YAZARLAR

Ulusal sinemada devrimciler: İdealizmden mizah unsuruna trajik bir dönüşüm

Devrimcilerin mizahını yapan üretimler, toplumun devrimcilere bakışında yaşanan dönüşümü de resmeder. Toplumsal hareketliliğin kitleleri sürüklediği dönemlerin öğüt verici kitle önderi tiplemeleri filmlerinden (Maden, Arkadaş) sonra 12 Eylül sonrasında hapisten çıkan yorgun adam imajına dönüşten devrimciler, günümüzde "Muro"dan "Mahsun J"ye uzanan bir çizgide toplumun yaşadığı dönüşüme ayak uyduramamış, kitlesellikten marjinalliğe dönüşerek mizah unsurlarına evrildiler.

6 Mayıs, Türkiye’nin devrimci önderleri kabul edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın idam edilmelerinin yıldönümüydü. 52 yıllık süreçte popüler kültürü de içine alacak şekilde bir devrimci kahraman mitine dönüşen bu figürlerden sonra çok sayıda genç, onların ayak izlerinde yürümeyi seçti. Ulusal sinemamızda ise devrimciler 70’lerde ciddi ve güçlü, 80 sonrasında yenik ve melankolik, günümüzde ise çağın gerisinde kalan, güçsüz, şapşal bir mizah unsuru olarak karşımıza çıkıyorlar.

KİTLESELLİKTEN MARJİNALLİĞE TÜRKİYE'DE DEVRİMCİLİK

1960 sonrası gelişen toplumsal muhalefet hem öğrenciler arasında hem de köyden kente göçle oluşan işçi sınıfıyla toplumsal refleksler göstermeye başlamıştı. Öğrenci eylemleri yeni bir politik dinamik oluştururken çalışanlar arasında da emek eksenli mücadeleler görünür olmaya başlamıştı. Bu politik arka planın üstüne gelişen ulusal sinema da giderek salon filmlerinden toplumsal gerçekçi filmlere yelken açan örnekler ortaya koymaya başlamıştı. İşçilere odaklanan ilk film olan "Karanlıkta Uyananlar" (1965) bu dönemde çekilmişti. 1970 sonrasında devrimci hareketlilik giderek kitleselleşirken, devrimcilerin sinemaya yansımaları da giderek belirginleşmeye başladı. Yılmaz Güney’in 1974’te çektiği "Arkadaş" filmini bu çerçevede sayabiliriz. Güney filmde, sınıfsal farklılıkların yarattığı, insani çelişkiler üstünde durmuştu. Filmin idealist devrimci karakteri Âzem, Cemil’i dejenere yaşamından koparmaya çalışırken, üniversite zamanlarından tanıdıkları küçük çocuklardan biri olan Semra da büyümüş ve dönemin politik mücadelesine dahil olmuştu. "Arkadaş" filminde Yılmaz Güney, kendisinin canlandırdığı Âzem karakterini yanlışsız ve idealist bir örnek olarak sunarken esasen doğru olan yolu üniversite öğrencisi Semra karakteriyle sunar.

Semra, Âzem’in Cemil’i bu hayattan kurtarma mücadelesinin yanlışlığını Marksist bir önermeyle eleştirir:

"Cemil çürümenin, yozlaşmanın en yoğun biçimini yaşıyor. Bence kurtuluşu mümkün değildir, boşuna çaba harcıyorsun.
… Çünkü bir adamı şartlarından soyutlayıp düşünemezsin, onun şartları yaratmıştır bugünkü Cemil’i ve ancak şartlarının değişimiyle Cemil’in değişimi mümkündür.
Cemil’le uğraşmak bizim işimiz de değildir.
Kimdir bugün Cemil? Sınıf değiştirmiş, bozulmuş, çürümüş bir adam.
Biraz gerçekçi ol! Eski alışkanlıklarından kurtul. Sınıf açısından bak olaylara! "

Arkadaş (Yılmaz Güney)

Âzem, koşulları değiştirmeden Cemil’in değişemeyeceği gerçekliğini yaşayarak deneyimlerken bulunduğu zengin çevrenin etrafında çalışan işçilere sınıf bilinci vermeyi başarır. Burjuva ahlak anlayışını temsil eden Cemil’in karısından yediği tokattan sonra ise umudunu yitirmez:

"Bu tokadın hesabını bir gün mutlaka soracağız, bir gün mutlaka! "

Tam da Âzem’in burjuvaziden yediği tokattan sonraki son cümlesi Yılmaz Güney’in senaryosuyla bir yıl sonra çekilen yeni filme de isim olur: "Bir Gün Mutlaka".

Yılmaz Güney’in senaryosuyla Bilge Olgaç tarafından çekilen "Bir Gün Mutlaka" (1975) gerçek toplumsal gösteri ve grev görüntüleriyle başlar. Film, esasen en devrimci açılış filmi sayılabilir. Gerçek görüntülerden sonra da karşımıza çıkan kurgu görüntülerde de izleyiciyi ilk karşılayan geniş meydanlarda kitlelere seslenerek gazete satan devrimcilerdir. Sendikal faaliyet yürüten devrimci bir grubun günlük yaşamına odaklanan film gerçek kitlesel mitingler ve kalabalık toplantılarla dönemin yansıtılması açısından da önemli bir belge niteliği taşırken devrimci karakterlerin sunduğu önermelerle dönemin politik tartışmalarına girer. Toplantılarda adeta kameraya karşı Güney’in ideasından "Devrimci nasıl olmalıdır?" sorusuna cevap verir:

"Yaşamına ait çelişkiler meselenin özüne ulaşmamalı. Çözemediğin çelişkilerini içki içerek çözmen biz arkadaşlarını üzüyor. Bütün özel meselelerinden sıyrılmalısın Devrim yolu kesin bir sorumluluk yüklenmeni gerektiriyor. Bir devrimcinin yetişmesi kolay değildir. Tek bir devrimcinin kaybı bile mücadelemize zarar verir. Söylediklerimizi kararlı söylemeliyiz yoksa en doğru sözlerimiz bile faydasız kalır. Özellikle içki ve kadına karşı gösterilecek zaaf bizi mücadelemizden uzaklaşmaya götürür. "

1978 yapımı Yavuz Özkan’ın çektiği "Maden" filmiyse maden işçilerinin bilinçlenmesini ve kitlesel hareketliliğini anlatan bir yapımdı. "Maden" filminde devrimci bir işçinin, maden havzasında yaptığı işyeri örgütlenmesi ve bu örgütlenme sonucunda işçilerin yaşadığı sınıfsal dönüşüm süreci anlatılır. Cüneyt Arkın’ın madende çalışan devrimci bir işçiyi oynadığı film dönemin önemli bir tartışma konusu olan madende çalışan işçilerin ağır çalışma şartları altında örgütlenme süreçlerini resmeder. Önemli bir izleyici sayısına ulaşan film kitlesel devrimci sinema anlayışına önemli örneklerinden birini oluşturuyor.

Maden (Yavuz Özkan)

Yavuz Özkan’ın "Maden"den hemen sonra çektiği, 1979 yapımı "Demir Yol" filminde yine emek mücadelesi eksen olsa da 1 yıl içinde ülkede yaşanan dönüşüm daha net görülür. Bu kez odak iş kolu maden değil demiryolu işçileridir. Ancak bu kez konuya işçilerin dışında silahlı devrimciler de dahildir. Hasan’ın (Fikret Hakan) önderliğinde birleşen demiryolu işçileri greve giderlerken Hasan'ın kardeşi Bülent (Tarık Akan), silah zoruyla arkadaşlarıyla birlikte Migros’un satış kamyonunu kaçırıp gecekondu mahallesinde kamyonun içindekileri dağıtır. Kaçırdığı kamyonun şoförüyle diyaloğu ise filmin devrimci tipleme yaklaşımının özetidir:

"-Biz seni mi soyuyoruz yoksa seni soyanları mı?
-Anlayamadım beyim
-Anlayacaksın bir gün gelecek her şeyi anlayacaksın. Çaren yok, kurtuluşun bu. Biz seni soyanları, bu halkın iliğini kemiğini soyanları soyuyoruz. Eylemlerimizle halkın objektif gereksinimi dile getiriyoruz. Halkın baş düşmanlarına karşı savaşıyoruz.
-Vallahi ne bileyim beyim"

Vedat Türkali’nin senaryosuyla Süreyya Duru’nun çektiği "Güneşli Bataklık" (1977) filmi de dönemin politik atmosferini yansıtan grev ve işçi mücadelesiyle silahlı eylemlerin iç içe geçtiği bir fotoğraf verir. Toplumsal mücadele önderleri karanlık bağlantıları olanlar tarafından öldürülür. Bu atmosferde Gümüşhaneli işçi, devrimci hemşerisine sorduğu soruyla filmin mücadele önermesi de gün yüzüne çıkar:

"-Silah var mı?
-İşte bizim silahımız (broşürleri göstererek). Emekçi halkımız uyandı mı silahları boşuna patlar onların. En güçlü silahımız bunlardır. "

1980 SONRASI HAPİSTEN ÇIKAN DEVRİMCİ KARAKTERLER

Yapılamayan devrimin ardından 12 Eylül Darbesi’yle toplumsal hareketlilik bastırılınca devrimcilerin hapsedilme dönemleri başlamıştı. Hapse düşmüş devrimciler 1980’lerin ikinci yarısında yaşadıkları olanca travma ve kayıpla birlikte hapisten çıkmaya başlayınca bu kez yeni bir devrimci profil sinemada karşımıza çıkmaya başladı: Yenik Devrimci.

"Sen Türkülerini Söyle" (1986), "

Dikenli Yol (Zeki Alasya)

"Dikenli Yol"(1987), "Kimlik" (1988) gibi filmlerde hapisten çıkan ya da saklanmış insanın hüznü, yalnızlığı ve melankolisi hakim olur. Kimisi başka bir şehre gider, kimisi ailesiyle çatışmaya girer kimi zaman da evliliğinin içinde bocalayan bir profile dönüşür. 1980’ler sinemasında devrimciler eski bir zamandan arta kalmış sahipsiz bir eşya ya da rüzgarda savrulan kökünü yitirmiş bir ağaç dalı gibidirler. Bu dönemin filmlerinde devrimciler; eve dönen, sahipsiz, yorgun ve yenilmiş insanlardır. Yeni düzenle uyuşamıyor, ödedikleri bedel hiçe sayılıyor, toplumla, yakınlarıyla hatta kendileriyle uyuşamıyorlardır. Adeta Vietnam Savaşı'ndan dönen Amerikan askerlerinin yalnız ve sahipsizliklerine andırırlar.

2000 SONRASI DEVRİMCİ ÖRNEKLERİ: KENDİNE DÖNEN KAMERA

2000 sonrasında oluşan yeni sinema ortamında yeni temalar yeni sinemacılar, yeni soruları olan yönetmenler yetişmeye ve ilk filmlerini çekmeye başladı. Genelde kendi hayatlarından, deneyimledikleri dönem özelliklerinden hareketle ürettikleri filmlerde devrimci geçmişlerini merkeze alan yapımlarla ulusal sinemada kendilerine yer açmaya çalışanlar oldu. Bu dönem içinde devrimcilerin merkezde olduğu yapımlar olarak "Bahoz", (2008) "Sonbahar" (2008), "Aşk ve Devrim" (2011) filmlerini sayabiliriz.

Kazım Öz’ün yönettiği "Bahoz" filmi, Dersim’den İstanbul’a üniversite eğitimi için gelen Cemal’in İstanbul’daki yaşamı ve politik dönüşümünü anlatır. 90’ların başındaki politik atmosferin resmedildiği filmde Cemal giderek siyasi bir bilinç edinir. Kendisiyle aynı kültürel ve etnik kökenlerden gelen arkadaşlarının da etkisiyle örgütlü bir mücadelenin içinde yer alır. Dönemin üniversite ortamı, gençlerin ilişkileri, politikaya bakışları filmin ana unsurlarıdır. Politik atmosferin giderek sertleşmesiyle kutuplar belirginleşirken üniversitede kalmak da giderek zorlaşacaktır. Bahoz için sinema yazarı Zahit Atam oldukça iddialı bir değerlendirme yapmıştır: “Bahoz iki açıdan önemlidir; bir karakterin zaman içinde dönüşümün, devrimciye dönüşümünü anlatmak ve ikinci olarak devrimci bir topluluğun hem çalışma tarzını hem de iç dünyasını sinemasal olarak vermek. Bahoz, Türkiye sinema tarihindeki ilk devrimci karakterleri içeriyor."

Bahoz (Kazım Öz)

Serkan Acar’ın ilk uzun metraj filmi "Aşk ve Devrim", "Bahoz"a yakın bir dönemin fotoğrafını çekiyor. Doksanların başında İstanbul Üniversitesi’nde okuyan gençlerin bir örgüt disipliniyle devrimci mücadele içinde yer almalarını anlatıyor. Yönetmenin kişisel yaşam duraklarında bir dönemi resmeden yapımda yoldaşına aşık olan genç devrimci Kemal’in kafa karışıklığı içinde bocalamaları anlatılırken fonda yer alan devrimci mücadele de her geçen gün biraz daha radikalleşiyordur. Filmde gösterilen öğrenci hareketleri, sendika çalışmaları, örgüt içi ilişkiler, Sovyetlerin dağılışının devrimci mücadeleye etkileri, devrimci şiddet, polis baskıları gibi birçok olay ve olgunun etkilerini izleriz. Yönetmen verdiği röportajda şöyle der: "Biz bu filme başlarken bir Afrika atasözünden yola çıktık: 'Aslanlar kendi tarihini yazana kadar av hikâyeleri hep avcıları övecektir'."

Özcan Alper’in ilk uzun metraj çalışması "Sonbahar", devrimci mücadele içinde yer alan genç bir üniversite öğrencisi iken tutuklanıp 10 sene hapis yatan Yusuf’un sağlık sorunlarından dolayı salıverilmesinden sonraki ömrünün son zamanlarını anlatır. Hopa’nın köylerinin eşsiz görüntüleriyle anlatılan öykü, bir devrimcinin insani özelliklerini sinemaya yansıtıyor. Gürçü, Hemşin ve Rus kültürüne de belirgin göndermeler barındıran film, etnik ve kültürel özellikleri başarılı bir sinema dili içinde eritmişti.

YÜKSELEN YENİ AKIM: MURO'DAN MAHSUN J'YE KABA DEVRİMCİ MİZAHI

2000 sonrası popüler kültürde yükselen bir yaklaşımsa devrimci tipleme mizahı oldu. Kimi zaman "Ruhsar" gibi dizilerde eski solcu ajans patronuyla solcu terminolojisiyle zengin patron mizahı yapılırken hem dizi hem de daha sonra sinema filmi olarak karşımıza çıkan "Muro" (2008) tiplemesi mizah öğesini hakaret düzeyine taşıyan bir çizgide yeni bir imaj yarattı. Devrimci fikirler taşıyan bir örgüt mensubunun kullandığı politik terminoloji ve zekadan yoksun davranışlarının kaba güldürüsü olan "Muro" filmi, 2 milyondan fazla izleyici tarafından izlenen kitlesel bir kaba güldürüydü. Farklı filmlerde de devimci tipler üzerinden çeşitli mizahi göndermeler yapılmakla birlikte (Dondurmam Gaymak- Entel Köy Efe Köye Karşı) "Muro" filminde mizahtan ziyade küçük düşürücü, alçalıcı bir tavır görülür. Özellikle bazı sahnelerde belirgin olarak görülen bu yaklaşımı devrim ve devrimcilik olgusuna saldırgan bir hırs göze çarpar. Ülkede yükselen hakim siyasi atmosferin devrimci algısına uygun olan yapım, devrimcilerin etki alanının sığlaşmasını da gözler önüne serer. Sonraki dönemde son 15 yıllık süreçte bu profilde irili ufaklı stand up anlatısı, televizyon skeci, dizi ya da sinema filmi tiplemesi olarak üretimler yaygınlaştı. Son örnekse dijital platform dizisi "Mahsun J"de karşımıza çıkıyor. Jigololuk yapmaya başlayarak yoksulluktan kurtuluşu bedenini kiraya vermekte bulmaya çalışan Mahsun, şehrin kenar mahallesinde konuşlanmış devrimci tiplerin takıldığı kahveye uğrayıp onlarla dalga geçmekten çekinmez. Politik tipler ise yarım akıllı, kaba ve şapşal halleriyle karşımızda belirirler.

Mahsun J

Artık görsel dünyada devrimciler öğüt veren değil dalga geçilen öğeler olarak beliriyorlar. Üstelik artık güç unsurlarından yoksunlaşmış haldedirler. "Muro"da bir iktidar alanları varken "Mahsun J"de olduğu gibi giderek o iktidar alanları da kaybolmuştur. Devrimcilerin mizahını yapan üretimler, toplumun devrimcilere bakışında yaşanan dönüşümü de resmeder. Toplumsal hareketliliğin kitleleri sürüklediği dönemlerin inandırıcı, öğüt verici kitle önderi tiplemeleri filmlerinden (Maden, Arkadaş) sonra 12 Eylül sonrasında hapisten çıkan yorgun adam imajına dönüşten devrimciler, günümüzde "Muro"dan "Mahsun J"ye uzanan bir çizgide artık toplumun yaşadığı dönüşüme ayak uyduramamış kendine taraftar toplamakta zorlanan, kitlesellikten marjinalliğe dönüşerek mizah unsurlarına evrildiler.


Rıza Oylum Kimdir?

1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, RadikalGenç, Birgün, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı, Sendika.org, ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri ve İran Sineması kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihâzırda bir vakıf üniversitesinde sinema tarihi dersleri veriyor. Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.