Üniversitene sahip çık, rektörünü kendin seç!
Üniversitenin belkemiği olan öğretim üyelerinin kendi rektörlerini seçemediği durumlarda, enerjisini sürekli olarak kurum kültürü ve değerlerini korumaya harcayan, zamanını verimli bir şekilde kullanamayan, yorgun ve demoralize insanların olduğu bir resim ortaya çıkıyor. Toplumun dönüşümü ve gelişmesinde itici güç olan üniversitelerin bu şekilde zayıflatılması kimsenin kabul edebileceği bir durum değildir.
Serap Emil*
Günlerdir devam eden Boğaziçi Üniversitesi rektör ataması ile ilgili gelişmeleri ve protestoları takip ediyorum ve rektörlerimizi seçme haklı talebine elbette ki katılıyorum. Meslektaşlarımız da dahil olmak üzere birçok farklı gruptan insan bu konuda fikir beyan ediyor. Açıkçası bazılarını biraz şaşkınlıkla izliyorum. Bunlar arasında beni en çok hayrete düşüren cümle: “Dünyanın hiçbir yerinde rektörler seçilmez.” Uğur Mumcu’nun dediği gibi, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayalım diye, yükseköğretim çalışmaları alanına kafa yoran bir akademisyen olarak, “rektörlük / rektör seçme” konusunda bildiklerimi paylaşayım istedim.
Öncelikle rektör seçiminin yaygın bir pratik olmadığı iddiası tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Dünyanın en iyi yükseköğretim sistemi olarak kabul edilen ve benim de tanıklık ettiğim Amerika üniversitelerindeki üniversite başkanlığı arama sürecinden örnek vererek bu iddianın yanlışlığını göstermeye çalışayım. Belirtmekte fayda var, Mütevelli Heyetleri üniversitelerin yönetimini rektör -oradaki tabiri ile üniversite başkanı- ile birlikte yürütür. Ancak bu heyet kendi başına seçim yapan kurul olmaktan çok, katılımcı karar verme süreçleriyle işleyen ve üniversitenin ortak iyiliği için çalışan bir platformdur. Nasıl mı? Gelin hızlıca göz atalım.
Yeni bir üniversite başkanı seçileceği zaman, üniversitenin Mütevelli Heyeti bir yıl süreliğine görev yapacak bir “Arama Komitesi” oluşturur. Bu komitede, tarafsızlığı korumak adına önceki yönetimden kişiler yer almaz. Üniversitenin çeşitli gruplarını temsil edecek üyeler yer alır ve burada öğretim üyeleri temsilîyetine ağırlık verilmektedir. Bir yıl boyunca görev yapacak olan komite, seçilecek olan üniversite başkanının özelliklerini, kurumun ortak değerleri ve gelecekteki hedefleri ile uyumlu olacak şekilde belirler. Üniversite başkanlığı için ilana çıkıldıktan sonra başvuran adayların dosyaları arama komitesi üyeleri tarafından tek tek incelenir ve bu incelemenin sonunda 3 aday belirlenir. Adaylar hem arama komitesi hem de üniversitenin bileşenleri ile ayrı ayrı görüşmeler, toplantılar ve sunumlar yapar, sorulara yanıt verir ve bileşenler tarafından değerlendirme formu üzerinden değerlendirilir.
Arama komitesi, kendi değerlendirmesi ve üniversite bileşenlerinden gelen geribildirimleri de göz önünde bulundurarak, kuruma “en iyi uyum gösterecek” adayı Mütevelli Heyetine önerir. Heyet de bu değerlendirmeler sonucunda atamasını yapar. Yani bazı meslektaşlarımın söylediği üzere “Üniversite başkanlığı için seçim yapılmaz, birçok yerde mütevelli heyeti atıyor” cümlesinin arkasında bir yıl süren katılımcı ve demokratik bir süreç yer almaktadır. Bu süreçle ilgili daha fazla bilgi edinmek isteyen olursa, Amerikan Üniversite Profesörleri Derneği linkindeki Üniversite Başkanı Arama Komitesi Yapılacaklar Listesi’ne göz atabilir.
Bu arada yazdıklarımdan Mütevelli Heyeti fikrine sıcak baktığım anlaşılsın istemem. Türkiye’de devlet üniversitelerine mütevelli heyeti uygulaması fikrine sonuna kadar karşıyım. Yükseköğretim yönetmeliğindeki üniversite senatosu, üniversite yönetim kurulu, fakülte ve bölüm kurulları gibi ortak yönetişim organları doğru şekilde işletilse zaten oldukça katılımcı ve kapsayıcı bir üniversite kültürü yaratılacaktır. Türkiye’de bu tür heyetlere atananların, birilerinin tanıdığı veya liyakati olmayan kişiler olduğu düşünülürse bu sistemin, üniversitelere ancak zarar vereceğini öngörmek zor değil. Ancak dünya üniversitelerindeki modelde mütevelli heyeti atasa bile üniversitenin mevcut değerlerini benimseyen, öğretim üyesi, öğrencisi, personeli ve diğer bileşenleri ile katılımcı karar mekanizmalarını işletecek ve kurum değerlerini koruyacak uyumlu kişiler seçilmektedir. Örneğin, benim doktora yaparken Portland Eyalet Üniversitesi’nde şahit olduğum ve yukarıda anlattığım süreçte seçilen üniversite başkanı, üniversitenin “Let Knowledge Serve the City (Bilginin Şehre Hizmet Etmesi)” hedefine katkıda bulunacak, Şehir Bölge Planlaması alanında bu konuda çalışmalar yapmış bir akademisyen idi. Bisikletin yoğun olarak kullanıldığı Portland’da, seçilen üniversite başkanı Wim Wiewel ilk gün işe ters monte edilmiş de olsa bisikleti ile gelmişti.
Bunları anlatma sebebim, 'bakın Batı'da ne güzel örnekler var' güzellemesi yapmaktan çok, 'dünyanın hiçbir yerinde seçim yapılmaz' savına karşı kendi şahit olduğum bir örneği paylaşmaktı. Türkiye’ye gelince, apartman yöneticimizi, mahalle muhtarımızı, meslek örgütleri ya da dernek başkanlarımızı seçebiliyorken, geleceğin eğitimli kuşaklarını yetiştiren, bilim, teknoloji, kültür ve sosyal hayatımıza katkıda bulunan bilim insanlarının kendi rektörlerini seçemiyor olması arasındaki çelişkiye dikkat çekmek isterim. Öyle ki mühendisinden tıp doktoruna ya da eğitimcisine, hayatlarımızı ve çocuklarımızı teslim ettiğimiz akademisyenlerin birlikte çalışacakları rektörü katılımcı ve sağlıklı işletilmiş süreçlerle seçebileceğine dair inancımız yok. Bence burada bir mantık hatası var!
Peki Rektörlük nedir? Ne yapar? Rektörlük, bir şirket CEO’su ya da genel müdürü gibi davranan hiyerarşik bir pozisyon değildir. Özünde bir akademisyen olan ve her zaman da öyle kalacak kişinin yönetime belirli bir süre için talip olduğu bir makamdır. Üniversiteyi öğretim üyesi, öğrencisi, personeli, mezunu ve diğer bileşenleri ile birlikte, ortak değerleri gözeten ve kurum kültürünü koruyarak üniversiteyi daha iyiye taşıyacak olan kişilerdir. Akademik liderlik makamı olarak rektörlük, üniversitenin daha nitelikli araştırma, eğitim-öğretim ve topluma katkı yapabilmesi için gerekli desteği veren, ortak yönetişim organlarını işleten ve süreçleri kolaylaştıran kişidir. Bu liderliğin temel amacı, meslektaşları olan öğretim üyelerinin en iyi araştırma ve öğretimi yapabilmelerini, öğrencilerinin iyiliğini ve gelişimini ve personelin kuruma bağlılık içinde çalışmasını sağlayacak bir zemin hazırlamaktır. Rektörlük, sıkça duyduğumuz üzere üniversite sıralamalarında yükselme ya da girişimci ve yenilikçi üniversite söylemleri, sadece ekonomik değer üretmek, daha fazla yayın ya da proje yazmak gibi rekabet fetişizmine düşmüş şirket müdürlüğü pozisyonu değildir.
Üniversitenin belkemiği olan öğretim üyelerinin kendi rektörlerini seçemediği durumlarda ise, enerjisini sürekli olarak kurum kültürü ve değerlerini korumaya harcayan, zamanını verimli bir şekilde kullanamayan, yorgun ve demoralize insanların olduğu bir resim ortaya çıkıyor. Toplumun dönüşümü ve gelişmesinde itici güç olan üniversitelerin bu şekilde zayıflatılması kimsenin kabul edebileceği bir durum değildir. Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği’nin rektörlük ataması konusunda yayımladığı duyuruda da belirttiği üzere “Üniversitelerin işleyişi ve temsili açısından önemli olan rektör, dekan ve bölüm başkanı olarak görev alacak olan akademisyenlerin seçim yoluyla belirlenmesi, bu makamlarda yer alacak olan meslektaşlarımızı öncelikle bilime ve bilim insanlarına karşı sorumlu tutar.” Bu sorumluluk bilinci ile hareket eden seçilmiş kişilerin kurumda yaratacağı aidiyet, motivasyon ve çalışma kültürü kurumların ileriye gitmesinde ve hatta çok arzu edilen sıralamalara girmesine de katkıda bulunacaktır.
Aksi takdirde son yıllarda atanmış rektörlerin hayrete şayan kararları ile geriye düşen üniversiteleri görmek hepimize acı vermeye devam edecektir. Pamukkale Üniversitesi eski rektörünün ısrarla eşini kendi üniversitesinde bir pozisyona atamaya çalışması, aile fertlerini ya da tanıdıklarını üniversitenin çeşitli yerlerinde usule uymayan şekilde görevlendirmeler, yükseltmesi geldiği halde kadrolara atanmayan ve bekletilen meslektaşlarımız, tek bir uluslararası yayını olmayan ama üniversitedeki meslektaşlarından yayın yapmasını bekleyen rektörler medyaya yansıyan birkaç örnek. Ve en son Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan ve hiçbir şekilde okul ile bağdaşmayan kapısına kelepçe vurulmuş üniversite…
Elbette hepimizin isteği, Türkiye üniversitelerinin akademik özgürlük ve özerklik ilkelerini gözeten seçilmiş rektörlerle birlikte daha nitelikli ve başarılı kurumlar olmasıdır. Atama usulü gelmeden önce uygulanan seçim sistemi, geliştirilmesi gereken bazı yönleri olsa da işleyen bir sistemdi. Yukarıda bahsettiğim arama komitesine benzer bir seçim komitesi oluşturulur ve seçimlerin objektif ve adil bir şekilde gerçekleşmesi sağlanırdı. Rektörler adaylıklarını açıklar, üniversiteye dair fikirlerini ve projelerini öğretim üyeleri ile paylaşır ve seçim yapılırdı. Seçim sonrası en çok oy alan adaydan en aza doğru yapılan 6 kişilik rektör aday listesi YÖK’e iletilirdi. YÖK de buradan belirlen ilk üç ismi Cumhurbaşkanlığı’na iletir ve genelde de en çok oyu alan rektör adayı atanırdı. Gerekiyorsa iyileştirmeler yapılarak var olan sistemin geri getirilmesinin ve birlikte çalışacağımız rektörlerimizi seçmemizin önünde bir engel olduğunu düşünmüyorum. Türkiye üniversitelerinin bunu başarılı bir şekilde gerçekleştirebilecek kapasitede olduğuna inanıyorum.
*Doç. Dr., ODTÜ Eğitim Bilimleri Bölümü