Ulusal alegori ve gerisinde kalanlar
Selim Rumi Civralı'nın 'Atletik Politika' kitabı, İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Dört kısma ayrılan kitapta Civralı, okurları kendi düştüğü "dört kuyu"dan suların aydınlığıyla çıkarıyor.
Sevecen Tunç
“Korkunç Türk” lakabıyla dünyaya nam salan Koca Yusuf, Selim Rumi Civralı’nın 'Atletik Politika' kitabını okusaydı, bağlı bulunduğu pehlivan tekkesinden ustası olduğu peşrev geleneğine, güreşin her bir öğesinin yüklendiği derin anlamlar karşısında dehşete düşerdi. Bir hareket, bizzat yaparken dahi göründüğünden fazlasıdır çünkü. Eylerken sorgulamamak, belki de "anlamlar ağı"na takılmış budala bir balık gibi hissetmemek içindir… Geleneksel yağlı güreşlerin Orta Asya’daki şaman ayinlerinden el aldığını bilmenin bir güreşçiye yahut futbolun yarattığı din-dışı kutsallığı yeni-paganizmin bir biçimi olarak yorumlayabilmenin bir futbolcuya ne faydası olabilir ki? Hem Ahmet Haşim de benzer bir şey söylememiş miydi? Anlamını öğrenmek için şiiri ameliyat masasına yatırmak, ötmesinden sonsuz zevk aldığımız bir bülbülü eti için öldürmeye benziyor.
Spor bağlamında konuşmaya devam edersek, anlamı deşmek, oyunun amacına hizmet eden bir eylem değil kuşkusuz. Neticede ya zevk-eğlence ya da mücadele ve rekabet içindir oyun. Oyunu ve onların altında yatan bağlamları deşmek ise yeni anlam ufukları keşfetmek demek. Civralı, İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabında tam da bunu yapıyor.
Yazarın önsözünde dediği gibi bu kitap, yüzlerce yıllık hareket kültürünün mirasına "konan" spor hegemonlarını topyekûn alaşağı etme, ona kapılmış genç bünyenin sükûnetini bozma girişimi. Bu yönüyle bir "huzursuzluk" kitabı. Benim için ise tam anlamıyla "çölde vaha." Sadece çorak spor literatürümüze naçizane bir katkı olduğu için değil; perspektifi son derece geniş, antropolojik bir gözle gördüğü için de. Edebi dili de cabası.
Kitap dört kısma ayrılmış. Civralı kendi düştüğü "dört kuyu"dan bizi suların aydınlığıyla çıkarıyor. "Kartal Dansı" başlığındaki ilk bölümde, mitolojik ve antropolojik referanslarla oyunun iktidarla olan eskil bağlantılarına uzanıyoruz. Cengiz Han’ın sporcular ve şamanlar üzerinden topluma müdahalesini; Budist din adamlarının manastırların popülaritesini artırmak için düzenledikleri güreş festivallerini, Osmanlı pehlivan tekkelerinin iktidarın Türkleştirme-Müslümanlaştırma politikasında kazandığı mühim işlevi ve toplumsal ağın, rıza kültürünün, siyasi ve sosyal meşruiyetin bin yıl önce de spor ve sporcular üzerinden nasıl sağlandığını Civralı’nın satırlarından okuyoruz. Ayinlerin, törenlerin, şölenlerin, dansların ve adakların sembolik aleminde gezinen Civralı bizi de tarihin sihirli küresine bakmaya davet ediyor. Bu defa, gördüğümüzü yorumlayabiliyoruz da: Oyunlar üzerinde dinlerin ve inançların çağları aşan kültürel-spiritüel bir nüfuzu var. Budizm’in etkisini Moğol Şamanizm’inde, Moğol Şamanizm’inin mirasını ise ata sporu kabul edilen geleneksel güreşlerdeki yoğun sembolizmde görmek mümkün. Fiziksel ve ruhsal coğrafyalar değişse dahi oyunlar bu zengin ve girift muhteviyatını koruyor.
Selim Rumi Civralı’nın kalemi de farklı zaman ve coğrafyalarda gezinmeye devam ediyor. Yazar "Atlet Irk" başlıklı ikinci kısımda, sporun 19. yüzyılda maskülenlik, militarizm ve milliyetçilik ekseninde kazandığı misyonu ve bu misyona iliştirilen sportif niteliklerin simgesel mahiyetini masaya yatırıyor. Üstelik bu bölümün odağında okyanus aşırı bir diyarın yurttaşlarına dair bu topraklardan bir hikâye var: Anzaklar Gelibolu’da.
Britanya İmparatorluğu’nun bir parçası olan Avustralya’daki devlet okullarında atletizm, vatan müdafaasıyla, Britanya’ya bağlılıkla, savaşa hazırlıkla ilişkilendirilerek yüceltildi ve erkeklik kültürünün ayrılmaz bir parçası haline geldi. Avustralyalılar da tıpkı Britanyalılar gibi "spor ruhu"na sahip bir halktı ve Birinci Dünya Savaşı geldiğinde onlardan beklenen, uluslarının erkekliğini ve cesaretini kanıtlamalarıydı. Sadece sömürgeci imparatorluk değil, yerel iktidar ve basını tarafından da Avustralyalı sporcuların tıpkı spor sahasında olduğu gibi savaş alanında da başarılı olacağına yönelik bir kamuoyu hızla yaratıldı. Savaş ve spor arasında askeri söylemler, gazete manşetleri, orduya alım çağrıları üzerinden kurulan bu yakınlık ulusun kimlik inşasında olduğu gibi, Gelibolu’daki mağlubiyetin ardından gelen duygusal yıkımda da önemli rol oynayacaktı.
Civralı’nın üçüncü kısım itibarıyla Türkiye’nin yakın tarihine odaklanan çalışması, sporu ve fizik kültür politikalarını "ulusal alegori" kavramı eşliğinde düşünmemize de olanak tanıyor. Cumhuriyet’in ve devrimlerin her şeyin üzerinde bir kutsallık arz ettiği erken Cumhuriyet yıllarının kültürel ikliminde kadın bedeninin ve kadının sporla kurduğu ilişkinin bireysel değil kolektif bir benliğin tezahürü addedilmesini anlatıyor Civralı. Betimlemeleri yoğun, ama yorucu değil. Civralı, -kitabında atıf da yaptığı- Clifford Geertz’ın Bali horoz dövüşüne dair kült çalışması dahil olmak üzere nice etnografik ve antropolojik kaynaklarda ihmale uğrayan “kadın”ı tartışmaya dahil etmesiyle de övgüyü hak ediyor.
"İmparatorluk Kartalı" adını taşıyan dördüncü ve son kısımda yazar, kitabın birinci kısmında kuşlar üzerinden anlattığı hayvan sembolizmine yeniden başvuruyor ve Geertz’ın horoz dövüşündeki yoğun betimlemesinden güç alarak spor diplomasisini bir horozlanma hali şeklinde yorumluyor. Civralı, bir ülkenin kendisini diğer ülkelerle karşılaştırmasına olanak tanıyan, halkların milli duygularını yükselten bu hallenmenin izlerini öncelikle genç Cumhuriyet’in spor diplomasisindeki erken atılımlarından olan Balkan Oyunları’nda sürüyor. Kitabını da bu satırları okuyan çoğu okurun tanıklık ettiği yakın tarihli bir hikâye ile bitiriyor: Naim Süleymanoğlu namı diğer “Cep Herkülü”nün başarı hikâyesindeki anlam katmanlarını bir bir açarak…
Zamanın başbakanı Turgut Özal, hem iç hem dış politikaya yönelik büyük "horozlanış"ını beklenmedik bir şekilde güreşin yahut futbolun değil; halterin sunduğu siyasi ve diplomatik imkânlarla gerçekleştiriyor. Süleymanoğlu’nun yaşam öyküsü, Türkiye’ye ilticası, kazandığı uluslararası başarılar, Özal’a siyasi ve sosyo-kültürel projesini halk tabanında hâkim kılmak için gerekli tüm imkanları sunuyor. Süleymanoğlu sembolizmi ile Türkiye ve başbakanı Özal, sporda, siyasette ve ekonomide daha güçlü ve daha etkili bir ülke olunacağı şeklinde bir imaj yaratmayı başarıyor.
Selim Rumi Civralı’nın kitabı, eklektik bir örgüye sahip. Kitabın izleğine sadık okumayı öneriyor olsam da her bir kısım bağımsız birer deneme tadında. Değişen zamanların, farklı coğrafyaların ve hareket kültürünün çatısı altında pek çok farklı temanın katmanları arasında okurun da boyut değiştirebilme; sıçrayışlar yapabilme esnekliğine sahip olması gerekiyor. Neticede bu bir hareket kültürü kitabı. Civralı’nın dört kuyusuna derin dalış yapmaya; bölümler arasında uzun atlamaya hazır olun.