YAZARLAR

Ucuz bir maskenin yarattığı uzun macera: Michael Myers geri dönüyor!

Michael Myers’ı bu kadar özel kılan ve yapımcıların bıkıp usanmadan yeni versiyonlarını sunmalarını sağlayan şey neydi? Onu diğer kötü karakterlerden ayıran bir nokta var mıydı?

Önümüzdeki hafta vizyona girecek olan Halloween Kills yani Türkçe adıyla ‘Cadılar Bayramı Öldürür’ zamanında çok ciddi bir şekilde ses getirmiş, hatta bizce, birkaç benzeri filmle beraber ‘slasher movie’ adında bir ‘ekol’ yaratmış bir yapımı ‘tekrar canlandırmak’ için yapılmış bir deneme gibi duruyor.

Kuşkusuz sadece ‘Halloween’ ismini duyunca bile birçok sinemaseverin hafızalarında bazı sahneler canlanır ve artık nerdeyse bir ‘ikon’ olmuş ‘Michael’ karakteri kendini hatırlatır. Hatırlanacağı üzere deneyimli yönetmen John Carpenter’ın 1978 yılında çektiği ilk ‘Halloween’ filmi aslında kendi çapında, ‘iddiasız’ bir filmdi. Film, nispeten ufak bir bütçeyle çekilmişti. Filmde Donald Pleasence dışında (Jamie Lee Curtis henüz kariyerinin başlangıcındaydı!) ünlü oyuncu yoktu ve hikâyede birkaç Amerikan taşra evi ve açık alanlar dışındaki mekanlar kullanılmıyordu. Hatta yönetmenin söylediğine göre ‘Michael’ın artık ‘kült’ olmuş beyaz maskesi bile çevrede bulunan bir mağazada en ucuz satılan maske olduğu için seçilmişti!

Ancak sonuç beklenenden çok farklı oldu! Hem film hem de başkarakter inanılmaz bir etki yarattı: Film ticari açıdan çok başarılı oldu ve sonrasında birçok korku/gerilim tarzındaki filmin esinlendiği, en azından esinlenmeye çalıştığı bir yapım oldu. Yönetmen Carpenter şiddeti kullansa da filmin ‘gore’ (kanlı) yanını fazla ön plana çıkarmadan, uzun sessizliklerle ve atmosfer sesleriyle, çoğu zaman ‘kadraj dışı’ bir tehdidi hissettiriyor, seyirciyi sürekli ‘diken üstünde’ tutmak için elindeki bütün yönetmenlik hünerlerini sergiliyordu. Bu arada filmin unutulmaz jenerik müziğini de atlamamız gerekir.

Doğal olarak ilk filmin başarısının devamları geldi. Carpenter filmin devamında yönetmenliği devredip yapımcı koltuğunda kalmayı tercih etti ve ana hikâyeden tamamen bağımsız duran ‘Halloween 3’ filmini (bizce serinin en kötüsü!) saymazsak bu ‘saga’ 2018 yılında çekilen ‘Cadılar Bayramı’ filmine kadar sürdü. Her filmde Michael bir şekilde öldürülse de asla tam anlamıyla ‘ölmüyordu’ ve aynen ‘uzaktan’ kuzenleri olan Jason (13. Cuma) veya Freddy Krueger (Elm Sokağında Kâbus) gibi tekrar ve tekrar sonraki filmlerde diriliyordu.

Ancak bizce o da 40 yılı aşkın bu süreçte artık ‘yorulmaya’ başlamıştı. İşlediği cinayetlerin ‘eğlenen gençleri’ hedef alması hiçbir yenilik taşımıyordu. Önceleri liseli bir öğrenci olan baş hedefi Laurie’nin artık ‘büyük anneye’ dönüşmesi hikâyeyi başka sulara çekiyor ve devam filmlerinde hiçbir yönetmen sadece Carpenter’ın yapmayı becerdiği gibi ‘hissettirmeyi’ başaramıyor, sadece ‘göstermekle’ yetiniyordu.

Peki, Michael Myers’ı bu kadar özel kılan ve yapımcıların bıkıp usanmadan yeni versiyonlarını sunmalarını sağlayan şey neydi? Onu diğer kötü karakterlerden ayıran bir nokta var mıydı?

Öncelikle Michael Myers hikâye içinde ‘ölmemekte’ direnirken göreceli olarak daha ‘insanî’ bir boyut sergiliyordu. Özellikle ilk filmde aldığı bıçak ve ateşli silah yaralanmaları Jason’ın aldığı kadar devasa darbeler değildi. Aynı şekilde Freddy’yi ‘vuran’ doğaüstü güçlerden de kaynaklanmıyordu! Hikâye fazla fantastik sulara girmeden daha gerçekçi ve mantıklı bir çerçeveye oturuyordu.

Michael’ın geçmişinde ağır bir ‘aile trajedisi’ yatıyordu… İlk filmdeki unutulmaz ‘flash-back’ sahnesinde henüz çocuk yaştayken sevgilisiyle birlikte olmuş ablasını öldürdüğünü görmüştük ve Michael’ın sadece kötülük saçan bir ‘öcü’ gibi değil aynı zamanda ciddi anlamda ‘hasta’ birisi olduğunu anlıyorduk. Birçok defa kapatıldığı hastanelerden firar ediyordu.

Michael Myers’ın bir fobisi yoktu. Eskiden bir çocuk katili olan Freddy ateşten (yandığı için), 13. Cuma’nın katili Jason ise sudan (boğulduğu için) korkuyordu. Myers’ın ise sadece (artık herkes bildiği için söyleyebiliriz!) kız kardeşi Laurie’ye karşı bir aşk/nefret duygusu besliyordu. (Belki hiç konuşmamasını Jason’a benzetebiliriz).

Freddy ve Jason’ın cinayetlerinde zaman zaman tam bir ‘kan banyosu’ alıyorduk. Kurbanların uzuvları kopuyor, en akla gelmeyecek şekilde işkenceler çekiyor, barbarca katlediliyorlardı. Kuşkusuz Michael’ın cinayetlerinde de kan ve şiddet vardı ama en azından kanlar ‘fıskiye’ gibi fışkırmıyordu!

Bütün bu hatırlatmalar ışığında yapımcıların niye bu karakterde halen ısrar ettiğini (gerçi diğerleri de tamamen unutulmadı ama) anlayabiliriz. Aslında şu ana kadar izlediğimiz devam filmleri asla ilkinin yaşattığı etkiye yaklaşamadı, hatta bazıları bizce oldukça başarısızdı. Ancak gelen bazı duyumlara göre bu sefer film, ilk hikâyenin bittiği yerden başlıyor; yani bir ‘sil baştan’ yerine, bir ‘ikinci bölüm’ olarak çekilmiş… Ne diyelim, umarız gerçek Michael Myers’ı tekrar izleyebiliriz!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .