırlarına elektrikli teller, duvarlar çekilirken, içeride de haklar kısılıyor, keyfî güç kullanımının sınırları genişliyor, yurttaşın iktidar sahipleri karşısındaki konumu değişiyor, zayıflıyor. İsrail’in Gazze’de giriştiği etnik temizlik ve soykırım harekâtının uluslararası düzlemde sözü geçen devletler tarafından kabul görüşü, bir tür eş-dost kayırma tutumu değil. Çekiştirile çekiştirile, tırtıklana tıktıklana, eğile büküle de olsa kağıt üzerinde az buçuk var edilen, en azından bir ideal olarak ortayerde bulundurulan haklar, hukuk, eşitlik kavramlarının terk edilmesi anlamına geliyor bu.”
Dedim ya, o yazıda müstakbel felaket ihtimallerini okurun başından aşağı boca etmemek için gayret göstermiştim. Fakat hayat nezakete yer bırakmıyor. Gazze’deki iki milyon nüfus, İsrailli faşistlerin öngördüğü plana uygun şekilde, ama katledilerek, ama bombardımanla, ama keyfî eziyetle, ama açlıkla yüzyüze bırakılıp, dönebileceği ev, barınak, mahalle, altyapı vs. de tahrip edilip yaşayamaz hale getirilir ve göçe zorlanırsa; ve ardından İsrail Gazze şeridine bir güzel yerleşip, eskisi gibi ayrıcalıklı, dokunulmaz konumunun keyfini çıkarmaya koyulursa, zaten dingildek uluslararası hukuk zemini bütünüyle ortadan kalkacak.
Batılı devletlerin politikalarına bakınca iki ihtimalden başkası gelmiyor akla: Bir: bu devletlerin çoğunu cahil, şuursuz, sorumsuz, menfaat düşkünü küçük insanların yönetiyor olması ve daracık bir azınlık çevresinin anlık çıkarlarından başka hiçbir şeyi gözetmiyor, kendi çocuklarının geleceği dahil hiçbir şeyi umursamıyor olmaları. İki: Dünyanın egemenlerinin basbayağı gelişmiş sınıf bilinciyle davranıyor olması; insanlığın ufak bir kısmının insandan sayılacağı, uluslararası eşitliğin adı da konarak gömüleceği, artık yalnız silahların konuşacağı bir büyük hesaplaşma dönemine adım atmaları.
Bu feci ihtimallerin ortayerinde, bazı hesaplar tutmazsa İsrail’in kendisini uçurumun kenarına -ya da topun ağzına, hangisini yeğlerseniz- sürüklüyor olacağı gerçeğini de hatırda tutmak gerekiyor.