Ümidi kesme yurdundan
Toprağını, ormanını korumaya çalışan kadınların fotoğrafı karşısında bizi heyecana kapılmaktan alıkoyan nedir?
Şu fotoğrafı hatırladınız, değil mi?
2021 yılında Rize’nin İkizdere ilçesindeki İşkencedere Vadisi'nde Cengiz Holding tarafından açılmak istenen taş ocağına karşı direnişin sembolü olmuştu bu fotoğraf. İnadı ve ısrarı, demek ki ümidi imler gibiydi. Kolluk güçleri karşısında eli belinde dimdik duran bu kadın, epeyce coşkulandırmıştı bizi.
Şimdi de şu fotoğrafa bakın...
Bu fotoğraf da dün bu sayfalarda yayınlandı. Muğla İkizköy’deki Akbelen Ormanı’na sabaha karşı beş buçukta kesim motorları ile girildiği ve yemyeşil çamların kesilmeye başlandığı haberinin "görseli"ydi. Haberde, olası bir direniş ve engellemeye karşı tedbir olarak, bölgeye çok sayıda jandarma ekibi ve TOMA’nın sevk edildiği de söyleniyordu. Nitekim günün ilerleyen saatlerinde gelen bir diğer haber, ağaçların kesilmesine karşı çıkan köylülere jandarmanın biber gazıyla müdahale ettiğini, gözaltına alınanların olduğunu söylüyordu.
Bugün bu fotoğraf diğeriyle aynı duygusal coşkuyu veriyor mu?
Büyük ihtimalle vermiyor.
Diğerinin aksine bunda, inat ve inancın, demek ki ümidin boşa çıkmış olduğunu imler gibi, çaresizce yere serilmiş kadınlar var. Ama herhangi bir duygusal coşku vermiyor oluşunun sebebi bu değil; muhtemelen, daha inatçı, daha ısrarlı, demek ki daha ümitli bir duruş, bir bakış gösteriyor olsaydı bile o coşkuyu vermeyecekti. Çünkü Rize’nin İkizdere ilçesinde son seçimde, Cengiz Holding’i kendi gözdesi bellemiş olan siyasal iradeye milletvekili seçiminde yüzde 85’in, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise yüzde 88’in üzerinde oy çıktı.
Bugün Akbelen Ormanı’ndaki ağaç kesimini de, kömür maden sahasını genişletmek için, Limak Holding ve IC Holding ortak iştiraki YK Enerji yapıyor. Bu toplumun yüzde 52’sinin bizi beş yıl daha yönetme yetkisi verdiği iradenin gözdeleri bunlar da; Akbelen Ormanı'nı, tıpkı İkizdere gibi, o iradenin izni ve onayıyla katledebiliyorlar. Heyecanımızı ve coşkumuzu alıp götüren şey bundan başkası değil. Yine gidip onlara oy verdiler diyoruz ya, işte bu fotoğraf karşısında da "yine gidip onlara oy verecekler" diye düşünüyoruz.
Böyle düşündüğümüz için büyük bir ümitsizlik ve karamsarlık içindeyiz. Muhalefetin güncel dağınıklığı da hâletiruhiyemize eklenince, başka bir konu konuşmaz hale geldik. Varsa yoksa ümitsizlik, bıkkınlık, çaresizlik... Öyle ki, politika konuşmak bile içimizden gelmiyor. (Gazete Duvar'dan Meral Candan’ın haberi bu "politik depresyon"u çok güzel özetliyordu.)
Bu ülke gözden mi düştü, değerini mi yitirdi? Niye onun sorunları hakkında konuşmak içimizden gelmiyor?
Belki anlık bir hayal kırıklığı, küçük bir şok olabilir, ama değer vermemek olmaz, mümkün değil. Mevcut durumuna bakarak bu ülkeye değer vermemek, onu mevcut durumuyla ebedileştirmek olur, çünkü bir vazgeçiştir o. Halbuki mevcudu değiştirme imkânı ancak ona değer verdiğimiz anda doğar.
Çünkü özlediğimiz ülke, şimdikinin varlığında içerilmektedir; ışıl ışıl bir camın soluk gri bir kum yığınının varlığında içerilmesi gibi. Yani ülkenin mevcut durumu, onu değiştirmek için işlenecek malzemenin ta kendisi olduğu için değerlidir.
Her şeye rağmen yaşamaya yardım eden bir tür yalan, bir tür ütopik oyalanma değildir bu. Aksine, onun güncel distopik karakterini (ya da ütopik yetmezliğini), ilerideki somut geleceğin bir simgesi, daha da önemlisi, bir nedeni olarak okumaktır; bu haliyle ebedileşmemesi için, mevcut hâl içindeki imkânlarını önemsemek, bir malzeme olarak işleme almaktır. Bunun ilk adımı da (Nâzım Hikmet, “Hürriyetin ilk şarkısı, anlamaktır” diyor ya hani, işte ona benzer şekilde) seçim sonuçlarının analizinde, güncel politikanın sığ yaklaşımlarını değil, topluma ait bilgiyi, politikanın toplumsal bilgisini dikkate almaktır; biz esasen bunu ihmâl ettiğimiz için karamsarız. Umutlu olmak için, bir olgu olarak Mayıs 2023 seçim sonuçlarına nasıl gelindiği, Mayıs 2023 seçimleri denen olgunun kökenleri ve sebepleri üzerine düşünmemiz gerekiyor.
Modern dünyayı bir “cehennem” ve halihazırdaki gidişatı da “cehennemin dibine doğru kararlı bir ilerleyiş” olarak betimlemiş olan Eleştirel Kuram’ın temsilcilerinde Herbert Marcuse’ye göre, bugünkü cehenneme gelişin kökenlerini araştırmak ve tarihsel sebeplerini irdelemek, eleştirel toplum kuramının bir parçasıdır. Böyle bir eleştiride hiç kuşkusuz ki bazı değer yargıları rol oynamaktadır. Bunlar iki noktada temellenir. Birincisi, insan yaşamının yaşamaya değer olduğu, ya da yaşamaya değer olabileceği ve değerli kılınması gerektiği yargısı. Bu yargı tüm zihinsel çabanın temelinde yatmaktadır; bunun yadsınması toplum hakkında çalışmanın, toplum üzerine düşünmenin yadsınmasıdır. İkincisi de, verili bir toplumda, insan yaşamının iyileştirilmesi için belirli olanakların ve bu olanakları gerçek kılmanın belirli yol ve araçlarının var olduğu yargısıdır. Eleştirel bir çözümlemenin bu yargıların nesnel geçerliliklerini kanıtlaması ve kanıtlamanın somut/olgusal nedenler üzerinde ilerlemesi gerekmektedir.
Mayıs 2023 seçim sonuçları eleştirel bir toplumsal çözümlemeyi hak ediyor. Çünkü: Türkiye'mizde insan yaşamı yaşamaya değerdir ya da yaşamaya değer olabilir ve değerli kılınması da gereklidir. Aynı zamanda, mevcut haliyle Türkiye'mizde, insan yaşamının iyileştirilmesi için belirli olanaklar ve bu olanakları gerçek kılmanın belirli yol ve araçları da vardır. Türkiye'mize dair böyle bir iyimserliğin nesnel geçerliğinin kanıtı ve bu kanıtın olgusal nedenleri, politik aktörlerin toplumsal tabanlarının oluşma biçimleri, (daha kesin bir ifadeyle) toplumsal sınıfların politikleşme süreçleri, toplumsal sınıfların politik tercihlerinin belirlenme biçimleridir.
Toprağını, ormanını korumaya çalışan kadınların fotoğrafı karşısında bizi heyecana kapılmaktan alıkoyan bu konuyu gelecek yazıya bırakalım.