‘Umutsuz Karakterler’: Sınıfsal hezeyanlar, ayrıcalık kaybı endişesi
Paula Fox’un Can Yayınları tarafından, Begüm Kovulmaz çevirisiyle basılan 'Umutsuz Karakterler' romanı, karakterleri ve yarattığı atmosferle sınıfsal üstünlüğün getirdiği yaşam tarzına, ayrıcalıklı olmaktan kaynaklı endişelere eleştirel bakan bir metin olarak karşımıza çıkıyor.
Yaşam, rutin bir şekilde devam ederken aniden yaşanan basit bir olay, o rutinde değişim yaratabilir. Görünmez olanın görünürlüğünü ortaya çıkaran bir sürpriz gibidir bu anlar ve hayatı bir daha aynı olamayacak şekilde değiştirme ihtimalini barındırır. Çünkü yaşam, içimize attıklarımızdan, görmezden geldiklerimizden, sırtımızı döndüklerimizden, yokmuş gibi davranıp ilişki kurmayı reddettiklerimizin bize sızmasından oluşur. Bu kenara ittiklerimiz yüzeye çıkmak için o alışılmışın dışında gerçekleşenin zamanını bekler. Bana kalırsa, her zaman ve her durumda olmasa da yaşamda böyle anların belirleyici olduğu zamanlar vardır.
BOZULMA ANI
Paula Fox, 'Umutsuz Karakterler' romanında, hikayesini anlatmak için bahsettiğimiz gibi bir an yaratıyor. Bu an orta sınıf özellikleri gösteren, steril yaşamları ve ayrıcalıklı konumları dışında pek bir şeyi önemsemeyen Bentwoodlar'ın, her şeyin pürüzsüz olduğunu düşündükleri hayatlarında yaratılan bir bozulma olarak tahayyül edilebilir.
Bu bahsettiğimiz an metinde, Otto ve Sophie’nin burjuva çevreleri dışında kapalı sürdürdükleri yaşamlarının Sophie’nin bahçe kapısından beslediği sokak kedisi tarafından tırmalanmasıyla ortaya çıkıyor ve bu olay Fox’un romanının karakterler etrafında örülmüş ve diyaloglarla güçlendirilmiş anlatısının temelini oluşturuyor. Çünkü Sophie’nin kedi tarafından tırmalanması bu çiftin dışarının "tehlikeleri"ne karşı korunaklı olduklarını düşündükleri yaşamlarını kesintiye uğratıyor.
Yazarın daha metnin başında betimlediği, her şeyi incelikle düşünülmüş sınıfsal özelliklerin nesnelerle yansıtıldığı yemek masası, Bentwood ailesinin konforlu yaşamını yansıtırken, bize karşı karşıya olduğumuz karakterler hakkında da fikir veriyor; "Mr. ve Mrs. Bentwood sandalyelerini aynı anda geriye çekti. Otto otururken sepetteki Fransız ekmeği dilimlerini, toprak güveç kabındaki tavuk ciğeri sotesini, Sophie’nin Brooklyn Heighs’taki antikacılardan birinde bulduğu mavi söğüt dalı desenli oval porselen tabaktaki söğüş domates dilimlerini ve yeşil seramik kâsedeki Milano usulü risottoyu gözden geçirdi. Tiffany abajurun dekoratif camıyla bir nebze yumuşayan parlak ışık yemeği aydınlatıyordu…"
Böylece sürüp giden betimleme sahnesinin bana kalırsa şöyle bir amacı var. Bahsettiğimiz bozulma anı yaşanmadan önce karakterlerin yaşam tarzlarını yansıtan, statülerini gösteren ve her şeyin belli bir düzen içinde sürüp gittiğini bize sezdiren bir ortam yaratmak. Bu ortam sayesinde karakterlerin ayrıcalıklı bir konumda olduklarını anlıyoruz ve böylece hayatlarının sorunsuz olduğunu düşündükleri bir yaşam sürdükleri fikri zihnimizde beliriyor. Yazar bu durumu sınıfsal bir yaşam tarzı eleştirisine dönüştürmek için işlevselleştiriyor çünkü hiç kimsenin elinin uzanamayacağı düşünülen konforlu hayat tasviri basit bir kedi tırmalamasıyla lekelenmiş oluyor ve bu yazarın meselesi açısından önemli fikrimce.
PENCERENİN ARDINDA YOKSULLUK
Başta söylediğimiz o "sürpriz" Sophie’nin kedi tarafından tırmalanması oluyor. Kedinin açtığı yara, karakterlerin içinde olanı yüzeye çıkarırken, onların yaşamının da göründüğü gibi olmadığının, aslında her şeyin kırılgan bir zeminde sürdüğünün göstergesi oluyor. Özellikle Sophie için yaşamına ve eşiyle ilişkisine dair yüzleşmenin de başlangıcı sayılabilir bu ama bunun sınıfsal konuma dair bir içsel hesaplaşma olmadığını daha çok ayrıcalık kaybı endişesiyle ortaya çıkan orta sınıf hezeyanları yansıttığını söyleyebiliriz. Avukat olan Otto içinse işyerinde ortağıyla yaşadığı sorunların açığa çıkışı yine bu andan sonra karakterler için önemli hale geliyor. Bir şeyler aynı gitmiyor ve bu da karakterlerin sınıfsal aidiyetten kaynaklı kaygılarını ortaya çıkarıyor.
Burada kitabın meselesinin sadece karakterlerle ilgili sorunları yansıtmak olmadığını da vurgulamak gerekir. Brooklyn’in gecekondu sayılabilecek ancak bir mutenalaştırma projesiyle dönüştürülmeye çalışıldığını sezdiğimiz bir mahallesinde yaşıyor Bentwoodlar. Bu nedenle daha çok siyahların ve yoksulların yaşadığı, Otto ve Sophie gibi üst sınıfların yeni yeni yerleşmeye başladığı bir yer olarak düşünebiliriz metnin mekanını. Otto’nun mutfak kapısından kediyi görüp "musibet piç" diye sitem ettiği andan sonra kurulan şu cümleler bu yer hakkındaki fikrimizi destekliyor:
"Ev Otto’ya sağlam ve kuvvetli geliyordu, bu sağlamlık hissi sırtını destekleyen bir el gibiydi. Bahçenin diğer ucunda, huzursuzca kıvranan kedinin ötesinde kalan kenar mahalle sokağındaki evlerin arka pencerelerini görebiliyordu. Pencerelerden bazılarına paçavralar veya şeffaf naylon örtüler tutturulmuştu. Birinin pervazından mavi bir battaniye sarkıyordu. Ortasındaki enli yırtıktan duvarın solgun pembe tuğlaları görülüyordu…"
Bu cümlelerle birlikte tırmalanma anının, kenar mahalleden yansıyan görüntüye çekilen kalın duvarın çatlaması anlamına geldiğini de düşünebiliyoruz ve metnin başka bir katmanıyla karşılaşıyoruz. Çünkü bu an pencereden bile görülebilen yoksulluğa sıkı sıkı kapanmış kapılardan, başkasına temas edilmeden sürmesi planlanan yaşamdan bir sokak kedisi marifetiyle çıkmak zorunda bırakıyor karakterleri ve bu içeriye sızmayla; sterillik aşınıyor, incelikli bir şekilde inşa edildiğini anladığımız mekanın korunaklılığı şüpheli hale geliyor, düzen bozuluyor. Bu nedenle metinde kediyle yaratılan anın anlatıda iki şekilde işlediğini söyleyebiliriz hem karakterlerin kişisel yaşamında yarattığı dönüşüm hem de (bence metnin asıl meselesi) sınıfsal dinamiklere metinde yer açmak.
STERİLLİĞİN KAYBI
Burada kültürel ve politik anlamda sterilliğin bozulmasının getirdiği bir durumla da karşı karşıyayız. Metinde, Sophie’nin tırmalanmayı hayatının temel meselesi haline getirdiğine, sürekli korktuğuna, doktora göstermeye çekindiğine, birileri sorunca gerildiğine tanık oluyoruz. Bunun bana kalırsa şöyle bir anlamı da var; kültürel kodların ve çoğunluğa ait hissetmenin, kirlilik, iğrenme, pis görme gibi duygu ve tavırlar üzerinde etkisi. Sophie, sınıfsal aidiyet ve statü kaybı yaşama endişesiyle de yaşadığını büyük bir olay haline getiriyor ve ona uygun davranıyor. Mary Douglas, kirin her türlü düzen verme çabasıyla ilişkili çeşitli aşamaları olduğundan bahseder ona göre, kirliliğin simgesel olarak algılanışında şöyle bir yan vardır: "İlk elde, bunların, ideal düzene karşı birer tehdit olmaları bakımından uygunsuz oldukları konusunda toplumsal bir mutabakat vardır."(1)
Sophie’nin sokak kedisi tarafından tırmalanmasını da buradan düşünebiliriz. İçinde bulunduğu topluluğun "ideal düzeninin" dışında bir olaydır bu. Belki de cins, aşıları tam bir kedi tarafından "saldırıya" uğrasa bu kadar önemli olmayacaktır çünkü kültürel kodlarla belirlenen kirlilik, iğrenme duygusunu ortaya çıkarır, kişinin zihninde kirli olarak kurulan uzaklaştırılması, toplumun dışına itilmesi gereken olarak görülür.
Metnin sonlarında bu fikrimiz güçleniyor. Sophie en sonunda sağlık müdürlüğüne gidiyor ve kediyi yakalayıp kuduz olup olmadığını kontrol etmeleri için, bu konudan sorumlu bir merkeze onu bırakıyorlar. Onlara sonuç ortaya çıktığında aranacakları söyleniyor. Sophie gergin bir şekilde telefonun çalmasını bekliyor. Burada kedi kuduzsa olmak zorunda kalacağı iğnelerin korkusu da belki işe dahil oluyor ama onun derdi şu cümlelerde açığa çıkıyor: "Tanrım, şayet kuduz olduysam dışarıdakilerden bir farkım kalmadı demektir." Bu cümlelerde görüldüğü gibi burada asıl mesele "dışarıdakilerle" yani yaşadıkları bölgenin yoksullarıyla, siyahlarıyla eşitlenme, ayrıcalıklı konumu kaybetme endişesi, bir çeşit "kirlenme" ki metinde karakterlerin yaşadıkları yerdeki insanlara bakışlarında bunun yansımasını başka şekillerde de gözlemleyebiliyoruz. Sophie, "dışarıdakilerle" kendi konumu arasına koyduğu mesafenin aşınmasını istemiyor, onun olayı bu kadar sorun haline getirmesinde bu önemli bir etken fikrimce.
ÖNYARGILAR
Bu bağlamdan devam edersek metinden bir örnek daha verebiliriz. Bir akşam Otto’nun ortağıyla bozulan işlerinden, Charlie’nin onun hakkında müşterilere söylediklerinden söz ettikleri sırada kapı çalıyor, "endişeli" bir şekilde kapıyı açıyorlar ve genç bir siyahla karşılaşıyorlar, "…yalnızca telefonu kullanmak istiyorum ahbap. Buralarda herkes siyah erkeklerin katil olduğunu sanıyor! Tanrım! Verandalarından aşağı itiyorlar beni. Bir telgraf geldi, insanlara açıklamaya çalıştım, ev arkadaşımla benim telefonumuz yok, annem felç geçirmiş. Newyork’un kuzeyinde yaşıyor, yanına gitmem lazım. İstasyonu arayıp tren saatlerini öğrenmem lazım."
Gencin telefonu kullanmasına izin veriliyor hatta Otto ona on bir dolar veriyor. Genç gittikten sonra hikayesinin gerçekliği, bir kağıda yazdığı arkadaşının adı her şey şüpheli hale geliyor ve Otto söylenenlerin yalan olduğu sonucuna varıyor. "Yalan söylediğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye soruyor Sophie ve Otto şu cevabı veriyor: "Önyargılarım yüzünden sanırım…"
Önyargıların oluşumunda politik-kültürel pek çok duygu devreye girer ve durum başkasıyla ilişkide belirleyici olur. Başta olağan gibi görülen, karakterlerin yardımseverlik hissini ortaya çıkaran hikayenin sonrasında şüpheli hale gelmesi de bunun yansımasıdır bana kalırsa. Burada Sara Ahmed’in 'Fanon’dan aktardığı beyaz çocuğun siyah çocuktan korkması örneğine başvurabiliriz: "Beyaz çocuk; ‘anne zenciye bak! Korkuyorum! Korktum’ der."(2) Burada çocuk verili bir geçmişin çağrışımıyla ve önyargıyla hareket eder, siyah tenin korkutucu olduğu sezdirilmiştir ona. Bu korku bedenler arasında kurulan temassız bir ilişkiye sebep olur ve başkasıyla kurulan böylesine bir ilişki onu kimliğe sabitlerken önyargıları besleyen bir yan taşır. Gencin eve ilk geldiğinde söylediği de bununla ilişkilidir: "Buralarda herkes siyah erkeklerin katil olduğunu sanıyor!" Hem bu cümlenin hem de siyahın hikâyesinin şüpheli hale gelmesinin politik duyguların ve önyargıların etkisini görebildiğimiz bir tarafı var ki bana kalırsa, Paula Fox hem sınıfsal üstünlüğün hem de başka kimliğine yaklaşımın beyaz tavrıyla ilişkisini, metinde göze sokmadan incelikli bir şekilde anlatmayı başarıyor.
Paula Fox’un Can Yayınları tarafından, Begüm Kovulmaz çevirisiyle basılan 'Umutsuz Karakterler' romanı, karakterleri ve yarattığı atmosferle sınıfsal üstünlüğün getirdiği yaşam tarzına, ayrıcalıklı olmaktan kaynaklı endişelere eleştirel bakan bir metin olarak karşımıza çıkıyor. Başlangıçta sıradan bir çiftin hikayesini okuyormuş hissi yaratan ancak ilerledikçe meselesini anlayabildiğimiz bu kitabın benim açımdan önemi, yukarıda bahsetmeye çalıştığım konuları sorunsallaştırabileceğimiz bir bakış açısı sunması oldu. Yoksulluğa, bir mekanda uygulanan dönüştürme projesinin oranın asıl yaşayanlarına etkisine, üst sınıfların konumundan bakılmasıysa metnin eleştirisini güçlendirirken sorunun yapısal kısımlarını da görmemizi sağlıyor.
1. Douglas, M., (2007), “Saflık ve Tehlike ‘Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlemesi’”, s. 196-198, (Çev. Emine Ayhan), İstanbul: Metis.
2. Ahmed, S., (2015), “Duyguların Kültürel Politikası”, (Çev. Sultan Komut), İstanbul: Sel Yayıncılık.