YAZARLAR

Ulaklar, uşaklar ve nargileciler

Dijital çağa uyananı, uyanamayanıyla “yedirmem ulan – yemem ulan” naralarıyla derebeyler, delibeyler cirit atıyor dört koldan. Sevdalısı - delisi bol, bildiğiniz Hayvan Çiftliği...

Adam nargilesini fokurdatıyor keyifle. “Nargileciler bir yıldır kapalı değil mi”, demeyin. Nargileci var, nargileci var.

“Ama zaten memleket de kapalı haftalardır. Salgın aman vermiyor, zalim Çinliler söz verdikleri aşıları göndermiyor. Telef olmamak için milletçe evdeyiz,” derseniz gene yanılırsınız. Hem de büyük yanılırsınız!

Hayır, Nargileci bahsindeki gibi millet var, millet var, demeyeceğim. Bu sefer mesele millet değil, memleket.

Malum, seveni bol memleketin. Dediklerine göre sevdalısı kadar, delisi de bol. Baksanıza birileri marina diyor, birileri mafya, birileri çökmeci diyor, birileri köfteci... Dijital çağa uyananı, uyanamayanıyla “yedirmem ulan – yemem ulan” naralarıyla derebeyler, delibeyler cirit atıyor dört koldan. Sevdalısı - delisi bol, bildiğiniz Hayvan Çiftliği.

Orwell’in yeni dünya –ve memleketler, milletler- düzeni için daha İkinci Dünya Savaşı sırasında kaleme aldığı çiftlikte temel ilke: Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir.

Nargile fokurdatma, eve kapanma dahil her kurum ve her durum için temel ilke geçerli.

NARGİLECİ VE KESTANECİ

George Orwell’in Londra’da Hayvan Çiftliği’ni kaleme aldığı sırada Sait Faik de İstanbul’da Kestaneci Dostum’u yazmıştı. Öykü, Yürüyüş dergisinin 11. sayısında yayımlandı, Aralık 1942.

Bugünkü nargileci hesabı, her önüne gelen kafasına göre tezgah açamaz! Mangalı bir tekmeyle polis tarafından devrilir kestaneci Ahmet’in… Babıali Yokuşu’nun demirbaşı o günden sonra bir daha ortalarda görünmez. Yazar, epey sonra eskiden her gördüğünde kendisine bir avuç kestane tutuşturan dostuna adliye koridorunda rastlar. Jandarmalar arasında, bilekleri bağlı, kendi deyişiyle “harman”, perişan vaziyettedir. Final:

“Neden bu hale geldiğini sormuşum gibi cıgarasını ateşlerken:

– Eroincilikten ağabey, dedi.”

Öykü yayınlanır yayınlanmaz, Sait Faik karakola çağrılır.

Tezgahı deviren polisin kim olduğu sorulur kendisine. Bilmediğini söyleyince çocuğun kimliğini soruştururlar. Uyuşturucu operasyonu hazırlı mı? Her neyse ama polise bakın siz, öyküden yazılı ihbar çıkartıyor…

***

Sait Faik, Kestaneci Dostum’u kitap adı olarak benimser. Dosyayı yayıncıya verir, 100 lira telif ücretini de peşin alır. Bir yıldan fazla zaman geçmesine karşın kitap yoktur ortada. O da parayı iade edip dosyayı alarak Varlık Yayınları’ndan basmasını ister Yaşar Nabi’den. Dostlarına da söyler bunu.

Kestaneci Dostum beklenirken yayınlanan kitabın adı Lüzumsuz Adam’dır!

Ve yayıncı tarafından görülen lüzum üzerine Kestaneci Dostum çıkartılmıştır dosyadan.

MEDARI MAİŞET MOTORU

Parasını peşin verdiği kitabı basmayan yayıncı gibi belli ki Yaşar Nabi de “emniyet” çekincesi yaşamaktadır. Kestaneci Dostum’da bilgisine başvurulmak üzere karakola konuk edildi deseniz de emniyet güçlerinin Sait Faik’i hassasiyetle izlediği anlaşılıyor.

İzlemekle kalmayıp birilerinin kulağını da büküyor galiba.

Kestaneci Dostum’un öncesi var: 1940/41’de Yeni Mecmua’da tefrika edilen Medar-ı Maişet Motoru da bir türlü yayıncı bulamıyor. 1944’de kendi parasıyla bastırıyor… Anında Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılıyor. Yeniden ve sansürlü basım ancak 1952’de yapılıyor. Ve fakat, Kestaneci Dostum’da olduğu gibi yine kitabın adı da sakıncalı bulunmuş olacak ki, Medarı Maişet Motoru’ndan tornistan edilmiş, Birtakım İnsanlar’a çevrilmiştir.

***

Nedir orada sakıncalı bulunan?

Romana kendisi gibi bir flanör de yerleştirmiştir Sait Faik. Öğretmen Fahreddin Asım. Sansür heyetinin sakıncalı bulduğu bölümlerin çoğu onun sözleri.

Bu dünya er geç, …insanı hayretlere gark edecek şekilde düzelecektir. Eh! O zaman biz de bize düşen vazifeyi yaparız. Uşak olamam. Tüccar mı olayım? Hangi köylüden, hangi malı, hangi insanın hesabına, hangi namuslu rayiçle alacağım? (sf. 110)

….

En fenası, en kötü cinsi, lakayt geçenlerdi. Yani bu ekmek, domates, tuz için çalışanları görüp de kafalarında ne bir sual ne bir cevap ne bir çareihal, hülasa bir kelime çıkmayan insanlar… (s. 130)

***

Bugünün ulaklarına, uşaklarına dair de çok şey söylüyor Sait Faik. Ve hepimize sesleniyor Öyle Bir Hikaye’de:

Bir ahlakımız olacak ki, hiçbir kitap daha yazmadı. Bir ahlakımız, bugün yaptıklarımıza, yapacaklarımıza, düşündüklerimize, düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlakımız.