Unutmadık da, yanlış mı hatırlıyoruz acaba?
TİP’in tercih ettiği fotoğraf, o gün birilerinin öldürüldüğünü, birilerinin tecavüze uğradığını kendiliğinden asla çağrıştırmıyor. Bir çeşit “geçti… geçti…” fotoğrafı. Azgın kalabalık yok, pogromdan, etnik temizlikten hoşnut şehir ahalisi yok. Ağzında sigarası, ceketi, düzgün kılığı, taralı saçlarıyla durmuş bize bakan ve mizanseni film karesine döndüren adam var. Yanlış seçim, deyip geçebilirdik. Geçemiyoruz.
Türkiye İşçi Partisi, 1955’te Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani…, kısaca Müslüman olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını hedef alan, ölümlü, yaralamalı, tecavüzlü, yağmalı 6-7 Eylül pogromu dolayısıyla bir mesaj yayınladı. Eski Twitter’dan paylaşılan mesajda, “6-7 Eylül’ü unutmadık!” sloganı gömülmüş bir fotoğraf ve şu sözler yer alıyordu:
“6-7 Eylül’de yurttaşlarımıza gerçekleştirilen saldırı, çıkarları için halkları birbirine düşman eden egemenlerin ekmeğine yağ süren bir utanç sayfasıydı. 6-7 Eylül’ü unutmayacağız, barışı ve kardeşliği tüm yurttaşlarımız için kazanacağız.”
TİP sol-sosyalist bir parti. Bu yüzden bütün unsurlarıyla mesajı ve bağlamıyla birlikte metni ele almak üzücü olduğu kadar zorunlu. Seçilen fotoğraf, görülecek olanı karartıp saklayan ton ve en mühimi, “unutmadık!” denmesine karşılık, olanların galiba epey yanlış hatırlandığını düşündüren metin, memleketimizdeki sol muhalefetin yapısal zaafına ışık tutuyor. Eğer siyaset yalnız söylemlere, kimin kendine ne atfettiğine göre değil, her ortamın özgül koşullarına göre değerlendirilecek, sınıflandırılacaksa, bu siyasetin “sol”luğuna dair sorular doğuruyor.
Geri plan olarak, bazı olguları hatırlamalıyız.
TİP, bildiğimiz üzre, siyasette kendi tarif ettiği özel konuma yerleşmek istiyor: “Kürt siyaseti”ne yakınlık duymayan ama bir şekilde “sol”da olmayı öngörenlerin altında toplanabileceği şemsiye. Bu tercihin icabı ve sonucu olarak, “CHP’nin solu” diye adlandırılan, herkesin varlığından ve sınırlarından eminmiş gibi üstüne konuştuğu, gerçekte nereden nereye uzandığını kimsenin bilmediği alana sesleniyor.
6-7 Eylül gibi bir konu, Türkiye solunda uzun yıllar boyunca esas mevzulardan sayılmadı. Solun da milliyetçilikten ve uydurulmuş yakın tarih hikâyesine bağlılıktan nasibini almış olmasının yanısıra, bunun pratik-siyasî sebebi vardı: Pogromlar kurcalandığında, görece radikal solun, kendisine ettiği onca eziyete rağmen “gericilere” karşı müttefiki saydığı güya “ilerici” yerleşik düzen güçleriyle ve onların hegemonyası altındaki geniş “çağdaş” kitle ile arasının açılacak oluşu. Bu kitlenin, modernlik üzerinden sola doğal olarak meyyal bulunduğu, kazanılabileceği varsayılageldi. Milliyetçilik engeli, eskiden enternasyonalist olmak gerektiğine inanan sosyalist sol için makbul olmayan -fakat asla tamamen dışlanmayan- bu ideoloji, içkiyi gazeteye saran -sonraları siyah torbaya koyan- bakkal misâli, anti-emperyalizm ambalajına sarılarak aşılmaya çalışıldı. Dışarıya bakarken bu engele takılmamak kolaydı, ama işte, 6-7 Eylül gibi, sahalarımızda görmek istemediğimiz hadiseler hayal edilen aşkları doğmadan öldürebilirdi.
Zamanla, bu toprakların en az bizim kadar aslî ahalisi “gayrimüslimlere” revâ görülmüş muamelenin kendine sol, hele sosyalist diyenlerce bütünüyle görmezden gelinemeyeceği ortaya çıktı. (Hrant Dink’in öldürülmesi, üstünden atlanabilir cinsten hadise değildi.)
Fakat AKP’nin iktidara yürüyüşü memleket egemenlerinin her şeyi tâbi kıldığı egemen çatışma şablonunu yeniden ve daha kanlı canlı piyasaya sürmeye imkân verince, sol, TKP’nin öncülüğünde, “CHP solu” denen vaat edilmiş topraklara şimdiye kadarki en geniş çaplı hicretine kalkıştı. AKP’nin uzun süreli başarısı, Fethullahçıların çevirdikleri dolaplar ve yerli-millî rejimin ağırlıkla dinî soslu baskıcı hegemonyaya evrilmesi, gerici-ilerici çelişkisinin yeniden temel Cumhuriyet kurumu konumuna kavuşmasına yol açtı.
Ancak artık “Türk solu” olmakta beis görmeyen siyasetler kümesinin bir büyük handikapı vardı: En büyük radikal muhalefet Kürt siyasî birikiminden besleniyordu ve onun hegemonyası altındaydı. Ona yaklaşmadan günün geçerli siyaset ortamında sesini duyurmak imkânsızdı, yaklaşmak da seni mâlûm “bereketli topraklar”dan uzaklaştırıyordu.
Bu ahval ve şerait içerisinde, Kürt hareketine veya esas gövdesini oluşturduğu radikal sol koalisyona, hasım değil ama mesafeli bir Türk sol muhalefetinin oluşması beklenebilirdi. Ancak iş Kürtlerin Kürt oluşunu doğal hal kabul etmeme ve Kürt siyasetine mesafeli durmayla bitmiyordu. Odanın ortasındaki asıl fil tabiî buydu, ama yaklaşılmak istenen alana girmek için aralarından geçmek gereken başka kocaman yaratıklar da vardı. Özellikle hayaletler tehlikeliydi. Bulutumsuydular, lâkin çarptınız mı anlıyordunuz ki, bunlar gerçek fizikî engellerdir de. Çünkü avutulmamış kurbanların uçuculaşmamış hayaletleriydi onlar. Aralarından geçip yaşayanlar diyarına kabul edilmenin yolu, ağırlıklarınızı siyaset dışı bırakarak bedeninizi daraltmanızdı.
Cumhuriyet topraklarındaki temizlik harekâtları siyasetin konusu olamazdı. TİP lideri Erkan Baş bir ara “Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine sahip çıktıklarını” ilan ederken kendileri için geçerli sorgulama sınırını çizdi. Kesişme kümesini de çizmiş oldu. Yerleşik sol ideolojimiz öyledir ki, Karadeniz’de boğdurulan Onbeşler bu çizimin neresinde, Yahya Kahya da kesişme kümesinin içinde mi, merak eden çıkmadı. Yerleşik solumsu popüler siyasetin yeni yıldız adayı Ekrem İmamoğlu “Topal Osman’ların torunuyuz” dediğinde bunu kimse mesele etmedi; onun ayağını bastığı zeminde bu mâkûl karşılanabiliyordu. Ama TİP sosyalist bir parti.
Solu sol yapan nedir? Fazla geniş alana yayılmayalım, indirgeyelim: Solluğun ölçütleri her ortam için aynı mıdır? Şüphesiz aynı olanlar vardır: emekçi hakları, toplumsal adalet, özgürlükler… Toplumların kendi tarihleri, koşulları, bunlara mecburî başka ölçütler katmaz mı?
Yakın tarihte pogromların, etnik çatışmaların yaşanmadığı, din-mezhep hegemonyasının, yasal düzeyde adı konmayan fiilî “kurumsallık” şeklinde dayatılmadığı, azınlık kimliklerinin küfür yerine geçmediği ve her türlü azınlığa saldırı ihtimalinin her an çekilebilir kılıç gibi tepede asılı durmadığı vs. bir ülkede, sol-sosyalist bir partinin ilgisini sınıftan kimliklere çevirmeye kalkmak yanlış bulunabilir. Ancak kuruluşu geniş ve derin bir etnik temizlik sürecine, toplumsal hayatı çoğunluk hegemonyasına, azınlık aşağılamasına dayanan ülkede, azınlıkların başına gelenlere yönelik ilgiyi “dikkatleri sınıf çatışmasından uzaklaştırıyor” bahanesiyle kapı dışarı edene iyi gözle bakılamaz. Zira muhtemelen birşeyleri örtmeye çalışıyordur. Niye?
TİP’in 6-7 Eylül mesajında, talana uğramış Beyoğlu’ndan bir fotoğraf yer alıyor. Koyu sepya tonlandırılmış fotoğrafta binalar, üzerindeki bazı yazıları okuyabildiğimiz duvar reklamları, ağır ağır yürüdükleri belli insanlar seçiliyor. Yakma-yıkma, kırma-dökme fasıllarından kalma döküntüler, molozlar etrafa saçılmış. Fakat gerek fotoğrafın karanlık tonları gerekse döküntülerin en bariz göründüğü ön plana sloganın (“6-7 Eylül’ü unutmadık!”) yerleştirilmiş olması nedeniyle, bunlar yalnız sokağı kaplayan, beklenmedik dalgalar gibi görülüyor, onları yaratan şiddete dair soğuk ipuçlarından gayrısını vermiyorlar. Cinayet sonrası sükûnet. Katil ortada yok. Oysa 6-7 Eylül pogromundan, soluk almayı güçleştiren pek çok görüntü var her yerde. Hınçtan gözleri dönmüş, ellerinde kalaslarla vitrin kırıp döken köylüler mi istersiniz, dehşet ortamında sigaralarını tüttürerek keyif yapan, sevinçle gülüşen “medenî” kılıklı insanlar mı istersiniz… Yarım dakikalık aramayla internetten ulaşılır halde, çoğu. TİP’in tercih ettiği fotoğraf, o gün birilerinin öldürüldüğünü, birilerinin tecavüze uğradığını kendiliğinden asla çağrıştırmıyor. Bir çeşit “geçti… geçti…” fotoğrafı. Azgın kalabalık yok, pogromdan, etnik temizlikten hoşnut şehir ahalisi yok. Ağzında sigarası, ceketi, düzgün kılığı, taralı saçlarıyla durmuş bize bakan ve mizanseni film karesine döndüren adam var.
Yanlış seçim, deyip geçebilirdik. Geçemiyoruz. TİP mesajını hazırlayanlar, oraya koydukları çok-anlamlı metinle, buna izin vermiyorlar:
“6-7 Eylül’de yurttaşlarımıza gerçekleştirilen saldırı, çıkarları için halkları birbirine düşman eden egemenlerin ekmeğine yağ süren bir utanç sayfasıydı. 6-7 Eylül’ü unutmayacağız, barışı ve kardeşliği tüm yurttaşlarımız için kazanacağız.”
Ne demektir?
Önce: “yurttaşlarımıza” saldırılmış. Bizim yurttaşlarımıza saldırıldığına göre, yurttaşımız olmayan başkaları mı saldırmış? Saldıran kim, anlamıyoruz. Çünkü söylemiyorlar. Niye söylemiyorlar?
Bu saldırının ne olduğuna dair ayrıntılı bir tarif veriyorlar, bunun yerine: Saldırı… “bir utanç sayfası”ymış. Fakat utanacak olan kim, onu da söylemiyorlar. “Biz”im olmadığımız belli. Yoksa söylerlerdi. Fakat başkası da yok ki ortada!
Bizden başka adı anılanlar, yalnız “çıkarları için halkları birbirine düşman eden egemenler”. Saldırı da zaten birilerine saldırıldığı için değil, bunların “ekmeğine yağ süren” bir hadise olduğu için kötü. Mesajı hazırlayanlar belki de buradaki katmerli kötülüğün farkında değiller. Mevzumuz 6-7 Eylül ise, hangi “halklar”ın birbirine “düşman edilmiş” olduğundan sözediyoruz? Ve niye ediyoruz? Çarpışan halklar mı var ortada? Biri ötekilere saldırıyor. Üstelik kendi devletinin koruması altındaki birilerini öldürüyor, kadınlara tecavüz ediyor, mal mülk tahrip ediyor, yağmalıyor. Devletin içinden birileri, zaten bu saldırıyı bizzat organize etmiş. Fakat biz kime kızıyoruz? “Halkları düşman eden” birilerine? Kimdir onlar? Yoksa yine “emperyalizm” mi?
İşin ilginci, pogromu organize eden devlete de hakim olan çoğunluğun egemen sınıfından bile bahsedilmiyor, gördüğünüz gibi. “Türk burjuvası, ağası, her ne haltıysa, kendi çıkarı için işçiyi emekçiyi Rumlara, Ermenilere, Yahudilere düşman edip saldırttı,” kaçamağına başvurma gereği dahi duyulmamış. Kimliği belirsiz ve “dışa” göndermeli fail tanımına, pekâlâ “her iki taraftan” gibi anlaşılabilecek bir “egemenler” hayaleti eşlik ediyor. Bunun Maraş Katliamı’na “Alevi-Sünni çatışması” demekten farkı yok.
Mesajın “6-7 Eylül’ü unutmayacağız”dan sonra gelen cümlesi de, merak uyandırıcı ve acı verici çağrışımlar yapıyor: “Barışı ve kardeşliği tüm yurttaşlarımız için kazanacağız,” diyorlar. Barışı ve kardeşliği kazanmaktan söz ederken bunu “tüm yurttaşlar” için yapacağınızı vurguluyorsanız sebebi olmalı. Birileri ayrımcılığa uğruyor olmalı ki, siz onları da kapsayacağınızı belirtesiniz. Kimdir bunlar? Nasıl bir ayrımcılığa uğramışlar? Yoksa sırf ayrımcılığa değil başka şeylere de mi mâruz kalmışlar? Kim onları nelere mâruz bırakmış, peki?
Söylememeye kararlılar, belli. Neden? 6-7 Eylül hakkında “Unutmayacağız!” mesajı yayınlarken takınılan bu fail gizleme, geçiştirme, örtme, saptırma tutumu potansiyel destekçi küstürmeme kaygısından mı kaynaklanıyor yoksa daha derin sebep de mi var?
(NOT: Yeşiller ve Sol’un 6-7 Eylül mesajı da “fazla maraza çıkarmadan geçiştirme” kaygısıyla şekillendirilmişti. Ona da edilecek söz var. Bu daha vahimdi, buna öncelik verdim. “Ona değil buna laf ediliyor!”a bağlı küfredilecektir. Ben izah edeyim de…)