Ümran Safter: Bugün Türkiye’de çok güçlü bir feminist kadın hareketinden bahsetmek mümkün
Yönetmen Ümran Safter'le "Kabahat" filmini konuştuk. Safter, "Her görüşün keskin harflerle anlatıldığı sosyal medya çağında duru, yalın ve sade bir film yapmak istedik" dedi.
DUVAR - "İstanbul'un Gözü", "Kadın Olmanın Günahı", "Sevan Bıçakçı", "Kapıyı Açık Bırak" gibi belgesel filmleriyle tanınan Ümran Safter'in yönetmenliğini üstlendiği "Kabahat", 33'üncü Ankara Film Festivali kapsamında izleyicilerle buluştu. Çankırı'da çekimleri gerçekleştirilen film, gelenekler, taassup ve batıl inançların ortasında kalan 13 yaşındaki bir kız çocuğunun hikâyesini anlatıyor.
Yapımcılığını Suraj Sharma, görüntü yönetmenliğini ise Bertan Özer'in yaptığı filmin oyuncu kadrosunda Mina Demirtaş, Ece Demirtürk, Işıl Acaray, Berivan Edebali, Kayra Kalaycı, Eray Yasin Işık ve Mine Demirtaş yer alıyor.
Ümran Safter'le "Kabahat"i ve kadınların toplum tarafından gördüğü baskıyı konuştuk.
“Kabahat” ilk uzun metraj kurmaca filminiz. Film, yaz tatilini babaannesinin yanında köyde geçiren Reyhan’ın erkek egemen geleneksel toplumla, kadınların ‘kabahat’ olarak kabul ettiği olgularla tanıştığı bir büyüme ve başkaldırı hikâyesi. Filmin fikri ilk olarak nasıl ortaya çıktı?
Her hikâye bana göre biraz otobiyografiktir. "Kabahat"in senaryosunda da kendi çocukluğumdan, arkadaşlarımın hikâyelerinden esintiler var. Sonuçta hepimiz, tüm kadınlar büyüme sürecinde aynı baskılarla, aynı korkularla yüzleşiyoruz. Ve bu korkularla baş etmenin yollarını da bir şekilde öğreniyoruz. "Kabahat"i yazmaya yapımcım ve aynı zamanda eşim olan Suraj Sharma’nın teşvikiyle başladım. Çocukluğumda yaşadığım ve ona anlattığım bir hikâyeden çok etkilenmişti. Bu hikâyenin uzun metraj filme dönüşmesini çok istedi ve bunun için çok uğraş verdi. Tüm bu süreçte senaryo danışmanım Zafer Şengül’ün de katkısı çok büyük oldu.
'TÜM DİYALOGLARIN GERÇEKÇİ OLMASINI İSTEDİM'
‘Ergenliğe yeni adım atan’ bir karakteri yazarken nelerden etkilendiniz? Film bir başkaldırı hikâyesi anlatsa da didaktik bir anlatım tercih etmiyor. Bu anlatımı bilerek mi tercih ettiniz?
Senaryoyu yazdığım dönemde hikâyenin geçtiği Çankırı’nın Akçavakıf Köyü’nde epeyce zaman geçirdim. Burası aynı zamanda benim doğduğum ve belli bir yaşa kadar yaz tatillerini geçirdiğim bir yer. Köyde kadınlarla ve kız çocuklarıyla sohbet imkanı buldum. Hurafelerin, din soslu taassubun kadınları nasıl cendereye aldığını daha da yakından gözlemledim. Ayrıca senaryomda anlattığım bir olayın, gerçekte yaşanması da beni derinden sarstı. Aynı köyden 26 yaşındaki iki çocuk annesi bir kadın, cin çarptı diye hoca hoca dolaştırılıyordu. Oysaki beyninde tümör vardı ve istemsiz yüzünün kasılması sadece bundan ötürüydü. Eşi ve ailesi durumu fark ettiğinde iş işten geçmişti ve uzun bir koma sürecinden sonra hayatını kaybetti. Bu olay, filme olan inancımı ve arzumu daha da pekiştirdi. Anadolu’da bu durumda olan pek çok kadın var.
"Kabahat"i yazarken tüm diyalogların gerçekçi olmasını istedim. Aynı zamanda mekanın, oyunculukların, çekim tekniğinin ve ışık kullanımının da doğal olmasını istedim. Filmin görüntü yönetmenliğini yapan Bertan Özer ile filmin estetiği üzerinde epeyce çalıştık. Her Şeyin altının kalın çizgilerle çizildiği, her görüşün keskin harflerle anlatıldığı sosyal medya çağında duru, yalın ve sade bir film yapmak istedik.
Film, Reyhan’ın İstanbul’daki yaşamını, annesinin şehirde nasıl olduğunu paylaşmıyor izleyiciyle. Reyhan ve ailesi İstanbul’da nasıl bir hayat sürüyor?
Reyhan, İstanbul’da kenar mahallede yaşayan bir işçi çocuğu. Her yaz tatilini babaannesinin köyünde geçiriyor tıpkı benim yaz tatillerini köyde geçirdiğim gibi. Köy yaşamı geleneksel kültür kodlarıyla şekillenmiş, inanç sistemiyle belirlenen, bu nedenle bireyi, bireyselliği, farklılıkları, yeniyi kolaylıkla kabul edebilecek bir ortam olmaktan oldukça uzak. Reyhan, bu yüzden de hayata dair kendi enerjisiyle, gelenekselin dayatmasından ortaya çıkan bir karabasanın arasında kalıyor ve kendince bundan kurtulmanın yollarını arıyor.
Filmde günlerce süren su kesintisi nedeniyle Reyhan’ın ‘çarpılma korkusu’ yaşaması, ‘kirli’ hissetmesi gibi sembolik anlamlar bulunuyor. Kadınların 'kirli hissetmesini, günümüzde dahi bu gibi korkular yaşamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Hikâyenin de ana temasını oluşturan regl konusu, hala büyük oranda tabu olma özelliğini koruyor. Hala konuşulması ayıp sayılıyor. Hala pedler siyah poşetlerde satılıyor. Görece olarak daha muhafazakar yerlerde bu taassup kadınlar açısından çok daha sorunlu bir hal alıyor. Daha geçenlerde bir belediyenin kadın öğrencilere dağıttığı pedler dinci medyada epeyce eleştiri konusu olmuştu.
'KADIN, VAROLUŞSAL KİMLİĞİ GEREĞİ KABAHATLİ OLARAK NİTELENİYOR'
Film, ataerkil toplumun genç kızlara regl olmalarından itibaren uyguladığı baskıyı açık açık, kurgu değilmişçesine yansıtıyor perdeye. Toplumun normlarına göre hareket etmeyen kadınların yaptığı her hareket, söylediği her cümle ‘kabahat’ sayılıyor. Kadınların, kız çocukların bu koşullar içinde yaşaması hakkında neler söylemek istersiniz? Toplum olarak neler yapılmalı, ilerleyeceğimiz daha çok uzun yollar var mı?
Bizim gibi ülkelerde ahlakın odağına kadının gözetimi ve denetimi meselesi yerleştiriliyor. Sanki doğuştan günahkâr olma hali sadece kadınların omzuna yüklenmiş durumda.
Kadın, günahkâr olmaya en yakın, ahlakı bozma potansiyeli en yüksek unsur olarak görülüyor. Yani varoluşsal kimliği gereği kabahatli olarak niteleniyor. Patriyarkanın dayattığı yaşam biçimine sorgusuz sualsiz boyun eğmesi bekleniyor. Ama kadınlar artık filmde Reyhan’ın babaannesine söylediği gibi “ yeter” diyebiliyor. Bugün Türkiye’de çok güçlü bir feminist kadın hareketinden bahsetmek mümkün. Yüzyıllardır baskı altında tutulan kadınların yeri geldiğinde erkeklere göre çok daha cesur eylemler ürettiğini düşünüyorum. Zira yanı başımızda İranlı kadınlar ölümü göze alarak yobaz rejime karşı büyük bir başkaldırı başlattılar. Müthiş ilham verici bir isyan. Afganistan’da keza kadınlar öldürülme pahasına okula gitmeye çalışıyorlar. Gıpta ve gururla takip ediyorum.
Kadınların toplum tarafından gördüğü baskı vb. gibi konuları eril bakış anlatımından çıkarıp bir kadın gözüyle yansıtmak çok değerli. Sinemada kadın olmak dahi 'kadın yönetmen' ifadesiyle ayrılıyor. Bir kadın olarak sektörün bu tarafını nasıl değerlendirirsiniz?
Ben uzun yıllar yazılı ve görsel medyada muhabir ve editör olarak çalıştım. Kadınsanız, sınıfsal olarak yoksul bir aileden geliyorsanız, zaten bütün sektörlerde olduğu gibi hep daha çok çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Benim durumum da aşağı yukarı böyleydi. Ama sızlanmadan üretmeye, kendimi var etmeye çalıştım. Gazetecilik dönemimde de belgesel yönetirken de kadın meselesine, azınlık meselesine hep daha duyarlı olmaya çalıştım.
'SENARYOYU ÖZGÜRCE YAZDIM, FİLMİ ÖZGÜRCE ÇEKTİM'
Filmin çekimleri nasıl geçti, ne gibi zorluklar yaşadınız?
"Kabahat"i küçük bir ekiple yaklaşık iki haftada çektik. Köyde, benim büyüdüğüm evi de Reyhan’nın babaannesinin evi olarak tasarladık. Çankırı’daki şehir sahnelerinde mekânları ve insanları da tüm doğallığı ile filmin içine aldık. Bu nedenle şehir sahnelerinin çekimleri nispeten daha zor oldu. Filmin hiçbir sürecinde mali destek almadık. Belki de böylesi daha iyi oldu. Senaryoyu özgürce yazdım, filmi özgürce çektim, tamamıyla bağımsız bir film oldu. Filmde Reyhan’ı oynayan Mina Demirtaş, Şükran karakterini oynayan Ece Demirtürk ilk sinema deneyimleri olmasına rağmen olağanüstü iş çıkardılar. Her ikisi de Adana Altın Koza Film Festivali’nde ödül aldılar. Işıl Acaray da babaanne karakterinde bütün klişe köy kadını tasvirinin ötesinde muazzam bir oyunculuk sergiledi. Oyuncu koçumuz aynı zamanda filmde de rolü bulunan Eray Yasin Işık’ın çocuk oyuncuları sete hazırlamamda çok büyük katkısı oldu.
Baştan beri tercihim, büyük olayları kovalayan hikâyelerden ziyade insan hallerinin yansıtıldığı minimalist tarzda filmler yapmaktı. Bunu "Kabahat" ile yapma şansı buldum.
“Kabahat”ten önce çok sayıda belgesele imza attınız. Belgesel ve kurmaca arasındaki farklar hakkında ne söylemek istersiniz?
Benim için belgesel ile kurmaca ya da deneysel film arasında hiçbir fark yok. Bana göre her kurmaca film belgesel, her belgesel film kurmacadır. Arasında son derece bulanık bir çizgi var. Kurmaca film, belgesel film ayrımının hala Türkiye’de tartışılıyor olmasına kendi açımdan anlam veremiyorum.
Hazırladığınız yeni bir proje var mı?
"Kabahat", üçlemenin ilk filmi. İkinci film bekaret ile ilgili olacak ve senaryo yazımını daha yeni bitirdim. Üçlemenin üçüncüsü ise kadın cinayetiyle ilgili. İkinci filmin hazırlıklarına önümüzdeki yıl başlayacağız. Umarım filmi çekebilecek altyapıyı oluşturabiliriz.