Ümit Güçlü’nün 'Sessizlik Partisi'
Ümit Güçlü'nün yeni şiir kitabı 'Sessizlik Partisi', Ketebe Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, “Düşmek Taşı”, “Küçük Robotlar” ve “Rüyadan Uyanmak” başlıklı üç bölümden oluşuyor.
Şiir kurmak; duyguyu, düşünceyi, duyarlılığı, farkındalığı şiire dönüştürmek; dildeki şiir uçlarından şiir yapmak şairin emeğiyle, uğraşısıyla, çabasıyla, cebelleşmesiyle, ısrarıyla, inadıyla mümkün. Şiirin kolay bir iş olduğunu düşünenler yok mu, elbette var. İhtimal o ki onların çoğu ya hiç şiir okumamış ya da şiir kılıklı, hamasi sözlere maruz kalmış kişiler. Şiir bazen tek bir sözcük de olabilir. O tek bir sözcüğü bile şiir yapmak için şairin, ne büyük bir emek sarf ettiğini anlayabilmek, daha doğrusu şairin harcadığı emeğin büyüklüğünü kavramak için okur olmak yetmeyebilir, şiir okuru olmak gerekir. Şiir okuru, aynı zamanda bir süzgeçtir. Şiir adıyla dolaşımda olan ve harcanması gereken emekten mahrum kalmış ürünleri de hak ettiği yere yerleştirir şiir okuru.
Şairin olduğu kadar şiir okurunun da eğitmenidir şiir. Bu vesileyle şunu da bir kez daha tekrar edelim: Şiirin şiirden başka okulu yok.
İlk, ikinci, hatta üçüncü kitabını son on yıl içinde yayımlayan yeni kuşak şairlerin, üretim hızlarının bir hayli yüksek olduğu görülüyor. Ne diyelim “gençlik ateşi”… Olabilir (mi)…
Gençlik ateşiyle üçüncü kitabını okurla buluşturan isimlerden biri de Ümit Güçlü (1989). Daha önce 'Dehşetler İçerisinde' (2015), 'Radyodan Bütün Gün Saçlarının Dağınıklığını Söylediler' (2017) ve 'Suç Şiir' kitapları okurla buluşan Güçlü’nün Ketebe Yayınları'ndan çıkan yeni yapıtı, 'Sessizlik Partisi' adını taşıyor. Kitap, “Düşmek Taşı”, “Küçük Robotlar” ve “Rüyadan Uyanmak” başlıklı üç bölümden oluşuyor.
Taşı düşürmek, taşa düşmek, taş düşürmek (çoğaltmak olası) gibi çağrışımları olan “Düşmek Taşı” başlıklı bölümünde yer alan “Karşı Taraf” başlıklı şiirden alıntıyla devam edelim. Şiirde, gerçekten de başlıkta dile getirildiği gibi bir karşı taraf söz konusu. Coğrafi anlamda karşı taraf olarak Gürcistan… Şiirin altındaki notta, Tiflis 2019 ibaresi bulunmakta. Gürcü halkının mitolojik kadın kahramanı, ana tanrıçası da şiirde, şaire göre karşı taraf oluyor. Bir anlamda kültürel karşı taraf. Türkiyeli Müslüman misafir için ev sahibi Hıristiyan Gürcü; hem de erkek olan şairin karşı cinsi olarak kadın.
“Karşı Taraf”ta ayrıca bir de sevgili var. Ama o, belli belirsiz bir ifadeyle yer alıyor şiirde. Şiirdeki gerilimin, hatta çatışmanın kaynağının da bu imalı, metaforik ve ezoterik dil olduğunu belirtelim. İma, gerilim ve çatışma kavramlarının altını çizmek istiyoruz. Çünkü Ümit Güçlü’nün kitapta yer alan diğer şiirlerini de okurken göreceğiz ki şairin diliyle okur arasında bu kavramlar kılavuz rolünü üstleniyor. Sözünü ettiğimiz şiirden alıntımızı okuyalım:
Madloba, diyordum Gürcü gözünde Teşekkür
güneşi yanında mı getirdin deseydim kalp kısarak
yağmur altı, beş dakikada anlatamam
bavuluma ne koyuyorum
devasa bir heykeli Kartlis Deda – Koruyucu Ana
sessizlikten yapılma bir başkent
birkaç Nazmi Ağıl şiiri
bin dakika olsa anlatamam
kazağı eline alıp yavaşça katlamanı
karşı tarafındasın sırtında kılıçlar
Deda, bizi de koruyor tanımadığı halde
Madloba gözleri Çin güzeli
bu gece bulutların içinden geçeceğiz
ikimizi de tanıyan karanlık bulutlar
Roland Barthes yazının iletişim ve aktarma aracı olarak kabul edildiğini, ancak yazının bir de saklama özelliği olduğunu dile getirir. Bunu şiir için de söyleyebiliriz. Şiirin iletişim, aktarma özelliklerinin yanı sıra bir de saklama özelliği vardır. Elbette şiirin sık karşılaşılmasa da kendisine karşı olmak, kendi kendisini silmek gibi bir özelliği daha vardır. Ece Ayhan’ın “silerken silinen silgi” sözüyle kastettiği, şairdir. Fakat bazen “silerken silinen silgi”nin şiir olduğu da görülür.
Şiirleri, Güçlü’nün de böyle bir istek içinde olduğu izlenimi veriyor. Ama bu şimdilik, gerçekleşmemiş bir heves gibi duruyor.
Şiiri silmek çok önemli, çok iddialı olabilir. Ancak şiirin şiiri neden sildiği sorusunun da bir yanıtının olması gerekir. Çünkü yanıtı olmayan soru, soru değildir; sorundur. Bu arada, Ümit Güçlü ve şiirleriyle ilgili izlenimden söz ediyoruz. İzleniminse, biliyoruz ki zemini her zaman kaygandır. Yorum gibi… Yoruma dayalı çıkarımlar da tartışmaya açıktır.
Kitabın “Küçük Robotlar” başlıklı ikinci bölümündeki şiirlerin en dikkat çekici özelliği, “eyvah, şair sen ne yaptın” dedirtmesi…
Güçlü’nün dili ve şiiri daha çok toplumsal eleştiriye yaslanmayı amaçlıyor. Kitapta, bilhassa ikinci bölümdeki şiirlerde öne çıkıyor bu tavır. Ümit Güçlü, “Küçük Robotlar” bölümünde orta sınıfı; o sınıfın bireylerini, “ofistik beylerini”, “plazaboy kadınlarını”, onların yaşamlarını, yaşam biçimlerini belirleyen değer yargılarını eleştirmeye niyetleniyor. “Ofistik beyler” desek de Güçlü’nün odağında, aslında değişik adlarla kadınlar yer alıyor. Güçlü, bu bölümde yer alan ilk üç şiirde “Lab 217”, “Merve Hanımefendi İçerde”, “Merve Hanımefendi Dışarda” başlıklı şiirlerde Senaları, Merveleri varlıklarıyla, varoluşlarıyla, etik değerleriyle, estetik beğenileriyle eleştirisine konu etmek istemiş. İstemiş diyoruz, çünkü niyetlenmek gerçekleştirmenin yarısı. Yeri gelmişken, Ümit Güçlü’nün eleştirisinin daha çok yergi düzeyinde olduğunu da belirtelim.
Birçok şairin reklamcı, metin yazarı olduğu bilinir. Şair, müşteri temsilcisi, satış temsilcisi olarak da çalışabilir; “ekmek parası”dır. Fakat hiçbir şair, şiirinde gizli ya da açık reklam yapmaz. Hiçbir şair, şiirinde bir pazarlamacı, müşteri temsilcisi, satış temsilcisi olmak, o konuma düşmek istemez. Şiirde şair, şairdir. Şairin ne ve kim olduğunuysa örneğin, modern Türkçe şiirin deneyimi ve birikimi tüm ayrıntısıyla tarif eder.
Sanatta, edebiyatta, şiirde herhangi bir biçimde gizli ya da açık olarak marka, ürün, firma reklamı, tanıtımına göz yumulmaz. Eleştiri amacıyla dahi olsa herhangi bir ürünün, markanın, firmanın adının açıktan yazılması doğru değildir, hoş karşılanmaz.
Ümit Güçlü, şiirlerinde birtakım markaların, firmaların, ürünlerin adını olduğu gibi, açıkça dile getiriyor. Eleştiri niyetiyle yapıyor bunu belki. Ama niyeti ne yazık ki amacına, hedefine ulaşmıyor. Maksadını aşıyor. Tam da deyimde olduğu gibi: Kaş yapayım derken göz çıkarıyor. Güçlü’nün maksadı, anlaşıldığı kadarıyla Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Orhan Pamuk gibi yazarların “markalaşmasını” eleştirmek. Ama yadırgatıcı bir sonuç çıkıyor ortaya.
Her şeyden önce, bu isimler eşya ya da nesne değil. Konfeksiyon ürünü hiç değil. Daha da önemlisi, insanlar marka değildir. İnsanları marka olarak görmek, değerlendirmek reklam ve reklamcı jargonudur. Kaldı ki anılan bu isimler birer pop ikonu da değiller. Çok okunmaları, kitaplarının çok satması bir reklam ve pazarlama başarısı olabilir. Bu onların, kültür endüstrisinin sağladığı avantajları kullanmak için harcadıkları çabanın sonucu gerçekleşmiş bir şey mi? Elbette Güçlü de bilir; ne Yaşar Kemal, ne Sabahattin Ali hayatta. Ayrıca onların adlarının, kimliklerinin, kişiliklerinin arkasında uzun ve zorlu bir mücadele geçmişi var.
Modern Türkçe edebiyattaki yerleri ve varlıkları tartışma götürmeyecek yazarları konfeksiyon markalarıyla bir tutmak ne demek oluyor? Eğer niyet onları değersizleştirmek değilse bunu nasıl yorumlamalıyız? Güçlü’nün dizeleri, şiirleri orta sınıfı, bu sınıfın bireylerini, onların ritüellerini, ikonlarını, birtakım markaları tapınç nesnesi haline getirmelerini eleştirmek isterken Yaşar Kemal’i, Sabahattin Ali’yi değersizleştirme niyetinin dışavurumuyla sonuçlanıyor.
Güçlü’nün; “eyvah, şair sen ne yaptın” dedirten şiirlerindeki yaklaşımını; birtakım ürün kurum kuruluş markalarını, adlarını açıkça dile getirmesini eleştirenleri, ünlü yazarların çok okunurluğunu değersizleştirmeye yönelik bakış açısına karşı çıkanları, bu konuda uyarıda bulunanları dikkate alacağını umuyoruz. Çünkü bahse konu şiirlerde saydığımız kadarıyla sekiz ayrı markanın, firmanın adı doğrudan dile getiriliyor. Bu şiirin tabiatına aykırı durumun, bu bariz yanlışın savunulacak bir yönü yok. Örneklemek için bile olsa bu şiirleri, dizeleri alıntılayarak yanlışı tekrarlamak istemiyoruz.
“Küçük Robotlar” bölümündeki şiirlerin teknik olarak bir kamera kaydıymış izlenimi verdiğini de belirtelim. Mekân olarak merkezde, şiirlerin adlarından da anlaşılacağı gibi bir klinik ya da hastane ortamı yer alıyor. İlk şiirin kişisinin adının “Doktor Sena” olması da bu izlenimi destekliyor diyebiliriz.
Ümit Güçlü, orta sınıf bireyleri, onların değerlerini, beğenilerini, seçimlerini, davranış kalıplarını, popüler ürünler ve fetiş nesnesi haline gelmiş başka eşya, araç gereçlerle ilişkilerini de hedef alan yergisini kitaptaki diğer şiirlerinde de sürdürüyor.
“Rüyadan Uyanmak” başlıklı üçüncü bölümde bir tazı karakteri çıkıyor karşımıza. Bu bölümdeki şiirlerin mekânının “savaş meydanı” olduğunu da kaydedelim.
Üçüncü bölümdeki şiirlerde yalnızca koşan bir tazı yok; tazıyla birlikte koşan şiirler var. Daha doğrusu bu bölüm bir film şeridi gibi. Savaşı, yıkımı, kıyımı; geçmişi, anıları ve şimdiyi, şu anı iç içe geçmiş biçimde arka arkaya yansıtan, anlatan şiirler... Yaşamın bir savaş meydanı olduğu imasıyla birlikte diye ekleyelim ve üç şiire yer verilen üçüncü bölümün ilk şiiri “Rus Tazısı Mix Yıldızlararası” başlıklı şiirden bir betik aktaralım:
bir savaş meydanında geçen 1 saat
dünyada yaklaşık 1 dünya yılı
dökülmüş dişler, çıplaklık, hücum sesleri
Rus tazılarıyla avlanırken silahın hızdır
1 tavşan için geçen 1 saniyelik Yerçekimi
çok acıdır bu, ayaklarının yerden kesilmesi
ay yüzeyi gibi ama değil
kara batmak gibi tavşan için
tazı için geçen 1 saniye, geçmemelidir
Ümit Güçlü, yergiden eleştiriye geçebildiği ve ayrıca betimlemekle yetinmeyip çözümlemeye yöneldiği takdirde şiirlerinden yansıyan önemli bir engeli aşabilir diye düşünüyoruz. Bunu yapabilir mi? Yapısal bir dönüşümle neden olmasın? Şiir, Güçlü’ye bu dönüşümü dayatabilir. Şiirlerindeki teknik deneyim, yönelim Güçlü’nün potansiyeline işaret ediyor. Kitabında, Güçlü’nün arayış içinde olduğunu, bundan kaynaklı şiirin sancısını, ağrısını yaşadığını gösteren birçok emare söz konusu…