YAZARLAR

Üniversitelere gıda bankacılığı: Neden olmasın?

Beslenme hakkı konusunda sosyal belediyecilik uygulamaları üzerinden ülke çapında bir kampanya başlatmanın vakti çoktan geldi. Açlık, politize edilemeyecek kadar kritik bir yoksunluk hali...

Nobel edebiyat ödüllü Norveçli yazar Knut Hamsun’un Açlık isimli o müthiş psikolojik romanını bugünlerde sıklıkla anımsıyorum.

Ünlü bir yazar olmak isterken, bir yandan da açlıkla mücadele eden, gazete ve dergilere gönderdiği yazılarla kazandığı üç beş kuruşla karnını doyurmaya çabalayan Andreas isimli bir gencin öyküsü... Yaşadığı bu ruhsal ve fiziksel çaresizlik anları, bir yandan değerlerini koruma çabası, elleri açlıktan titreyip gözleri kararırken bile hayatın ipine sıkı sıkıya sarılan dirayeti...

“Birden acayip bir baş dönmesine tutuldum; yürüdüm, aldırmamak istedim, fakat çoğaldıkça çoğaldı; sonunda bir merdiven basamağına oturmak zorunda kaldım. İçimde değişme oluyordu; bir şey kenara kayıyor, beynimde bir perde, bir kumaş yırtılıyordu sanki” derken açlıktan kaynaklı baş dönmeleri;

“İnsanın birazcık ekmeği olsa! Sokaklarda ısıra ısıra gidebileceği, bir küçük nefis çavdar ekmeği!” derken bir dilim ekmeğin bile bir genç için neler ifade edebildiği;

“Yürüyordum; açlıktan bağırsaklarım, içimde kurtlar gibi dertop oluyordu. Gün sona ermeden biraz olsun yiyecek bulacağım hiçbir yere yazılmamıştı” derken kronik açlığın vücuttaki etkileri okurun tüm benliğini ve bedenini sarar adeta...

Ve daha nice alıntıyla okur, o açlık girdabının içinde kahramanı yaşatmak için çırpınır durur adeta. Kahramanın monolog havasındaki anlatısıyla acıma duygumuz katmerlenir.

Türkiye İstatistik Kurumu’na göre yüzde 83, ENAG’a göre yüzde 186’ya dayanan enflasyon ortamı ve kontrolden çıkmış durumdaki enflasyon sonucunda tırmanışını sürdüren mutfak masrafları karşısında birçok kişinin yaşamakta olduğu ikilemleri, Behçet Necatigil’in Türkçe’ye kazandırdığı bir romanın kahramanının gözünden yaşamak, tabloyu daha da gerçekçi kılıyor.

Türkiye gıda enflasyonunda dünyada ilk beş ülke arasında. Andreas’ın ünlü bir yazar olma hayali gibi, Türkiye’de de gençlerin bir kısmı bir yandan kendilerini gerçekleştirmeye ve hedeflerine kilitlenmeye çalışırken, bir yandan da en temel ihtiyaç olan gıdaya erişim mücadelesi vermek zorunda kalıyor.

Tüm bu süreç ise kaçınılmaz olarak toplumun bir parçası olan öğrencileri çocukluktan gençliğe kadar etkiliyor.

Açlıktan bağırsakları dertop olan, bir dilim çavdar ekmeği bulsa sevinçten havalara uçan, öğle yemeğini tasarruf olsun diye atlayıp baş dönmesiyle kaldırım kenarına yığılan üniversite gençlerine dair anlatılar, romanlarda yer almayacak kadar gerçek... Hemen yanı başımızda... Sahici...

Okul-öncesi eğitimden üniversite sıralarına dek gıda güvensizliği ve açlık, çocukların ve gençlerin iyi olma hallerini belirleyen temel dinamik haline geliyor ve akademik başarıları üzerinde belirgin bir etki doğuruyor.

2016 yılında Samsun’da Romanların ağırlıklı olarak yaşadığı bir mahalledeki iki okula ücretsiz kahvaltı uygulaması başlatıldığında okula devamlılık oranında proje sonunda yüzde 13’lük artış yaşanması, beslenmenin akademik süreçlerdeki etkisini sayısal olarak da anımsatmıştı. 

Bu konuda belediyeler ile sivil toplumun hızlı bir şekilde inisiyatif alıp sorunu yerel düzeyde çözmek üzere elini taşın altına koyması gerekiyor.

Bu zamana dek bazı üniversitelerin yemekhanelerinde öğrencilere yönelik askıda yemek uygulamaları olsa da bunların süreklilik kazanması ve faydalanıcıların etiketlenmemesi konusunda çok fazla uyarıda bulunulmuştu.

Bu açıdan geçtiğimiz günlerde sevindirici bir gelişme oldu. İzmir Büyükşehir Belediye başkanı Tunç Soyer, bu Pazartesi gününden itibaren İzmir’deki devlet üniversitelerinin öğrencilerine ücretsiz yemek dağıtılacağını açıkladı.

Bu, uzun zamandır ilköğretimden başlamak üzere okullarda ücretsiz bir öğün yemek verilmesi konusundaki çağrıların belediyeler tarafından dikkate alındığına dair güzel bir örnek.

Ondan önce de Çankaya Belediyesi, her gün üç bin ilkokul öğrencisine ücretsiz öğle yemeği dağıtımına başlamıştı. Hepimiz “aynı sofradayız” diyen Çankaya belediyesi, üniversite öğrencilerine ücretsiz akşam yemeği de vermeye devam ediyor. 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de yakın zamanda benzer projelerle gündeme gelmesi bekleniyor.

Beslenme hakkı konusunda sosyal belediyecilik uygulamaları üzerinden ülke çapında bir kampanya başlatmanın vakti çoktan geldi. Açlık, politize edilemeyecek kadar kritik bir yoksunluk hali...

ABD’de bu konuda bir süredir gıda bankacılığı ekseninde ciddi çalışmalar yürütülüyor. George Mason Üniversitesi’nden Arkansas Üniversitesi’ne, Teksas Üniversitesi’nden Michigan Devlet Üniversitesi’ne dek birçok üniversitede “aşevi” adı altında gıda bankaları, öğrencilerin hizmetine sunulmuş durumda. Arkansas Üniversitesi, bu ağa dahil olmadan önce yaptığı bir araştırmada, öğrencilerinin üçte birinin gıda güvensizliği yaşadığını ortaya çıkmıştı.

Öte yandan, kâr amacı gütmeyen ve yüksek öğrenim sisteminde gıda güvensizliğini sonlandırmayı hedefleyen Swipe Out Hunger (Açlığın Kökünü Kazı) girişiminin yürüttüğü projeyle birlikte üniversite öğrencileri kendi kampüslerindeki gıda bankalarına bağışta bulunarak akranlarının gıda güvensizliği çekmesini önlemede katkı sağlamış oluyor.

Swipe Out Hunger, Obama döneminde Beyaz Saray tarafından Değişim Şampiyonu ilan edilirken, kurucusu Rachel Sumekh de sosyal girişimcilik alanındaki çalışmalarıyla Forbes’un en başarılı 30 yaş altı 30 kişi listesinde yer almıştı.

Tamamen taban örgütlenmesi olarak 2010 yılında ortaya çıkan girişim, bu zamana değin 41 eyalette, 140’ı aşkın kampüste faaliyet gösteriyor.

Konu bir süredir Birleşik Krallık’ın da gündeminde. Üniversitelerde sözleşmeli genç akademisyenler, düşük ücretli diğer çalışanlar ve öğrenciler için gıda bankaları kurulmasını talep ediyor.

Elbette gıda bankaları ve benzeri çözümler, sorunun nedeninden çok semptomuyla uğraşıyorlar. Dolayısıyla, gıda güvensizliğinin nedeni olan derin yoksulluk konusunda halen acil ve etkin çözüm arayışları sürüyor.

Ancak, belediyelerin üniversitelerde ücretsiz yemek dağıtımı gibi projelerinin daha sürdürülebilir ve işbirliği temelli hale getirilmesinde gıda bankacılığı önemli bir başlangıç oluşturabilir.

Açlık sorununun, şu anda geldiği aşamada, yerel yönetimler, sivil toplum, üniversiteler ve özel sektör işbirliğinde çok daha kapsayıcı ve hedefe yönelik bir şekilde çözülebileceğine inanıyorum.

Hele kapsamına özellikle perakende sektöründe aktif olan özel sektör kuruluşlarını da bağışçı olarak kattıklarında, bağışçı kuruluşlarının kurumlar vergisinden düşebilmeleri, bir cazibe unsuru doğurabilir.  

Temel İhtiyaç Derneği (TİDER) Genel Müdürü Nil Tibukoğlu, Türkiye’de gıda bankacılığının uygulanması konusunda uzun zamandır son derece etkin projeler yürüten bir sivil toplum önderi.

Tibukoğlu, devlet üniversiteleri bünyesinde gıda bankasının açılmasının, ilgili personelin istihdam edilmesinden depo kurulmasına, market raflarının düzenlenmesine ve operasyonel detayların yürütülmesine tek başına çetrefilli bir prosedür olacağını söylüyor.

Bu konuda görüştüğüm Tibukoğlu, “Ancak, belediyelerle üniversiteler arasında gıdanın korunması, sağlıklı beslenme, besine erişim konusunda projeler geliştirilebilir. Aşevi ve gıda bankası kurulması için üniversitenin, bir vakıf veya dernek üzerinden bu süreci yönetmesi gerekir. Bu durumda, belediye de o vakıfla işbirliğinde bulunarak üniversite öğrencilerinin erişimine açılacak bir gıda bankası ve aşevi kurulabilir,” diyor.

Ancak “askıda yemek” projeleri geliştirilirken gözetilmesi gereken detaylar söz konusu. Yoksa, Açlık’ta olduğu gibi “yarım ağız vaatler, düpedüz hayırlar, beslenmiş de olsa boşa gitmiş ümitler” yinelenebilir.

Üniversitelerin görece küçük bir sosyal ortam olduğu düşünüldüğünde, aşevine giden veya gıda bankasının raflarından akşam evde pişirmek için makarna ya da pirinç alan gencin etiketlenmemesi için uygun fiziki ve sosyolojik koşullar hazırlanması gerekiyor.

Örneğin aşevinin üniversitenin içinde değil hemen karşısında açılması gibi fiziksel ayrıştırmalara gidilebilir. Öte yandan, örneğin aşevlerinde haftanın belirli günleri aşçılık dersleri gibi atölyeler düzenlenirse, üniversite öğrencilerinin hem eğlenceli bir ortamda aşçılık öğrenmesi, hem de karınlarını doyurması sağlanabilir.

TİDER’in iki yıl önce Kadıköy Belediyesi ile kurduğu “Otomat Gıda Bankası” konseptini üniversite gençlerine de uygulayarak, üniversite yönetimi belediye tarafından saptanan ihtiyaç sahiplerinin “insansız” bir şekilde otomattaki gıda ürünlerine erişimi mümkün olabilir.

Ancak tüm bu projelerin özünde “toplumsal bilinçlendirme” şart.  

Tibukoğlu, okullarda “gıda israfıyla mücadele”, “gıdaya erişim”, “yardımlaşma” konularında sosyal bilinçlendirmenin çok erken yaşlarda yapılması gerektiğini vurguluyor. Bu durumda, bir genç sonraki yıllarda kendisinden sosyo-ekonomik açıdan daha dezavantajlı durumdaki yaşıtları için bağışta bulunurken bunu bir lütuf olarak değil, sosyal sorumluluk bilinci gereği yapıyor.

Tıpkı kelebek etkisi (butterfly effect) gibi... Üniversite öğrencileri arasında barınamama ve açlık sorunları bu kadar akut bir hal almışken, sistemin başlangıç verilerinde yapılacak küçük değişiklikler, belki de çok daha büyük ve sürdürülebilir değişimlere yol açabilir.

Kuantum fiziği dersinde artık midesi açlıktan guruldamayan genç dersine daha iyi konsantre olarak artıracağı akademik başarılarıyla mezun olup, hayalindeki mesleği icra ederken o açlık döngüsünü işte o ilk kelebek etkisiyle kırmış olacak.

Siyaset biliminde vize sınavı notlarına çalışırken bir yandan da aşevinde günlük taze balık yiyebilen genç, bilişsel etkinliğini artıracak, omega 3 alımı gerçekleşecek ve belki de görece olarak iyileştirilen bu beslenme koşullarının da desteğiyle geleceğin en önemli siyaset bilimi profesörlerinden biri olacak. Kimbilir...

Yeter ki belediyesiyle, üniversitesiyle, sivil toplumuyla herkes açlık sorununu çözmek için bir araya gelme kültürünü geliştirebilsin. Ne de olsa, Kunt Hamsun’un da söylediği gibi, “insan deli olmasa bile, biraz duyarlı bir kalbe sahip olabilir pekâlâ”. İzmir, duyarlı bir kalbe sahip olduğunu gösterdi. Gerisi, bu tür projelerde vites büyüterek daha kapsayıcı ve sürdürülebilir kılınmalarına ve kar topu etkisiyle diğer belediyelere yayılmalarına kalmış.


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.