Üniversitenin etik kurul temsili: Bir tebrik yazısı
İki etik tavır arasında savaş sürmektedir. Şahsiyetsizleşmiş kurumlar ve kişiliksizleştirilmiş insanların etik tavırları ile kurumsal ilkeler ve insan haysiyeti arasındaki mücadelede taraf olanlar biliyorlar; arkadaşlarımızla, akademik yoldaşlarımızla her konuştuğumuzda altını çizdiğimiz şey sır değil. Bir ömür geçse de suçları onları takip edecek, çünkü bir ömür peşini bırakmayacağız.
10 Temmuz 2021 tarihli Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı atama kararları yayımlandı. 2021/309 sayılı kararda Kamu Görevlileri Etik Kurulu Başkanı ve üyelilerine ilişkin atamalar yer alıyor. Siyasal rejimin niteliği bakımından çok uygun atamalar olduğunu baştan kabul ederek Cumhurbaşkanı’nı tebrik ediyor; birini yakından tanıdığım birini de kamuoyuna yansımış haberlerden bildiğim iki üniversite mensubuna ilişkin atama için ayrıca bir değerlendirme yapmak istiyorum. Sonuçta 2021 Türkiye'sinde Immanuel Kant’ı atayacak değillerdi, müteveffanın Türkiye üniversitelerindeki takipçilerinin de siyasal rejimin etiğe yaptığı katkıları kabul edecek genişlikte olmadıklarını düşünüyorum. Dolayısıyla üniversiteler içinden Prof. Dr. Erkan İbiş ve Prof. Dr. M. Fatih Uşan’dan daha iyi kim mevcut etik varoluşu, kamu görevlilerinin şahsiyet teslimine dayanan görev anlayışlarını temsil edebilir. Kararın yerindeliğini daha açık ortaya koymak için yakından tanıdığım Sayın İbiş ile ilgili birkaç anımı da izninizle anlatacağım. Fakat kanunda dikkatimi çeken bir şey var; öncelikle ona değineyim.
Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması Hakkında Kanun diyor ki üyeler, görevi kötüye kullanmaktan veya yüz kızartıcı bir suçtan mahkum olurlarsa Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınırlar. Burada ilginç olan ne? Şöyle izah edeyim. Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın görevleri ve yetkileri yazar, yirmi yıl önce anayasa hukuku dersi alırken bu görevlerin kötüye kullanılması durumunda vahim sonuçların ortaya çıkacağı, adeta bir diktatörlük kurulabileceği korkusuyla hemen parmak kaldırmış ve hocaya sormuştum: "Ya cumhurbaşkanı görevini kötüye kullanır ya da yerine getirmezse? Anayasa bu konuda nasıl önlem almaz?" Dersin hocası Murat Sevinç, cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunu hatırlatıp başka konulara ilişkin de anayasa koyucunun cumhurbaşkanının saygınlığını gözeterek, yani cumhurbaşkanı seçilen kişiye ilişkin bir tür saygınlık varsayımından kaynaklı olarak bazı şeyleri zaten yapmayacağı düşüncesine dayandığından bahsetmişti. İçim rahatlamasa da korkum biraz yatışmıştı o zaman. Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması Hakkında Kanun gösteriyor ki etik kurul üyeleri için etik davranacakları varsayımı yok. Ceza Kanunu'nda zaten suç olan ve mahkumiyet durumunda memuriyet bakımından engel teşkil edebilecek suçlar bu nedenle ayrıca sayılmış ve kurul üyelerine "Ama bakın bunlardan mahkum olmayacaksınız" denmiş, ben biraz da deneyimden kaynaklı olarak şöyle söyleyeyim: “Aman ha mahkum da olmayın”. Böylece etik anlayışımızı çok iyi temsil edersiniz.
Önce etik kurul üyesi seçilen iki üniversite profesörü hakkında birkaç hatırlatma:
M. Fatih Uşan’ı çok tanımam, fahri doktora töreninde kendini atayan kişinin elini öpme girişimiyle biliyorum. Üniversite bakımından rejimin etiğini temsil etmesi bakımından bulunmaz bir kişilik. Cebeci Kampüsü nizamiyesinde öğretim üyelerinin düğmesiz cüppelerini polis postallarıyla ezen, Boğaziçi kayyumunun kapısına kilit vurduğu üniversite yönetimlerini etik kurulda mükemmel temsil edeceğine eminim. Mesela Kamu Görevlileri Etik Sözleşmesi’nin şu maddesine bakınız: “Görevimi, görevle ilişkisi bulunan hiçbir gerçek veya tüzel kişiden hediye almadan, maddi ve manevi fayda veya bu nitelikte herhangi bir çıkar sağlamadan, herhangi bir özel menfaat beklentisi içinde olmadan yerine getirmeyi…” Sayın Uşan’ın Hukuk Fakültesi Dekanı olarak el öpme girişimiyle bir menfaat beklentisinde olduğunu söyleyebilir misiniz? Böyle kötü niyetli olmayın, yoksa bu atamayı el öpmenin bir ödülü olarak görürsünüz. Ben iyi niyetli bakıyorum. Rejimin etik kodu bu; birbirine çıkar birlikteliği ve suç ortaklıklarıyla bağlı bir hayatta kalma tarzından, bunun tavırlaşma biçimlerinden bahsediyoruz. Dolayısıyla Uşan, el, etek öpme girişiminin bir ödülü olarak değil; bu tavırlaşmanın somut pratiğini yerine getirmesi bakımından, sadakatini el öpme ifadesiyle bildirdiği için, kamu kadrolarının partizan yapılaşmasına upuygun davrandığı için atanmış olmalı.
İbiş’e ilişkin kamusallaşmış haberlerin tamamını saymaya gerek yok. Yine de göreve uygunluk bakımından hakkını yememek için birkaç hatırlatmayı yapmam gerekiyor. Örneğin özel üniversitede okuyan oğlu, İbiş’in rektörü olduğu Ankara Üniversitesi’nin kontenjan artırımına gitmesi sayesinde A.Ü. Tıp Fakültesi’ne yatay geçiş yapabildi. İbiş, üniversitesini seviyor, rektörlüğü sırasında aile fertlerini üniversitesiyle buluşturma şerefini fakültelere bahşediyor. İbiş’in kızı da İbiş rektörlüğü döneminde master derecesini çok sınırlı sayıda insanın girebildiği bir programda almayı başardı. İnsanın babasının rektör olduğu bir üniversiteye herkesin girdiği bir sınav yerine kontenjan artırımıyla girmesi, ya da babasının amiri olduğu bir jüri karşısında tezini savunması rejimin etik kodlarına uygun mu? Uygun. Bir üniversite profesörü, sonradan Maliye Bakanı olacak Cumhurbaşkanı’nın damadının tezini ne kadar da kolaylaştırmıştı değil mi danışmanı olarak. Şimdi geldiği görevleri kamu görevlilerinin etik anlayışına aykırı mı bulacaksınız? Tam tersine.
İbiş’in kamu görevlilerinin etik tavırlaşmalarına ilişkin katkıları sadece aile mensupları bakımından yaşanmıyor tabii. Örneğin hakkında cumhuriyet savcılığına ulaşan 11 soruşturma 6 gün içinde kapatılabiliyor. Hukukun normal işleyişi ya da hayatın olağan akışını değiştirecek müthiş bir katkı. İbiş’in kamu diplomasisini de rejimin etik ilkelerine uygun biçimde nasıl geliştirdiğini sanırım bu bile anlatabilir. Bu diplomasinin içinde AKP akademilerinde enerji dersleri vermek, AKP kütüphanesinin açılışına katkı sunmak gibi partizan rektörlük faaliyetleri de var.
Erkan İbiş, onlarca Barış İçin Akademisyenler bildirisi imzacısını hukuksuz olarak üniversiteden attı, atmadan önce ahlaksız teklifleri birçok arkadaşımıza iletildi. Hukuku, akademik özgürlüğü ve üniversite özerkliğini defalarca çiğnedi. Toplumsal cinsiyet derslerine, siyaset bilimi derslerine, anabilim dalı kararlarına müdahale etti. Cebeci Kampüsü’nün polisiyeleştirilmesi için elinden geleni yaptı. Kampüsün kriminalize edilmesinin maşası oldu. OHAL Komisyonu’na hakkımızda kurum görüşü falan yazmıştır büyük olasılıkla. Hepsinin rejimin etiği bakımından vazgeçilmez faydalar yarattığına eminim. Üniversite kurumu tüm yöneticileriyle bu sayede fethedilebildi. Eğer Melih Bulu Boğaziçi’ne rektör olarak atanabildiyse ve hala görevde kalabiliyorsa, hakkını yemeyelim Türkiye’nin en büyük üniversite kıyıcısı İbiş sayesindedir. Şimdi İbiş’in atandığı göreve upuygunluğu bakımından birkaç hatıramı da aktarmak istiyorum.
Kamu Görevlileri Etik Sözleşmesi şöyle diyor: “Kişilerin dilekçe, bilgi edinme, şikayet ve dava açma haklarına saygılı davranmayı, hizmetten yararlananlara, çalışma arkadaşlarıma ve diğer muhataplarıma karşı ilgili, nazik, ölçülü ve saygılı hareket etmeyi…” İbiş’in rektörlüğü sırasında sendika temsilciliği görevini yürüttüğüm için disiplin kurullarına giriyordum. Bu kurullar, üniversite yönetim kurulu olarak toplanır ve sendika temsilcisi bu kurun üyesidir. Bu kurala rağmen önce beni kurula almamayı, arkada dinleyici olarak oturtmayı istedi. Kabul etmedim, ardından oy hakkımın olmadığını iddia etti. Kabul etmedim. Bütün kurullar rejimin etik tavırlaşmasının adeta pilot uygulaması gibiydi. Rektör ceza istiyor, kurul el kaldırıyor. Bunlar uzun ve başkalarını da özne olarak ilgilendiren meseleler. Bir gün hepsi yargı önüne taşınacak. Fakat iki mesele var ki “kamu görevlileri AKP-MHP rejiminde nasıl görev yapar?” sorusuna daha iyi nasıl cevap verilir bilmiyorum.
İbiş atıldıktan sonra, nasıl olduysa soruşturma açabileceği sürenin son gününe denk gelecek şekilde hakkımda iki soruşturma açtırdı. -Daha önceden de sehven soruşturma tarihleriyle oynandığına denk geldiğim için şüphelerim oluşsa da minare kılıf arasında kurulan ilişkileri de biliyordum.- İkinci soruşturma ifade özgürlüğünü ve sendikal haklarımı kullandığım içindi. Birincisinde soruşturmacım, adını burada vermeyeceğim, "Böyle saçma şey olmaz ben buna ceza önermem ama rektör beni test ediyor" dedi, ceza önermedi. Ardından test yeniden değerlendirmesi için önüne konunca uyarı cezası önerdi. Disiplin kurulu hakkımda uyarı cezası verdi. İtirazımın ardından toplanan SBF yönetim kurulu cezayı kaldırdı.
İkincisinde, soruşturmacım –ki kendisi sonradan bir enstitünün müdürü yapılarak ödüllendirildi- üniversiteden memnuniyetsizliklerini anlatarak başladı, böyle soruşturma konusu olur mu falan dedi, ardından üniversiteden çıkarma cezasından bir önceki ceza olan kademe ilerlemesinin durdurulmasını önerdi. İbiş deneyimin de sağladığı bilgiyle SBF Disiplin Kurulu’nu kanuna rağmen SBF üyesi olmayan kişilerden oluşturdu. Kanuna rağmen bu kurul ceza verdi. Kanuna ve hukuka rağmen idare mahkemesi cezaya itirazımı kabul etmedi. Ardından Bölge İdare Mahkemesi kanuna aykırılığı tespit etti. Disiplin Kurulu’nu değiştiremezsin diyerek cezayı bozdu.
İşte İbiş’in atandığı bu etik kurul, o olmayan disiplin kurulu olarak işlev gören profesörlerin, hukuksuzluğu göre göre parmak kaldırıp indiren senato üyesi dekan ve enstitü müdürlerinin, öğrencileri şiir okudukları için dövdüren dekanların, el öpme hevesiyle bilimsel konferans ve sempozyumları iptal eden, izin vermeyen yöneticilerin, silahlı militanları nasıl olduğunu bir türlü öğrenemediğimiz bir sınavla asistan yapan, bu durumu önce savunan sonra bu kişi Fethullahçılıktan gözaltına alınınca suskun kalan bilim dalı üyelerinin, dersleri ve araştırmaları sansürleyen YÖK müfettişlerinin, üniversiteyi kıyıma uğratanların ve bu suça ortak olanların etik tavırlarının kuruludur. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı’nın atama kararlarının yerindeliğini vurgulamak gerekir.
Evet İbiş’in de Uşan’ın da mevcut üniversite kurumunu en iyi temsil edecek kişiler olduğunu söylemekten utansam da inancım budur. Bu yüzden şaşıranları anlamakta zorlanıyorum. Ne olacaktı? Kurula Korkut Boratav’ı mı atayacaklardı yani.
Fakat bitmeyecek… İki etik tavır arasında savaş sürmektedir. Şahsiyetsizleşmiş kurumlar ve kişiliksizleştirilmiş insanların etik tavırları ile kurumsal ilkeler ve insan haysiyeti arasındaki mücadelede taraf olanlar biliyorlar; arkadaşlarımızla, akademik yoldaşlarımızla her konuştuğumuzda altını çizdiğimiz şey sır değil. Bir ömür geçse de suçları onları takip edecek, çünkü bir ömür peşini bırakmayacağız.